Tarih: 23.11.2020 22:45

Şükrü ALNIAÇIK yazdı: Filistin sorununa yaklaşım sorunumuz...

Facebook Twitter Linked-in

Siyonizmle erken tanışmış bir Ülkücü olarak, Parlamento Dergisinin Kasım sayısında bazı yaklaşım yanlışlarına dikkat çektik.
***
Bu makalenin konusunu, öncelikle ?Filistin sorununun Türkiye?de siyaset yapan herhangi bir ideolojik duyarlılık zümresinin değil, bütün Türkiye?nin millî meselesi olduğunu? ispat gayreti, teşkil etmektedir. 

İkinci gayemiz ise- işler sürekli tersine gittiğine göre- ?bugüne kadar benimsenen mücadele usullerinin doğru olmadığını? hatırlatmak, daha makul ve mantıklı çözüm yollarına kapı aralamaktır. 

Tarihi arka plan ve buna bağlı olarak devam eden ?medeniyetler çatışması? derinliği nedeniyle Filistin sorunu:

- Asimetrik bir yurt paylaşım mücadelesinin yarattığı dramatik insan hakları sorunları açısından bir insanlık sorunudur. 

- Filistin halkının self determinasyon haklarının ihlal edilmesine yol açan göçler ve demografik tahrifatın günümüze yansıyan sonuçları açısından uluslararası bir siyasi sorundur. 

-  Filistin sorunu, tarihten Türkiye Cumhuriyeti?ne intikal eden sorunlar arasındadır ve İsrail?in global etkinliği nedeniyle de iç ve dış siyasetimizi etkileyen bir millî meseledir. 

Sorunun Niteliği

Filistin sorunu, 19. Yüzyılda, Siyonizm fikrinin ve İsrail devleti idealinin ortaya çıkmasıyla başlamış, Osmanlı Devleti?nin parçalanmasına yönelik Emperyalist planlarla kuvveden fiile geçmiş, 1917 Balfour Deklarasyonuyla ciddiyet kazanmış ve 11 Aralık 1917?de İngiliz ordularının Kudüs?ü işgaliyle inşa sürecini tamamlamıştır. 

Bu tarihten sonra Filistin sorunu, artık etkisi ve acısı günden güne artan kronik bir rahatsızlıktır!

Sorun özetle, Fransız İhtilali?nin teorisyenleri tarafından savunulan ?Ulusal Haklar? prensibine bağlı olarak ortaya çıkan ?ulusal devlet? düşüncesinin bir tezahürü olan ve 19. Yüzyılda daha çok ABD başkanı Wilson tarafından savunulan ?self determination? hakkının bilinçli ve metazori bir şekilde ihlalinden kaynaklanmıştır.

Milliyetçilik ve ulusal devlet fikirlerine yön veren Fransız İhtilali?nden yüz yıl sonra bile Kudüs-ü şerif Mutasarrıflığında nüfusun yüzde  % 3?üne tekabül eden 8110 Musevi yaşamaktaydı. 

1893 tarihinde bölgedeki Musevi nüfusunun tamamlayıcı unsurları olan Beyrut Vilayeti ve Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığındaki oran da Kudüs?tekinden farklı değildi. 

Filistin?de bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan Siyonizm fikrinin öncülüğünde devam eden ilk göç ve iskan hareketlerinden sonra bile 1914?te bu oran % 5?i geçmiyordu.

Bölgenin hiçbir sancağında % 80?in altına düşmeyen Filistinli nüfusunun self determinasyon hakkının gasp edilmesi ve İsrail projesini hayata geçirilmesi, şüphesiz Yakınçağ tarihinin en büyük hak gaspı olarak önümüzde durmaktadır.

Böylece ortaya çıkan Filistin sorunu aslında:, demografik ihlallerle ?kendi kaderini tayin hakkı? gasp edilen bir ulusun yurdundan sürülmesi, vatansız bırakılması ve kendi yurdunda feodal bir yaklaşımla alt-sınıflaştırılarak rehin alınmasıdır. 

Tarihi ve Demografik Arka Plan

Osmanlı Devletinin son yıllarında Kudüs Sancağındaki Yahudi nüfusu, İstanbul, İzmir, Selanik ve Edirne?den sonra 5. Sıradadır. Bağdat ve Halep?te de hatırı sayılır bir Musevi nüfusu vardır.

Bu durum, ciddi bir zorlama olmadıkça Yahudilerin İstanbul boğazını, yeşil Bursa?yı veya güzel İzmir?i terk edip de Filistin çölüne gidecek kadar Siyonist fikirlere açık olmadıklarını gösteriyor.

Ayrıca 1893?te 170.399 olan Osmanlı Musevileri nüfusunun, 1914?te 187.073 gibi doğal bir rakama ulaşması bizi, Siyonizm?in ilk 20 yıl boyunca Avrupa?daki Yahudileri pek yerinden kıpırdatmadığı sonucuna ulaştırır.

Anlaşılan odur ki Kudüs, ilk Yahudi göçlerini genellikle İmparatorluk sınırları içinden taşınma yoluyla almaktadır. 

Bu araştırmalar, II. Dünya Savaşında Nazilerin yaptığı katliamların Avrupa?dan Filistin?e yapılması gereken Yahudi göçlerini tahrik etmek amacıyla kurgulanmış olabileceği ihtimaline de kuvvet kazandırmaktadır. 

Yahudilerin rahatını bozarak onları Filistin?e sürdürme senaryosu, II. Dünya Savaşındaki vahşeti en iyi anlamlandıran mantıklı ihtimaller arasındadır.

Mistik ve Fundamental İsrail Devleti

Kutsal kitapları, siyasetin ?kırmızı kitabı? gibi algılamak ve dünyayı buna göre tanzim etmek, fakir yapınca ?barbarlık?, zengin yapınca ?medeniyet? olmamalıdır.

Filistin?in kadim tarihindeki göçler, el değiştirmeler ve ?toprakların gerçek sahibi? tartışması, bu makalede içinden çıkılabilecek bir mesele değildir. 

Eski devirlerde henüz ulus devlet fikrinin oluşmadığı dönemlerde bir halkın bir yeri göç yoluyla yurt edinmesinin sonra da başka bir halkın egemenliğine girmesinin modern hukuk prensiplerine göre herhangi bir kıymet-i harbîyesi bulunmamaktadır. 

Aslına bakarsanız, İbrânîce?de ?Eretz Israel? (İsrail diyarı) denilen Filistin?in, Ahd-i Atik?te ?gurbet diyarı? olarak geçmesi, Kızıldeniz?i yararak Afrika?dan Asya?ya gelen Museviler için Kudüs?ün gerçekten de ?gurbet? olduğunu gösterir. 

Kitâb-ı Mukaddes?te Hz. İbrahim?e yapılan vaatte, ?Mısır ırmağından Fırat ırmağına kadar olan bölge? Hz. Mûsâ?ya yapılan vaatte ise ?Ayak tabanınızın basacağı her yer? sizin olacak denilmiştir. Bunun ideolojik bir tahrifat olduğundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Siyonizm işte bu güya ?vaat edilmiş? topraklarda İsrail?i kurmuş, sonra da büyütmeye başlamıştır. 

Bugün, Ortadoğu?da ??Bahar? adı altında taşların yerinden oynamasının arkasındaki en büyük güç Siyonizm ve İsrail?dir.

Modern insan aklı, İmparatorlukların Milliyetçilik fikriyle dağıldığı, ulusal devletlerin milletlerin kendi kaderini tayin hakkıyla kurulduğu yakınçağı incelemekle ve bu dönemde ortaya çıkan hak ihlallerini araştırmakla yükümlüdür.

Kutsal kitaplardan, milli moral ve ülküler çıkarılabilir; ancak bunun tahakkuk etmesi için beşeri şartların takip edilen fikre uygun olması gerekir. ?Buralar bana kutsal kitabımda vaat edildi? diye bir ulusu yurdundan söküp atamaz, onu ulusal hak ve hürriyetlerinden koparamazsınız. 

Eğer Ortadoğu?da dini fundamentalizm veya cihadist bir yaklaşım aramamız gerekirse bunu Kitab-ı Mukaddes?ten savaş ve ölüm, Tevrat?tan -bugün adına Filistin Sorunu dediğimiz haliyle- sınırsız bir zulüm çıkaran Siyonizm?in mistik ajandasında ve teokratik İsrail bayrağının altında aramamız gerekir.

Meseleyi yeni bir perspektifle ele almadıkça Filistin Sorununu doğrun anlamanın ve çözüm bulmanın imkanı yoktur. 

Bu umutsuzluk değil, özellikle mazlum milletlere ilaç gibi lazım olan katıksız gerçekçiliktir.

Batının ?Haçlı Kontluğu? Stratejisi!

Filistin Sorununu sürekli kılan bir başka mesele de bugün bölgede uygulanan Haçlı Kontluğu stratejisidir. 
Birinci Haçlı Seferi, Türklerin Anadolu?ya girerek İznik?i başkent yapmalarından 20 yıl sonra başlayabilmiş, ilk zayıf saldırılar Türkler tarafından püskürtülmüş sefer 4 yıl sürmüş ve Kudüs ancak 1099?da alınabilmişti. Haçlılar bu ilk seferin sonunda bölgede Kudüs, Urfa, Antakya ve Trablus şehir devletlerini kurmuşlardı.

İkinci haçlı seferi, 1144?te Urfa Kontluğu?nun Türkler tarafından ele geçirilmesi üzerine çok daha kısa bir sürede, Üçüncü sefer ise 1187?de Selahaddin Eyyubi?nin Kudüs Haçlı Kontluğunu yıkması nedeniyle bir iki yıl içinde organize olabilmişti. 

Haçlılar neden eskisine göre daha hızlıydı?..

Birinci seferle diğerleri arasındaki fark ilk seferin sonunda Katolikler tarafından kurulmuş Haçlı Kontluklarıydı. İslam dünyasının yüreğine dikilmiş bu ileri karakollar, Müslümanlara saldırmanın somut bahaneleri olmuştu.

?Kudüs düştü? başlığıyla verilecek bir Pazar vaazının karşılığında hem daha çok vergi hem de daha kolay asker toplamak mümkündü. 
Dünya Tarihinin bu en uzun ve en kanlı savaşlarını iyi analiz etmeden İsrail, Suriye, Lübnan, İsrail Kürdistanı, Sisi?nin Mısır?ı, Türkiye?nin FETÖ?sü  gibi meseleleri doğru analiz etmemiz ve başta Filistin Sorunu olmak üzere herhangi bir problemi doğru çözebilmemiz mümkün değildir.

İşte bugün aynen bundan bin yıl önce olduğu gibi İsrail üzerinden bir ?Kudüs Haçlı Kontluğu stratejisi? uygulanmaktadır. Bu senaryoda Lübnan, Suriye ve kurulması planlanan Kürdistan, diğer üç kontluğun yerini doldurmaktadır.

Haçlı Stratejisinin uygulayıcıları, ABD, İngiltere ve müttefikleridir. Bugün Kudüs Haçlı kontluğunun tarihi misyonunun da temsilcisi olan İsrail?e dokunmak ne kelime, bu ülkeye yüksek sesle ?one minute? dediğinizde bile dünya ayağa kalkmakta, İsrail?in milli çıkarları bile, batıya yeni Haçlı Seferleri açma konusunda dünya kamuoyunu kolay etkileyebilecek kuvvetli bir bahane sunmaktadır. 

Hatta İsrail?e komşu ülkelere mesela Mısır?da Sisi?ye, Suriye?de Esad?a, Türkiye?de FETÖ?ye ve PKK?ya dokunduğunuz zaman yeni konsept savaş atlarının nal sesleri duyulmaya başlamaktadır. 

Bu sesler bazen PKK kurşunu, bazen Gezi Parkı patırdısı, bazen de 15 Temmuz?da olduğu gibi F16 ve tank sesi olarak yankı bulmaktadır.

Tuzaklı Soğuk Savaş Yılları ve Aynı Hatada Boğulmak!

Görüldüğü gibi Filistin Sorununu, Peygamberler Tarihinden, Haçlı Seferlerinden, Osmanlı tarihinden bağımsız incelemek ve çözüm üretmek mümkün değildir.

Meselenin soğuk savaş yıllarında Latin Amerika tarzı gerilla savaşı çizgisine çekilmesi, Filistin halkı açısından bazı duygusal kazanımlar sağlamış gibi görünse de İsrail?in son 70 yılda geldiği noktaya bakıldığında Filistinli önderlerin stratejik hatalar yapmış olduğunu anlamak hiç de zor değildir. 

Bugün aynı hataların, giderek halk desteğini arkasına alan ve buna bağlı olarak da siyasi gücünü artıran Hamas tarafından da yapılmaması için meselenin Tarihi perspektifte ele alınması, yeniden yorumlanması ve bu bilgiler ışığında yeni bir stratejiyle çözüme kavuşturulması milli ve insani bir mecburiyettir.

Bölgedeki asimetrik mücadelenin sosyolojik mihverini Sanayi Devrimi Toplumu - Tarım toplumu dengesizliği oluşturmaktadır. 

Müslümanlığın Musevilikten daha ekmel bir din olması veya Filistinlilerin Yahudilerden daha samimi insanlar olmasının Filistin Sorununun çözümüne yönelik hiçbir katkısı yoktur. 

Bir tarafta dünyanın en eski örgütlü Tüccar toplumu Yahudiler, diğer tarafta ise kendi milli eğitimini kurma fırsatı bile bulamadan elden ele dolaşan ve sonunda yenilerek sürgün veya esir durumuna düşen bir Filistin halkı vardır. Böyle bir sorunu Marksizmin yerine İslam?ı alarak veya Sosyalist Enternasyonal?in yerine İslam Birliğini koyarak çözmek mümkün değildir. 

Haksızlığa uğramış her sorunlu halk gibi Filistinliler de bu olağanüstü haksızlığın psikolojik etkisi altında çeşitli hak arayışı yollarına doğru savrulmaktadır. Hatta sürekli kasıtlı olarak acımasızca provoke edilmektedir. Filistinliler böylece, marjinal sayılabilecek yollara itilmekte; doğal olarak da mazlum Filistin halkının yanında yer alan adaletli dostları bu stratejik tuzaktan etkilenmektedir. 

Marjinallikten neyi kastettiğimize dair bir örnek verecek olursak, ?1972 Münih Olimpiyat köyünü basan Kara Eylül örgütünün 11 İsrailli ?masum? sporcuyu öldürmesi eylemi? sonuçları itibariyle, İsrail?e gümüş tepsi içinde sunulmuş lezzetli bir kamu diplomasisi menüsü olmuştur. 

İsrail?in bu olaydan sonra güvenlik saflarını ne kadar sıklaştırdığı ve intikam eylemlerinde hangi zulümleri yaptığı da ayrı bir araştırma konusudur. 

70?li yıllar, Filistin davasının Türk kamuoyuna da özel bir olumsuz algıyla yansıtıldığı yıllardır. Türkiye?de kızıl bayrak altında dallanıp budaklanan anarşi ve terörün ilk figüranlarının El-Fetih kamplarında yetişmiş olması, genellikle iktidarda olan Türk sağının Filistin sorununa olan yaklaşımını olumsuz yönde etkilemiştir. 

70?lerin ünlü El-Fetih figürü ve ilk kadın hava korsanı Leyla Halid?in 11 Şubat 2018?de katıldığı HDP 3. Olağan Kongresinde Türk Polisini İsrail polisine benzetmesi, Soğuk Savaş yıllarında oluşan fikr-i sabitlerin Filistin sorunu üzerindeki etkisinin manidar bir örneğidir. 

Başında İsrail?e tarihte ilk kez ?One minute!? demiş bir lider bulunan Türkiye Cumhuriyetinin İsrail Kürdistanı projesine karşı 15 Temmuz?da halkıyla el ele vererek destan yazmış polisine ?İsrail polisi? benzetmesi yapma cehaletinin, kendi kendine oluşmayacağı izahtan varestedir.

Aslında İsrail?in en sevdiği ?agresif rakip? figürü olan Leyla Halid görüntüsü, Filistin sorununun çözümünde neden her geçen gün daha geriye gittiğimizin açık bir göstergesidir. 

Türk askerine ve polisine soldan gelen pusu mermilerinin ilk eğitim kampı olan El-Fetih?in soğuk savaş döneminde şekillenen ve günümüze kadar gelen ideolojik ajandası tanzim ve terbiyeye muhtaçtır. Filistin gibi acılı bir halkın ideolojik bölünmelere, fraksiyonist maceralara ve kariyerist heyecanlara karnı toktur.

El-Fetih?in, milyonlarca Filistinli mülteciye ev sahipliği yapan Ürdün?de başbakan katledecek kadar ileri gittiği 70?li yıllarda benimsenen yöntem doğru bir strateji olsaydı, bugün İsrail?in başkentini Kudüs?e taşımasını değil, belki de Filistin Devletinin başkenti olmasını konuşuyor olacaktık.

Temel Sorun: Ezilenlerin Strateji Problemi

Soğuk Savaş yıllarında ABD ve kapitalist dünyayla birlikte hareket eden İsrail?e karşı umutsuzca mücadele eden Filistinli örgütlerin ?devrimci? söylemleri benimsemesi, SSCB ve bağlaşığı ülkelerden destek alarak anti-siyonist fırsatlar yaratmaya çalışması anlaşılabilir bir durumdur. Ne var ki Emperyalizmin propaganda masası, rakip gücü marjinalleştirerek gözden düşürme ve terörize ederek ezme konusunda bir hayli deneyimlidir. 

Bu durumda Filistin Sorununun üç farklı kronolojik çerçevede ele alınması da bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. 

1- Klasik dönem: ( 1895-1945) Filistin?e yapılan Yahudi göçleriyle demografik yapının tahrif edilmesi ve II. Dünya Savaşındaki katliamlarla İsrail devletinin psikolojik altyapısının hazırlanması,

2- Soğuk Savaş Dönemi: (1945-1995) Filistin halkının ideolojik açıdan kaybedenler potasına doğru itilmesi ve marjinalleşerek dünya kamu oyu desteğini kaybetmesi,

3- Soğuk Savaş Sonrası Dönem: (1995-Günümüz) İsrail?in işine yarayan bu sürecin bu kez farklı motivasyon vasıtalarıyla ve yer yer ?Djihadist? ötekileştirme siyasetiyle sürdürülmesi. 

Büyük devletler, demokrasi kavramı geliştikçe önemi artan ?kamuoyu?nu yanına almak ve haklı bir mücadele yürütüyormuş gibi görünmek için yakın tarihte Saraybosna Suikastından Reichtag yangınına, Pearl Harbour baskınından 11 Eylül saldırılarına kadar pek çok kanlı olayı büyük bir maharetle kullanmayı başarmışlardır. 

Sonunda bu işi demokrasi ve kamuoyu kavramlarının acemisi olan Ruslar bile öğrenmiş ve haklı Çeçen davasına önce ?sevimsiz Selefileri ?bulaştırarak ve nihayet, ?Beslan Baskını? gibi kurgulanmış eylemlerle akamete uğratmayı başarmışlardır. 

186?sı çocuk olmak üzere 331 rehinenin öldüğü Beslan Baskınından sonra Çeçen lider Şamil Basayev, ?Rus özel istihbarat birimlerinin, faciadan önce Çeçen militanların bölgeye kolayca girmelerine izin verdiğini? söylese de? Çeçenlerin artık ne Rusya kamuoyuna ne de dünyaya söyleyecek bir sözleri kalmamıştı.

Düşünce kuruluşlarıyla çalışan büyük devletler, kendi huzurlarını bozacak haklı halk hareketlerini provoke ederek sevimsiz hale getirmekte son derecede ustalaşmışlardır.

İsrail bu işlerin ünlü Hollywood yönetmenleri kadar başarılı bir kompetanıdır. 

Büyük devletlerin isyan etmekte yerden göğe kadar haklı olan mesela Surüyeli Müslüman unsurları, dünyaya ?terörist? olarak tanıttığı, hatta aralarına özel eğitilmiş ?ciğer yiyen kötü adam? monte ederek tamamen çirkinleştirdiği bir dünyada siyasi sorunları daha fazla Müslüman görüntüsü vererek değil, daha akıllı stratejiler izleyerek çözebilirsiniz.

Hamas?ın yükselişinin ve Türkiye?nin Hamas?la olan duygusal bağlarının soğuk Savaş yıllarındaki FKÖ-CHP ilişkisi gibi beş para etmez bir yarenliğe dönüşmemesi en büyük dileğimizdir. 

Filistin Sorununu, artık ?İsrail?in zevali? gibi romantik eserleri bir yana bırakıp, tarihin ışığında, bilim metoduyla, doğru stratejiyle ve kurmay aklıyla yeniden ele almak, milli, dini ve insani sorumluluğumuzdur.

PARLAMENTO, Kasım 2020, sf. 38-39

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —