Haber Editörü

Ramazan DURMUŞ / GELDE YAZMA

ramazandurmus44@gmail.com

Aydın, "Suriye meselesini millî güvenlik meselesi olarak algılama zorunluluğumuz bulunmaktadır'"

MHP Erzurum Milletvekilimiz Prof.Dr. Kamil Aydın, Suriye meselesini birinci dereceden millî güvenlik meselesi olarak algılama zorunluluğumuz bulunduğuna dikkat çekti

Aydın,
SİYASET 21.10.2025 23:40:00 0

Milliyetçi Hareket Partisi,(MHP) Erzurum Milletvekilimiz Prof.Dr. Kamil Aydın, Suriye meselesini birinci dereceden millî güvenlik meselesi olarak algılama zorunluluğumuz bulunduğuna dikkat çekerek “Bütün bu olaylar ve gelişmeler ışığında, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü bozmaya, istikrar ve güvenlik tesisi çabalarını sekteye uğratmaya ve sahada gayrimeşru oldubittiler oluşturmaya yönelik millî güvenliğimize tehlike oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme karşı uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin alınması ve Suriye'deki istikrarın tesisine dair çabaların pekiştirilmesi millî güvenliğimiz açısından hayati önem arz etmektedir” dedi.

Irak ve Suriye'de Görevli Türk Silahlı Kuvvetleri Unsurlarının Görev Süresinin Üç Yıl Daha Uzatılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi'yle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz alan MHP Erzurum Milletvekilimiz Prof.Dr. Kamil Aydın, şunları söyledi:

 

"Sayısız sistematik, bilimsel ve akademik tanımlamaların bilinmesine rağmen siyasetin öncelikli hedef ve amacını kısa ve anlaşılır biçimde ifade etmek gerekirse, özetle, ülke ve milletin sorun, talep ve beklentilerine çözüm, çare ve imkân üretme yoludur diyebiliriz. Öte yandan düzenli bir ilkeselliğe bağlamak noktasında siyasetin küresel kabul gören odak noktasını refah ve güvenlik temelli bir kalkınma modeli oluşturduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bu vizyonu ortaya koyarken en önemli belirleyici unsur, değişmez kader edindiğimiz kadim coğrafyamızdır. Çünkü üzerinde yaşayıp bin yıldır vatan edindiğimiz Anadolu coğrafyası risk, tehdit ve tehlikelerle bir tür sırtlanlar kavşağı niteliğindeyken aynı zamanda buna mukabil potansiyel fırsat imkân ve kalkınma ihtimallerini de beraberinde taşımaktadır. Buna en tipik somut örnek olarak Gabar Dağı'nın dünü ve bugününü rahat bir şekilde verebiliriz. Bu ulvi misyona uygun her türlü faaliyette bulunurken biz siyasilerin kişisel menfaatlerinden uzak, aziz milletin ali menfaatlerini önceleyerek hareket etme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu görev ve sorumluluğu içselleştirerek "önce ülkem ve milletim" şiarına dönüştüren Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da söz konusu bizi biz yapan temel ilke ve ülküler olduğu sürece gayrısını teferruat sayarak ilgili tezkereye sorumlu ve olumlu tavrımızı net bir biçimde ifade edip desteğimizi sunacağımızı açık ve net bir şekilde belirtiriz.

Sziz milletimiz ve kutlu devletimizin her türlü varlık serencamının belirleyici en önemli özelliğinin coğrafi konumu olduğu gerçeğine bağlı olarak taşıdığı riskler ve tehditler kadar imkân ve fırsatlar ışığında kültür, medeniyet, strateji, uluslararası ilişkiler, ticaret ve ulaşım gibi birçok bağlamda geçiş güzergâhı ve bağlantı noktası olan Anadolu'yu kalıcı yurt ve vatan edinen Türk milleti, binlerce yıllık varlığı, devlet olma geleneği ve hariciye tecrübesiyle bugün de kurumsal yapısı Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak bölgesinde lider ve küresel anlamda güç olma yüksek idealinin ifadesi olan Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefine uygun inisiyatif alma ve hareket etme sorumluluğu bulunmaktadır.

Bölgesel ve küresel boyutta kadim coğrafyamızı dışarıda kalarak her türlü jeopolitik riskler, tehditler ve krizler eksenli okumaya çalıştığımızda şunu açıkça görüp tespit etmekteyiz ki ne doğu-batı ne de kuzey-güney aksında güvenli ve huzurlu bir siyasi, askerî ve stratejik hava söz konusu değildir. Bunun en tipik yansımalarını kuzey-güney ekseninde yani aynı zamanda küresel bağlamda dünya gündeminin yegâne konusu hâline gelen Rusya-Ukrayna savaşı ile İsrail'in tüm Orta Doğu coğrafyasını kaosa ve krize sürükleme girişimlerinde açık ve net bir şekilde görmekteyiz. Öte yandan Güney Kafkasya'daki diken üstü hâllerle birlikte batı hattımızda Yunanistan'ın deniz ve hava sahası ihlalleri, soydaşlarımıza reva gördüğü baskıcı uygulamalar ve son yıllarda burnumuzun dibindeki adaları uluslararası anlaşmalara rağmen fütursuzca silahlandırması ve yine ABD askerî üslerine çevirmesiyle doğu-batı ekseninde de pek rahat ve huzurlu bir jeopolitikten söz etmek olası görülmemektedir.

Dün olduğu gibi bugün de geçerliliğini koruyan temel sosyolojik bir tespit olarak şunu açık ve net bir şekilde ifade edebiliriz ki güçlü ulusal yapıların kaderlerini yani varlıklarının sürekliliğini etkileyen coğrafya dışında diğer önemli bir etken de sahip oldukları ve kültürel zenginlik olarak hüsnükabul gören farklı etnik ve inanç çeşitliliğinin birlikte huzur ve barış içinde ortak ülkülere bağlı olarak yaşatılmasıdır. Coğrafyanın riskler ve tehditler yanı sıra potansiyel imkân ve fırsatlar taşıdığı gibi, birlikte yaşayan farklı etnik ve inanç çeşitliliğinin de güçlü millet olmanın temel harcı olabildiği gibi herhangi bir zaaf ve güçsüzlük hâlinde de kolayca muhteris muktedirlerin potansiyel hedefi ve avı olabilmektedir. İmparatorlukların çöküşleri ve dünya savaşları bu hâlin en tipik trajik sonuçlarıdır. Bugün ise uluslararası literatürde Lübnanlaşma modeli olarak bilinen ve bir ayrıştırma, bölme, parçalama, küçük lokmalara ayırma formatında demokrasi ve bağımsızlık kamuflajlı sömürge uygulamalarını yakın tarih ve coğrafyamızda yani Irak, Libya ve Suriye'de tedavüle konulduğuna maalesef tanıklık etmekteyiz. İşte, böylesine sinsi bir plan ve projenin adım adım ayak seslerini duyduğumuz bu günlerde binlerce yıllık devlet olma ve devlet etme geleneğinin doğal kurumsal çelik çekirdek yapısı olan istihbarat, ordu, diplomasi üçlemesi yetkinliği ile iç ve dış cephe tahkimatının sosyolojik, psikolojik, askerî ve diplomatik bağlamda öncelenerek gerekli hamlelerin büyük bir titizlik ve hassasiyetle yapıldığına tanıklık etmekteyiz. Türkiye'nin en uzun güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde terör tehdidinin sürüyor olması ve kalıcı istikrarın henüz tesis edilmemesi millî güvenliğimiz açısından risk ve tehdit oluşturmaya devam etmektedir. İçeride olduğu gibi dışarıda da sulhu önceleyen kadim bir siyasi geleneğin mirasçısı olarak Türkiye, komşumuz Irak'ın toprak bütünlüğünün, millî birliğinin ve istikrarının korunmasına büyük bir önem atfetmektedir. Öte yandan, Suriye'de PKK-PYD/YPG ve DEAŞ başta olmak üzere terör örgütleri mevcudiyetini sürdürmekte ve ülkemize, ulusal güvenliğimize ve sivillere yönelik tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Bu terör örgütleri, Suriye merkezli yönetime entegre olmaya yönelik adım atmayı, ayrılıkçı ve ayrıştırıcı gündemi dolayısıyla reddetmekte, ülkede kalıcı istikrarın tesisine yönelik sürecin ilerletilmesine de engel olmaya çalışmaktadır. Öte yandan, ülkedeki mevcut yönetimin beklenti ve ihtiyaçları doğrultusunda ülkenin terörle mücadele imkân ve kabiliyetlerinin geliştirilmesi, sivillerin günlük yaşamlarını ve geri dönüşlerini olumsuz etkileyen mayınların temizlenmesi, ülkedeki kimyasal silahların yerlerinin tespiti ve imhası süreçlerinde de ulusal çabalara eşlik eden uluslararası çalışmaların desteklenmesi ihtiyacı bulunmaktadır.

Son yıllarda gerek stratejik konumu ve işlevi gerekse sahip olduğu hidrokarbon kaynak zenginliği nedeniyle uluslararası yeni bir mücadele alanına dönen Orta Doğu ve Doğu Akdeniz'de istikrarsızlık, kaos ve krizi kendine nihai kazanım edinen İsrail'in nobran tavrı, taciz, saldırı ve işgalleri Türkiye'nin güney cephe tahkimatını daha önemli kılmaktadır. Daha açık bir ifadeyle, uluslararası kurum, kuruluş, anlaşma ve hukuk tanımaz İsrail, mıntıka temizliği yaparcasına Lübnan'a, İran'a, Yemen'e, Irak'a, Suriye'ye saldırılarını gerçekleştirmekle kalmamış, Suriye'de farklı etnik ve mezhebi grupları da sağladığı her türlü siyasi, lojistik ve mühimmat desteğiyle maalesef iç savaşa yöneltmiştir. Bu tavrını nihai hedef gördüğü Türkiye'yi kıskacı alma babından Kıbrıs'ın güneyine de yansıtması gözlerimizden kaçmamaktadır. Zaten hâlihazırda artan ABD ve İngiliz askerî üslerin ve Fransız savaş gemisinin varlığıyla dünyanın en çok silahlanan coğrafyası hâline gelen Kıbrıs Adası'nın bu defa İsrail'in her anlamda nüfuz etme alanına dönüştüğüne tanıklık etmekteyiz. Bu durum açıkça bizim güney cephemizde teyakkuz hâlimizi daha ciddi boyutlara taşımaktadır. Dolayısıyla, dün teopolitik hezeyanlarla armageddon histerisine kapılarak güney sınır komşularımızda egemenlik iddiasında bulunan yabancı askerî yetkililerin yerini bugün "Kudüs savaşına hazır olalım." sloganıyla asıl hesaplaşmanın Suriye üzerinde Türkiye'yle olacağını ifade eden soykırımcı siyonistlerin aldığını görmekteyiz ve heveslerinin kursaklarında kalacağının da an meselesi olduğunu öngörmekteyiz; yeter ki millî şairimizin veciz ifadesinde vurguladığı gibi, tefrikaya müsaade etmeden yüreklerin toplu vurmasına odaklanalım.

Bu nedenle, hariciyemizin en yetkili ağzının da ifade ettiği gibi, Suriye meselesini birinci dereceden millî güvenlik meselesi olarak algılama zorunluluğumuz bulunmaktadır. Bütün bu olaylar ve gelişmeler ışığında, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünü bozmaya, istikrar ve güvenlik tesisi çabalarını sekteye uğratmaya ve sahada gayrimeşru oldubittiler oluşturmaya yönelik millî güvenliğimize tehlike oluşturabilecek her türlü risk, tehdit ve eyleme karşı uluslararası hukuktan doğan haklarımız doğrultusunda gerekli önlemlerin alınması ve Suriye'deki istikrarın tesisine dair çabaların pekiştirilmesi millî güvenliğimiz açısından hayati önem arz etmektedir.

Şimdi, tabii, bu bağlamda, dikkatlerimizi çeken, uluslararası kurum ve kuruluşlara çok açık ve net bir şekilde aşırı güven sunmaktayız. Hâlbuki, gerek bölgemizde gerek küresel manada bugüne kadar yaşanan her 2 savaş muvacehesinde ele aldığımızda, uluslararası kurum ve kuruluşların maalesef amaçlarına uygun, barışı önceleyici, çok daha fazla işlevsel olmadıklarına tanıklık ediyoruz. Bu hâlleriyle, işte, İsrail'in gerçekten bütün bölgede bir nevi mıntıka temizliğine dönüştürdüğü işgal girişimleri görmezlikten gelinmekte, hatta kararı ve uygulaması başlanılan ateşkesin dahi yok sayılarak çoluk çocuk demeden her türlü zulmü, işkenceyi, katliamı reva gören bir yapıya bürünmesi bunun çok açık yansımasıdır.

1986-2016 yılları arasında geçerli olan Hannibal Doktrini hâlâ daha aslında hiçbir geçerliliği olmamasına rağmen uygulamada tutan yani "Tutanı, kaçanı, gideni, yakalananı herkesi öldürün." şeklinde çok amiyane ifade edebileceğimiz bir uygulamayı hâlâ bugün uygulamakta ısrarla devam eden bir İsrail'e karşı elbette ki en uzun güney sınırımızı güçlü tahkimatlarla daha güvenlikçi hâle getirme zorunluluğumuz bulunmaktadır. Dolayısıyla bugün görüşmekte olduğumuz bu özellikle tezkerenin yenilenmesi çok elzem ve gerçekten Türkiye'nin güney tahkimatı açısından çok önemlidir.

Bu arada, şimdiye kadar bazı kıymetli arkadaşlarımız konuşmalarında görev süreleriyle ilgili "Efendim, bir yıl değil de niye üç yıl oldu?" gibi gerçekten ciddi eleştirilere değindiler. Şimdi, bakınız, uluslararası kurumlarda, kuruluşlarda da inanın kısa süreli birtakım kararların çok yapıcı, çok uygulayıcı, çok sağlıklı olmadığı konusunda müthiş itirazlar var. Bunu katıldığımız bütün toplantılarda, asamblelerde açık ve net bir şekilde görüyoruz. Hatta görev sürelerinin, seçim sürelerinin bir, iki yıl değil, daha uzun sürelere yayılması daha pratik, daha sağlıklı, daha hızlı karar alma mekanizmalarına katkı bulunacağı bağlamında düşüncelerini irat etmişlerdir. Bunu inanın STK boyutunda da düşünebilirsiniz, ülkenin yürütme ve yasama organları açısından da düşünebilirsiniz. Yani şimdi, bakın, bu yüce Mecliste inanın yıldan yıla görüşülmesi öngörülseydi, bugün harcadığımız mesaiyi 3'le çarpacaktık ve asli görevimiz olan yasama görevimizi belki deruhte etmekte birtakım sıkıntılar yaşayacaktık, özellikle zaman açısından. Dolayısıyla bir de bunun askerî bir birliğin gönderilmesi, organize edilmesi, teçhizatıyla donatılması ve geri dönüşlerinin alacağı vakit dikkate alındığında bunun gerçekten bence de yıldan yıla değil daha uzun süreli olmasında yarar vardır çünkü hedeflediğimiz şey vakit kaybına çok maruz bırakılacak bir uygulama değil diyorum."

Haberi Sesli Oku

YAZARLAR