BİR POLİSİN HATIRALARI! Kurşunu yediğim an!

BİR POLİSİN HATIRALARI! Kurşunu yediğim an!

Neler oluyor hayattı... İnsanoğluyuz neler neler geliyor başlarımıza... Bazen tesadüflerle yaşadığımızı anlıyoruz. Hatıralar tazeleniyor acı tatlı... Hayatımın unutulmazları arasında yer alan bir olayı anlatacağım sizlere...

HACIVAHAP yazıyor

Neler oluyor hayattı... İnsanoğluyuz neler neler geliyor başlarımıza... Bazen tesadüflerle yaşadığımızı anlıyoruz. Hatıralar tazeleniyor acı tatlı... Hayatımın unutulmazları arasında yer alan bir olayı anlatacağım sizlere...

İşte kurşunu yediğim an...

1980’in Mayıs ayının 13’ü…

POL-BİR üyesi bir polis olarak son sürgün yerim ki, sürgün olma nedenlerimi ileride anlatacağım.

İstanbul Bakırköy İncirli’deki Ticari İlimler Akademisi’nin kapısında görev yapıyorum.

Akademinin telefon santralına bağlı kapıdaki telefon çaldı. Komiser Hamit telefonu açtı ve bana uzattı.

Telin ucundaki şahıs “Faşist polis Abdulvahap gebermeye hazır ol!” dedi ve telefonu kapattı.

Akademide DEV-SOL grubu hakimdi. Ülkücüler, onların yarısı kadardı.

Bir hafta önce okulun girişinde çıkan olayda Ülkücü gruptan birisi, karşı gruptan birisini bıçakla yaraladı.

Olay gözümün önünde oldu ve müdahale ettik. Yaralıyı taksiyle Çapa’ya acil servise ben götürdüm.

Soruşturma sonrası karşı gruptan okulda aktif olan Ülkücü bir gence “Arkadaşımızı bu vurdu” diye yalancı şahitlik yaptılar. Oysa vuranı ben görmüştüm.

Öğleden sonra okulun önünde solcular toplandı. Hep birlikte “Cemil’in kanı yerde kalmayacak”, “Faşistlerden hesap sorulacak” ve “Faşist polis Abdulvahap okuldan defol” sloganları attılar.   

Hafta sonları okul kapalı olduğu için gece operasyonlara gidiyorduk. Cumartesi günü operasyondan sonra sabah evime geldim. Yatıp istirahat etmem gerekiyordu. Ancak gözümü uyku girmedi. İçimde bir huzursuzluk ve garip bir korku…

Akşama kadar evin içinde oradan oraya voltalayıp durdum. Akşam da içimdeki sıkıntı sürüyordu. Taksim’de işyeri olan bir arkadaşım var, oraya gideyim dedim kendi kendime…

Tam evden çıkıyordum ki, hanım “Ortalık karışık, geç kalma. Hem şu çelik yeleğini giy, ne olur ne olmaz.”

Çelik yeleğim 3.5 kilogram ağırlığında, yay örme ve Amerikan yapımı. Bir kaçakçıdan almıştım.

Arkadaşımla gece saat 23.00’e kadar Beyoğlu’ndaki bir mekanda oturduk. O içkiyi seven biriydi, evi de benim evin yolu üzerindeydi.

Medet Habiboğlu sarhoşlayınca onun arabasını ben evine kadar kullandım.

Evi, benim evin olduğu caddeye paralel olan yukarı tarafta idi.

Evinin önünde arabayı durdurdum. Tutturdu “İlla seni eve bırakacağım” demeye… Baktım elinden kurtulamayacağım, çareyi kaçmakta buldum!

Yaradanın işleri, haliyle Medet arkadaşımdan kaçarken üst caddeyi kullandım. Tam benim evin önüne inen dik sokaktan yürümeye başladım.  

O da ne? Evin önüne pusu kurulmuş, çapraz atışla beni vuracaklar! 6 kişiden 4’ü ikişerli evimin yanında ve karşısında saklanmışlar. 2 militan da dik inen sokağın biraz yukarısında iki tarafa da gözcülük yapıyorlar.

Evime 40 veya 50 metre kala dik sokakta bekleyen gözcüler, beni fark edip sokak lambasının altında durdular.

Yüzleri atkıyla sarılıydı. Birisinin elinde Smith wesson tabanca vardı ama acemi olduğu da belliydi. Silahı tam burnumun ucunda tutuyor.

“Dur kimliğini çıkar nerden geliyorsun” deyince, ellerimi kaldırdım ve “Ben şoförüm işten geliyorum” dedim.

Yanımıza yaklaşan üçüncü kişi “Bu polis Abdulvahap” diye bağırdı.

O arada burnumun ucundaki silahı gencin elleriyle havaya kaldırıp kafa vurarak yere düşürdüm. Ellerini bastırdıktan sonra dizlerimle de karnını bastırınca kıpırdayacak hali kalmadı.

O anda yandaki gecekondunun 1 metrelik briket duvarını aşarsam, kurtulmak için tamam dedim kendi kendime…

Hepsi 3-5 saniyelik düşünce…

Altımdaki militanın üstünden fırlayıp bir pirende atarak duvarın arkasına düştüm.

Kurşunlar yağmur gibi yağıyor, briket duvardan parçalar uçuşuyor. Mermiler sanki saçımı yakarak geçiyor.

O ara yerden fırlayıp duvarın arkasına atlarken sol bacağımın baldır kısmından kurşun delip çıkmış…

Beylik silahım 7.65 Kırıkkale…

Diz çöküp duvarın arkasından sokak lambasını nişan aldık. Tek mermide lamba patladı ve sokak lambası söndü.

Yerde sürünerek gecekondunun arkasına geçmeye çalışırken sol ayağım ağırlaştı. Karanlıktan istifade edip yarı ayağa kalkarak yürürken ayakkabımın içinin ıslandığını hissettim. Pantolonumun sol tarafı ıslaktı.

Ne kadar da terlemişim diye düşünürken elim bacağıma değdiğinde kanadığını anladım. Pantolonumun paçasını yırtıp yarayı bağlayacaktım ki, gecekondunun çatısından bahçeyi taramaya başladılar. Sürünerek yer değiştirdim.  

O ara seken bir kurşun başıma saplanmıştı. Terliyorum sandım ama kafamdan aşağı yüzüme kan inince durumu anladım.    

O anda üzerimde çelik yelek olduğunu unutmuştum.

Yavaş yavaş gözüm kararmaya ve halsizleşmeye başladım.

Ölüyorum ölmesine, ayağa kalkıp etrafa ateş etmeye başladım. Tekrar bana doğru ateş edilmeye başlandı.

Yedek şarjörü silahıma taktığımı hatırlıyorum.

Gözümü açtığımda sabah saat 05.00 sularıydı ve Çapa Hastanesi’nde yatıyordum.

Bir kurşun sol uyluğumdan bir de seken kurşun kafamdan yemiştim.

Silahım ve çelik yeleğim, kriminal laboratuvarına gitmiş ve yelek üzerinde 7 tane mermi izi tespit edilmiş. Bazı mermi çekirdeklerinin de çelek yeleğimdeki çelik yay içerisine sarıldığını söylediler.

Sonradan öğreniyorum ki çatışma sesi kesildikten sonra ben sürünerek caddenin kenarına kadar gidiyorum. Tesadüf oradan geçen bir Karadenizli görüyor ve beni arabasına alıp Bahçelievler Karakolu’na götürüyor.