Dedesi ve babası Osmanlı sarayında kuşçubaşı olan Eşref Sencer, ‘’KUŞÇUBAŞI’’ namını, unvan olarak almıştır! *Harbiye Mektebinin ikinci senesinde iken babası Mustafa Bey ile beraber Padişah Sultan II.Abdülhamit han tarafından hica
BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİNİN KURULMASINDA MİHENK TAŞI OLAN BİR İSİM, EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI (Kuşçubaşı Eşref)
EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI’NIN, BAŞ DÖNDÜREN HAYATI!...
Harb Okulu'nun son sınıfındayken Yeni Osmanlılar'la ilişkisi olmakla suçlanarak Hicaz'a sürüldü. Buradan kaçarak Hindistan'a ve Avrupa'ya geçti. Sürgündeki Jön Türklerle işbirliği yaptı. Rumeli'de gizli İttihat ve Terakki Cemiyetinin örgütlenmesinde çalıştı. Meşrutiyet'in ilanından sonra, İmparatorluğun yönetimine hakim olan bu partinin kadrosu içinde yer aldı. Balkan Savaşının ikinci devresinde Bulgarları yenerek, Edirne'yi kurtaran kuvvetlerin başında idi. Gönüllü kuvvetleriyle Batı Trakya'yı da ele geçirdi. (bu gün bulgaristan ve yunanistan toprakları içinde kalan bölge)
Burada bağımsız Batı Trakya Türk Cumhuriyetini kutulmasında büyük rol oynadı. Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucularındandır.
Bu örgütün, Süleyman Askeri beyden sonraki başkanı olarak, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya sınırlarında, Türkistan'da, Arabistan ve Kuzey Afrika ülkelerinde çeşitli eylemleri yönetti. Yemen'deki Osmanlı kuvvetlerine para ve mühimmat götüren bir kafilenin başındayken yaralanarak İngilizlerin eline düştü ve Malta adasına sürüldü.
Mondros Mütarekesinden sonra İstanbul'a döndü. Milli Mücadeleye ilk katılanlardan biriydi. İstanbul'daki ilk direniş örgütlerinde, Kocaeli'nde ve Ege'de Kuva-yı Milliye'nin örgütlenmesinde rol oynadı. Kuvayı Seyyare'nin, TBMM güçleri tarafından tasviyesi sırasında, o da Yunan işgal bölgesine geçmek zorunda kaldı. (Batı Trakya) Burada TBMM Hükümeti'ne karşı bazı eylemler içine girdiğine dair bilgiler üzerine, 150'likler listesine dahil edildi. Türkiye'ye girmesi yasaklandı.
(TEŞKİLATI MAHSUSA ÜYELERİ SÖZ KONUSU İSE, HİÇ BİR ŞEY GÖRÜNDÜĞÜ, SANILDIĞI GİBİ OLMAYABİLİR)
Uzun süre çeşitli ülkelerde yaşadıktan sonra, 1938 yılında Türkiye'ye döndü. İzmir yakınlarındaki çiftliğinde bir süre yaşadıktan sonra 1964 yılında vefat etti.
EŞREF SENCER KUŞÇUBAŞI’NIN SECERESİ!…
Eşref Sencer’in Dedesi Abdullah Beydir.
Babası, Mustafa Nuri Bey; 01/07/1850'de Çerkezistan topraklarında doğmuş ünlü Türk Sencer Hanedanına mensuptu ve Rusların Kafkasya'ya sarkmasından sonra, Osmanlı Hükümeti, bu büyük Türk soyunun mensublarını orada bırakmamış, Sultan Aziz'in saltanatının ilk yıllarında Ali Paşa'nın girişimi ile getirilmiş ve iskan ettirilmişler. Mustafa Bey 15.02.1915 tarihinde vefat etmiştir!
Dedesi ve babası Osmanlı sarayında kuşçubaşı olan Eşref Sencer, ‘’KUŞÇUBAŞI’’ namını, unvan olarak almıştır!
*Harbiye Mektebinin ikinci senesinde iken babası Mustafa Bey ile beraber Padişah Sultan II.Abdülhamit han tarafından hicaza sürgüne gönderilmiştir!
KUŞÇUBAŞI MUSTAFA NURİ BEY'İN SÜRGÜN MACERASI; (Eşref Sencer KUŞÇUBAŞI’nın babası)
Sultan Hamid'in en çok değer verdiği Saray erkanından birisi olan Kuşçubaşı Mustafa Nuri Bey, iki oğlu Eşref ve Selim Sami ile Hicaz'a sürgün edilecek , Eşref Bey isyan edecek , Taif kalesine, hem de Mithat Paşa'nın şehit edildiği odaya hapsedilecek, Taif kalesinde, hala maphus ve hayatta olan Müşir Namık Paşa zade Ali Namık Bey ve Sultan Aziz'in ikinci mabeyncisi Fahri Bey'le görüşecek , Çadır köşk'ü davasında hakikatten başka bir şey söylemiyeceğini bildirdiği için sürülen Mah-ı Felek kalfayı görecek, Abdülhamid devrinin yüz karası ''Taif Mahkumları'' nın elemli hayatlarının ve Mithat Paşa ile damat Mahmut Paşa'nın şehadetlerine dair en sahih vak'aları tesbit edecek…
Şimdi de; ilk defa, elinizdeki cildin içinde sizlere anlatacak…
Şimdi; Sultan Hamid'in şahsına en çok değer verdiği ''saray erkanından'' birisi olan Kuşçubaşı Mustafa Nuri Bey'in ''sürgün sebeplerini'' dinleyiniz…
Çünkü bu sebeplerde, bütün bir devrin içyüzü saklıdır…
Meşhur ''Musahib Lütfi Ağa'' nın oğlu Mabeynci Faik Bey, Sultan Hamid'in sarayında ''Fehim Paşa'nın bir başka tipi'' vaziyetindedir;
Şımarık, küstah, Padişaha olan yakınlığını her türlü tahrik ve ocakları sürdürmek için Jurnal illeti halinde kullanan bir Saray Cici Beyi tipi…
Mustafa Nuri Bey'le Faik Bey'in evi, Yıldız'da, Yenimahallede Dört Gözlü Çeşme semtinde yanyanadır.
Saraylı Çerkes kızları, Mustafa Nuri Bey'in büyük kerimesi (S:8676)
Adile Hanımla bahçede gezinirken, henüz Sultaniyenin (yani bugünkü Galatasaray lisesinin) son sınıfında olan Faik Bey, harfendazlıkta bulunuyor (yani laf atıyor!...) Adile Hanım babasına şikayet ediyor!...
Padişahla bile çekinmeden konuşan Mustafa Nuri Bey, ertesi sabah, Saraydan gönderilen arabasıyla vazifesi başına giderken Faik Beyi kapının önüne çağırtıyor ve hem nasihat, hem tekdir ediyor.
O yaz, Sultaniyeyi bitiren Faik Bey, birdenbire, Sarayda en mühim memuriyetlerden olan Mabeynciliğe getiriliyor. Kendisiyle beraber Sultaniyeyi bitiren Miralay İsmail Bey'in oğlu Muhittin, Mustafa nuri Beyden Gümrüklere bir tayinini istediği zaman Mustafa Nuri Bey;
-Senin bir amcan seryaver Mehmet Paşa, bir amcan Medine muhafızı Osman Paşa...
Baban, ümeray-ı askeriyeden...
Ben manevi amcanım...
Şimdi senin memuriyet alman için benim delalet etmem onların sana alakasız kalmış olmaları gibi bir manaya gelebilir ve mütessir olurlar...
Sen bir defa amcalarına ve babana haber ver!
Hay hay, memnuniyetle seni Nazır Paşaya tavsiye ederim.'' diyor.
Saray erkanına mensub olmanın şımarıklığı içinde muğber olan Muhittin Bey, Mustafa Nuri 'e tekdir meselesinden küsmüş olan arkadaşı Faik Bey'e meseleyi anlatıyor…
Bu sırada, Medine muhafızı Osman Paşa'nın birinci refikasının kalfalarından bir hanım, evlendirildiği kuşçulardan Boyabadlı Mehmed'in Harem Dairesi kuşçuluğuna aldırılmasını irade buyurmuşlardır...
İçerdeki kadroyu bozamam!
Mazur görsünler.
İşte bu basit meselelerin yarattığı iğribirar, bakınız, nasıl inanılmaz neticeler veriyor;
VELİAHD REŞAD EFENDİNİN YEMEĞİNDE;
Mustafa Nuri Bey, boş vakitlerinde atına biner, ardına seyisini alır, Boğaziçi yamaçlarında gezmeyi sever ve sık sık Ayazağa köşkleri çevresinden de geçermiş. O zaman veliahd olan Reşad Efendinin köşkü Zincirlikuyu civarındadır. Kahıthane yolu üzerindeki köşkün yakınındaki Bostanda bahçıvan mısır ekmiş.
Mustafa Nuri Bey, seyisi ile giderken baş bağlamış mısırlara bakarak,
Seyisine!...
-Şuradan bir kaç mısır kes de, kebap yapalım! diyor.(S:8677)
Oysa;
Etraf, Fehim Paşaların, Hasan Paşaları, Kabasakalların, şunun bunun hafiyeleriyle çevrili.
Bir kenarda, bütün rütbe ve mansıbları bir tarafa bırakıp, cennet tabiat-ı önünde, çocukluk çağını hatırlayarak yediği iki mısır, Jurnal akınına sebep oluyor...
Hem de nasıl!…
Bu Jurnaller içinde, mısır koçanlarının veliahdın sarayının duvarlarından içeri ve ''Ağleb-i ihtimal içinde muhabere-i hususiyeyi muhtevi tezakir ile birlikte'' atıldığını bildirenler var!
Sultan Hamid telaş içinde!
Kendisine has ''hakikati arama'' yollarından birisine baş vuruyor…
Mustafa Nuri Beyi huzuruna kabul ederek diyorki:
-Mustafa Bey! Birader (yani veliahd Reşat Efendi.) Benden tavuk istedi. Has kümesten seçeceğiniz Hacıkadın tavuk ve horozlarını götürünüz ve selam-ı şahanemizi tebliğ ediniz! Ethem Ağa beraberinizde bulunsun!
Etem Ağa'nın tahsisen refakatine verilmesinden bile, Mustafa Nuri Bey şüphelenmiyor;
Etem Ağa, en yaşlı ve emektar kuşçu ve Mustaf Nuri Beyin mutemedi... Has kümesden Hacı kadın horoz ve tavuklarını alarak veliahda götürüyorlar.
Reşat Efendi, Sarayın bu efendi insanını muhabbet ve hürmetle karşılıyor, çok iltifat ediyor ve yemeğe kalmasında ısrar ediyor.
Lütfi Ağa, ağalarla beraber, Mustafa Nuri Bey de, Veliahdla beraber yemek yiyorlar…
Tabii jurnaller yağmur halinde yağmakta…
Ethem Ağa mağrur ve mesut…
Sarayda önüne gelene, Sultan Reşad'ın iltifatlarını anlatıyor…
Padişahın saf ihtiyarın önüne kasdı mahsusla çıkardıkları da, bu dinlediklerinin üzerine bin katarak vesvesesi ayaklanmış Padişaha yetiştiriyorlar…
Sultan Hamid, mutadı hilafına Hareme geçmeden Kuşçubaşını bekliyor ve hemen huzuruna kabul ederek soruyor;
-Birader memnun oldu mu?
-Ömrü şahanelerine dua ettiler. Arz-ı ubudiyet ettiler.
Sultan Hamid, içini boşaltır gibi soruyor;
-Mustafa Bey! Birader ile samimiyetiniz nereden başlar?
Mustafa Nuri Bey, hayretler içinde;
-Efendimiz!... İkinizin de çocukluğunu bilirim. Hanedan-ı Ali Şanınıza mensubeyne karşı perverde eğitim hürmet ve merbutiyet Şevketmeabca malümdur.-Her zaman sık sık ziyaret eder misiniz?
Bakınız sizi yemeğe alıkoymuş!.
-Bu defa, irade-i şahaneleri mucibince tasdi ettim. Lütfu nezaket buyurdular, yemeğe alıkoydular. Efendimizin kardeşinin ve veliahdı saltanatın bu uluvvucenabına istiğna göstermenin terbiyesizlik olduğunu lehülhamd vel minne bilirim, efendimiz.
Mustafa Nuri Beyin Kafkaslılık hiddeti ayaklanıyor. (S:8678)
Minnetsizliğin ve kabahatsizliğin verdiğ nefis emniyetle konuşuyor.
Sultan Hamid, muhatabının yüzüne dikkatle bakarak soruyor;
-Mustafa Bey. Sizde çok silah var mı?
O anda, Mustafa Beyin gözleri önünde perdenin bir tarafı aralanıyor;
Gerçekten de, Mabeynci Faik Bey, Muhittin Bey, Fehim Paşa kolu Mehmet Paşa ''tarafı'' nın hafiyelerinin verdiği Jurnaller arasında birisi var ki, Padişahı çileden çıkarmış;
‘’Sultanla daima temas halindedir. Mısır yemek için Ayazağa'ya kadar gitmesi, bir Mısıra bir mecidiye vermesi, mısırlar için yakılan ateş duvardan içeri atılan koçanlar, hepsi birer paroladır!’’
‘’Mustaf Bey'in hanesinin taharrisi halinde, bir bölüğü teslih edecek silah ve malzeme ele geçirilecektir.’’
Bu Jurnalden haberi olmıyan ve böyle bir iftira ile karşılacağını asla hatırına getirmeyen Mustafa Nuri Bey,
-Sizde çok silah var mı? sualine samimiyetle cevap veriyor;
-Tabii Şevketmeap...
Bir kere vazife icabı silah taşırım...
Sonra da, mensup olduğum ailenin silahşörlüğü ve silah merakı zat-ı melükanelerince de malumdur.
Sultan Hamid, birden ayağa fırlıyor;
- Mustafa!... Evindeki silah odasının anahtarını hemen ver.
Bu beklenilmiyen itab karşısında, Mustafa Nuri Bey, her şeyi anlamıştır;
Yaşadığı devrin sarayının içyüzünü, ahlaksızlıklarını hafiye iftiralarını, Padişahın vehmini bilen emektar adam, sükunetle ve istirablı bir bakışla, silah odasının anahtarını masanın üzerine koyuyor.
-BİR AVUÇ MÜNAFIK BİR MEMLEKETİ BATIRMAYA YETER.
Mustafa Nuri Bey, kapı yoldaşı, Tüfekçibaşı Tahir Paşanın odasında maphustur. Tahir Paşa, eski dostunu teselli ediyor.
Bu sırada, hafiyeler, başlarında mabeynci Ragıp Bey, Mustafa Nuri Bey'in Yıldızda dört Gözlü Çeşme yanındaki konağını basmışlardır!
Saraya, yirmiden fazla silah, çifteler, tabancalar, Vinçesterler ve bir çok da mermi torbaları getiriliyor. Bütün silahlar, Harem kısmındaki mabeyne getirilip bir masanın üzerine seriliyor…
Mustafa Nuri Bey, yine huzurdadır…
Padişah soruyor;
-Bu kadar silahın evinizde bulunmsasının sebebi ne?
Bunları nereden aldın?
Mabeynci Ragıp Bey, Mithat Paşa davasında en meşum vazifeyi yapan bu adam, ayakta elinde kağıt, söylenenleri not edecektir. (S:8679)
Sarayın o meşhur ''tahkikat'' ı başlamıştır. Mustafa Nuri Bey, izzeti nefsi yaralanmış olarak pervasızca cevap veriyor;
-Şevketmeab... Şu iki çifte sizin hediyenizdir. Şu Vinçester, Alman İmparatorunun, şu tabanca Prens Ferdinan'dın, şu mavzer Babamın Ruslarla müsademesini, şu ağızdan dolma çocukluğumda silah hocamın, şu ikisi askerliğimin, şu Tahir Paşakulunun, şu Hasan Paşa kulunun hediyeleri, geride kalanlar da kendi paramla beğenüp aldıklarımdır.
-Ey Efendimiz!... Şehzadeliğin elimde geçti... Kerem et, insaf et!…
Eğer elli senedir, beni de tanıyamamışsan, elli senedir ben de senin itimadını kazanamamışsam vay geridekilerin haline.
Bir avuç münafık, elli senelik emekleri heba etmeye de, memleketi batırmaya da yeter!…
Bir ömür devamı itimadını bir kaç pespayenin ihtirasına feda ettikten sonra başka gam kalırmı?...
Benim için üzülme...
Fizan'a kadar yolum var, istersen irade et, Sarayın bahçesine assınlar! diyor.
Sultan Hamid, son cümleleri dinlerken Haremin kapısındadır. Kaybolacağı sırada Ragıp Beye irade ediyor;
-Misafirliğe alınız, tahkikat yapılsın. (Tutuklansın)
O günlerde, Sultan Hamid'in cülusunun 25. yıl dönümü şenlikleri yapılmaktadır.
Mustafa Nuri Bey, Tahir Paşa'nın misafiri dir. Artık, evi ile hiç alakası kalmamıştır. Teamüle göre, o da hususi bir vapura konularak, Arap çöllerine tevdi edilecektir. (sürgün edilecek) Bu bekleme günlerinde, Mustafa Nuri Bey'in yanına, mekteb-i Harbiye talebesi büyük oğlu Eşref Sencer ve küçük oğlu Selim Sami Beyler de getiriliyor.
Eşref Bey, mekteb-i Harbiye talebesini Padişah aleyhine tahrikten maznun ve sabıkalıdır.
Garip olmaktan daha çok hazin bir tesadüf, Abdülhamid'in cülusunun yirmi beşinci yıldönümü şenlikleri başladığı gün;
Beşiktaş iskelesinde, Yedi Sekiz Hasan Paşanın odasına alınan Mustafa Nuri Bey, iki oğlu ile beraber, sahile mümkün olduğu kadar yanaşmış olan ''Şeref Resan'' vapuruna bindirilerek, Mekke'ye doğru yola çıkarılıyor…
DİLAVER AĞANIN KADERİ;
Veda pek firaklı olmuştur;
Yedi Sekiz Hasan Paşa, yirmi beş senelik Sultan Hamid idaresinin vicdanını rahatsız eden binbir hadisenin elemiyle, emektar kapı yoldaşının boynuna sarılıyor;(S:8680)
-Mustafa Bey kardeşim... Elem çekme... Sen kurtuluyorsun, Allah bizi de kurtarsın. İnşallah Sen orada iken, felek bizi de o mübarek yerlere layık görsün. diyor.
Mustafa Nuri Beyle iki oğlu, bir çatanaya bindirilerek, muhafaza altında Şeref Resan vapuruna, Sultan Aziz'in hatırası olan bu koskoca ahşap geminin güvertesine çıkarılıp, Doktor Şeref Mağmuminin biraderi olan Hidayet Kaptana teslim ediliyorlar.
Padişah bu sırada, Cihannüma köşkünde... Bu köşk, tam dış mabeyn bahçesiyle, Harem bahçesi arasında ve Çadır köşkü ve Arslanhane yakınında, Yıldız Sarayı çevresinin en yüksek yerindedir ve Sultan Hamid bizzat yaptırmıştır;
Alman İmparatoru, 1870-1871 Alman-Fransız harbinde Moltke'nin babasına hatıra olarak verdiği Sedan Kalesinin muazzam ve devrinin teleskopu kadar muhteşem dürbününü Sultan Hamid'e hediye etmiş. Mesela, Çanakkale boğazı için mükemmel bir istihbar vasıtası olan bu muhteşem dürbününü Cihannüma köşküne koyan Padişah, bununla Üsküdar kıyılarını, denizi tarassud eder olmuştur!…
İşte Şeref Resan'ı Yıldız bahçesine sokacak kadar yaklaştıran muazzam dürbinin önünde, bir vehim uğruna evlerinden barklarından ettiği mazlumları seyrediyor!…
Arkasında da, Sarayın en efendi, kibar musahiblerinden Dilaver Ağa ile ''Deli'' diye anılan Harem Ağası Cafer Ağa vardır…
Sultan Abdülhamid, dürbinle bakarak gördüklerini anlatıyor;
-İşte, Mustafa merdivenlerden çıktı!... Arkasında büyük oğlu, onun arkasında küçüğü... Kaptan efendi yanlarına yaklaştı. Kimdir o yüzbaşı?... Muhafız olacak... Kaptan köşküne giriyorlar. Padişah söylenirken; Dilaver Ağa, Mustafa Nuri Bey'in tamamen günahsız, masum, Sarayın o ciyfe, berbat, hafiye kadrosu içinde merd, dürüst, vakür halini bildiğinden, Cafer'e eğilerek diyor ki;
-Yazık oldu Mustafa Bey'e... Sebepsiz yere en kıymetli kapıyoldaşımızdan olduk. Ya genç oğulları?...
O biçarelerin kabahati ne idi? Arslan gibi evlatlar... Memlekette iki dilaver zabit yetişecekti. der.
Dilaver Ağa'nın gözleri dolu dolu fısıldadığı bu sözlerin son cümlesinde, Sultan Hamid'in başını çevirdiğini gören Deli Cafer korku içinde haykırıyor;
-Bakınız efendimiz, bakınız! Dilaver kulunuz ne söylüyor?
Ve padişah,
-Derhal bu Arabı da, o sevdiği kapıyoldaşının yanına gönderin... Beraber gitsinler... diye haykırıyor. (S:8681)
O TARİHTE ON DOKUZ YAŞINDA, GENÇ BİR ZABİT NAMZEDİ (Harbiye'nin son sınıf talebesi) OLAN EŞREF BEY ANLATIYOR;
-Babamla beraber, Hidayet kaptanın yanına indik. Babam müteessir, biz kardeşim Selim Sami ile şen ve mesuttuk;
Düşünen kafalar ve gören gözler için o devirde sürülmüş olmak, bir vatanperverlik imtiyazı idi. Hiç fütür getirmiyorduk.
Harbiye'de, fikrimiz ve şuurumuz, Hürriyet hasreti ile dolmuştu.
Gizli gizli Meşveret okurduk, ezberlediğimiz Namık Kemal'in şiirlerini tekrar eder, Mithat Paşa'nın mücadelesinin bütün safhalarını yüreğimiz titreyerek anardık.
Nereye gideceğimizi bilmiyorduk amma; her halde biz de çok pek çook uzaklara, Hicaz çöllerine sürülüyorduk.
Bu bir ayıp ve utanç değildi. Bilakis , hür fikirlerinden ve hak duygusundan korkulan insanların maruz kaldığı ceza idi.
Biz bu hislerle etrafımıza bakınırken, sahile dürbünle bakan ve vapurda hareket hazırlıkları emri veren Hidayet kaptan, seslendi;
-Dikkat!... Bir saray katığı ve içinde harem ağası geliyor!...''
İlk hatıra gelen, Padişahın, bir vicdan azabı duygusu ile babamı affetmesi ihtimali idi. Bir çokları sevinç ve ümitle bakışırken, Hidayet kaptan ilave etti;
-Kayıkda Ortaköy komiseri Faik Bey de var.
Bir kaç dakika sonra; önde Musahib Dilaver Ağa, arkada Faik Bey, geminin merdivenlerinden güverteye çıktılar!...
Dilaver Ağanın siyah rengi adeta sararmıştı, dudakları titriyordu!... Hiç birbirimizle konuşmadan,
Faik Beyin önüne yürüdü ve kaptan köşküne girdi!... Arkasından kapı kapatıldı... Hayretimiz çok sürmedi!…
Faik Bey; çok Hürmet ettiği Babama, bir kaç cümle içinde vaziyeti anlatmıştı.
- Bundan sonra asiline hizmet edeceğim!
Seyahat maceralı olmuştu; Şeref Resan vapuru Beyrut önlerinde bozulmuş, mahkumları Babil vapuru alarak Cidde'ye çıkarmıştı. Medineye geldikleri zaman, Başkatip Tahsin Paşadan Padişah namına gelen bir telgrafı, Medine Kumandanlığında kendilerini bekler bulmuşlardı; Medine-i Münevverede aramsaz
Mustafa Nuri Beyefendiye;
- Bir arzunuz varsa, atabe-i ulyaya arzetmek üzere makam-ı aciziye inbası irade-i cenab-ı melükanedir. Olbabda.
Mustafa Nuri Bey;
Padişahın bu telgrafına, unutulmaz bir cevap verdi!... Bu cevap, haysiyetli bir insan için çok ağırdı;
Malumdu ki Halifeler, Peygamber Efendimizin ''vekil'' leri idiler!...
Ve Abdülhamid'in de en çok kullandığı tabir ''Halife-i Resul-Allah''idi.
Bunu bilen Mustafa Nuri Bey, Mabeyn Başkitabetine şu cevabi telgrafı gönderdi; (S:8682)
- Bu yaşıma kadar, Hilafet vekaletine ihlas ile hizmet ettim!... Neticesi meydandadır!…
Asilinin asalet-i maneviye ve inayet-i ruhaniyesinde tam bir iman ile merbut iken vekiline sarfedilmiş senelerimin hicranı içinde, bundan sonra asiline arzı hizmetle mübahi olacağım. Allah’dan ve şehri içinde son demlerimi geçirmekle mesut olduğum nebisinden başka, hiç kimseden hiç bir talebim olmadı ve olmayacaktır.
Mustafa Nuri Bey, telgrafında da kaydettiği gibi, bundan sonraki hayatında Peygamberin şehrinde yaşamaya layık hakiki bir mümin gibi taat ve ibadetle meşgul olacak. Fakat iki oğlu! Bu iki genç; 1908 ikinci Meşrutiyet hareketinin ön kadrosuna karışacaklar.
Mustafa Nuri Bey'in büyük oğlu Eşref Sencer Beyin; 1913 senesinde, yeniden teşkilatlanan, Balkan Harbinin yüz karasını üzerinden atarak Türklüğe yaraşır hüviyetini bulan Osmanlı ordusunun en çok muhtaç olduğu ''istihbarat'' işlerini düzenlemek, içerde ve dışarda bu gaye ile teşkilat yapmak, o günkü şartlar içinde birer ihanet yuvası haline gelmiş olan ayrılıkçı ekalliyet hareketlerini kontrol etmek, tecrid edilmiye çalışılan ve Abdülhamid'in pasif, korkak, mütereddit dış siyaseti ile haysiyeti sıfıra inmiş devletin harici itibarını milli ve beynelmilel imkanlardan faydalanarak iade etmek ve hatta Mebusan Meclisine girebilmiş olan iftirakçılığı önleyici tedbirleri vaktiyle alabilmek için mahremiyetine azami itina edilerek, hatta bidayette bazı nazır paşalardan bile habersiz, Enver Paşa ve ordunun ileri gelen bir kaç kumandanın bilgisi ile kurdukları ''Teşkilat- ı Mahsusa'' örgütü (S:8683)
Birinci Cihan Harbinde, romanlara mevzu olacak çetin ve heyacanlı mücadelelere girdi. Büyük ihtilaller çıkardı. Hindistan'da yer yer ayaklanmalara yol açtı. İslam İttihad Hareketi, Turan İdeali gibi mefkürlerin birer aksiyon haline getirilmesine çalıştı.
Eşref Sencer ve Selim Sami KUŞÇUBAŞI kardeşler, 1913 senesi sonlarında; Balkan Harbi felaketeinden sonra, Enver paşanın örgütlenmesi altında Eşref Sencer KUŞÇUBAŞI önderliğinde ani bir çıkışla Edirne, Bulgarlardan kurtulur. Kuşçubaşı kuvvetleri ileri harekata devam ederek, ''BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİ'' nin kurulmasında büyük rol oynamıştır.
KAYNAK: ''TÜRKİYE İSTİKLAL VE HÜRRİYET MÜCADELELERİ TARİHİ''
CİLT: ''15'' SAYI: ''21'' TARİH: ''Şubat 1961'' YAZAR: Cemal KUTAY
BATI TRAKYA TÜRK CUMHURİYETİNİN KURULMASINDA BÜYÜK EMEKLERİ BULUNAN ;
Eşref Sencer ve Selim Sami KUŞÇUBAŞI kardeşler.
‘’Tatar’’ ünvanıyla maruf olan fedai Hüseyin Çavuş.
Süleyman ASKERİ.
İsmail Enver (Enver Paşa)
Ve daha nice isimsiz kahramanı saygı ve minnetle anıyoruz!...
YOLUNUZ, YOLUMUZDUR!...
MEKANINIZ CENNET OLSUN!..
Not. Tatar Hüseyin;
Himalayaları aşarak Kaşgar üzerinden Türk Ana-Vatanına geçerek, burada Ruslar'ı uzun uzun uğraştıran ve neticede;
Buhara Cumhuriyetinin kurulmasına imkan veren, ''Asyada Son Beş Osmanlı Türk''ün başında giden Kuşçubaşı Selim Sami'nin maiyetinde bulunmuştur.