Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin bugün TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma şöyle:
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Değerli Misafirler,
Basınımızın Saygın Temsilcileri,
Bu haftaki grup toplantımızın başında müstesna heyetinizi en kalbi duygularımla birlikte saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.
Yurt içinde ve yurt dışında; televizyon ekranlarından, radyo kanallarından, sosyal medya platformlarından bugünkü toplantımızı takip eden tüm vatandaşlarımızı,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda onurlu bir hayatın mücadelesini veren bütün kardeşlerimizi hürmetle selamlıyor, hepsini muhabbet ve özlemle kucaklıyorum.
İstikbalin aydınlığı, ancak onu hak edenlerin, hakikatin ilkelerine noksansız bağlılık duyanların mücadele ve müdahalesiyle parlayacaktır.
Bu kapsamda dirençli iyimserliğimizi ve dirayetli inancımızı kararlılıkla savunmanın dışında ikinci bir seçeneğe her şart altında kapalıyız.
Bahse konu aydınlığın kesintisiz şekilde hem ışık hem de ısı vermesi milli birlik ve kardeşliğin, toplumsal uzlaşma ve dayanışmanın varoluş enerjisine doğrudan doğruya bağlı olduğunu düşünüyoruz.
Bunu sadece düşünceyle sınırlamıyor aynısıyla pusulamız yapıyoruz.
Bizim gelecek tasavvur ve tasarımımız, Türk milletinin dünya üzerinde olmasını arzuladığı en üst mertebeyi hedef alan ve uzun vadeyi kapsayan ufuk ötesi bir menzilin arayışıdır.
Uzak hedeflere kilitlenenler, hayal gibi görülen ülkülerin peşinde gidenler ancak ve ancak gönlü, vicdanı, ruhu, heyecanı ve şuuru büyük olan adamlardır.
Asıl mesele önümüzde perde perde açılan ufuk çizgisine odaklanmak değil, ufkun ötesine bakabilmek, bu suretle muhtemel fırsat, mükâfat ve müşkülatları zamanlama hatasına düşmeden öngörebilmektir.
Bu yüksek öngörü seviyesinin şükranla anılan misallerini milli abidemiz olan Orhun Yazıtları’ndan itibaren tarihimizin kilometre taşlarında görmek mümkündür.
Ancak bunu yaparken hakikatin izinden ve izharından ayrılmamak gerekmektedir.
Bu aşamada aziz Atatürk’ün şu veciz sözünü hatırlatmak ve bu minvaldeki çabamızı bahusus paylaşmak istiyorum:
Diyor ki: “Biz her zaman hakikati arayan, onu buldukça da söylemeye cüret eden insanlar olmalıyız.”
Hakikati söylemekten, hakikatin temsil ve telaffuzundan en küçük tereddüt gösteremeyiz, göstermemeliyiz.
Şayet gösterirsek, şayet hakikate dudak büküp yüz çevirirsek yalan ve yıkımla bezenmiş bir hayatın, sahte ve sanal ilişkilerle belirlenmiş hadiseler hamulesinin pasif bir öğesi olmaktan bir türlü kurtulamayız.
Bizim siyasetimizin mana ve muhtevası, icra ve ifade muhtırası hiç kuşkusuz hakikatle temellenmiş, hakkın ve halkın müdafaasıyla temerküz etmiştir.
Hakikat neredeyse biz oradayız, buna da aralıksız ve aracısız devam edeceğiz.
Hakikatin tezahürü olan açık ve açıklayıcı sözlerimizi eğmeden, bükmeden, çelişkinin ve çekimserliğin yörüngesine girmeden seslendirmekten de vazgeçmeyeceğiz.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin özü doğru ve doğal, sözü dobra ve donanımlıdır.
Fazilet ve fikriyatımızın refakatiyle, inanç ve ilkelerimizin referansıyla, ülkü ve ahlaki hedeflerimizin rehberliğiyle dava ve siyaset mücadelemizi sürdürmenin amacından başka bir gündemiz yoktur.
Başkaları alınır veya gücenir diye, bazıları darılır veya küser endişesiyle, kimileri rahatsız veya huzursuz olur düşüncesiyle hakikati haykıran dava ve şuur mihrabı olmaktan asla taviz vermeyeceğiz.
Nitekim hakikati arayan, hakikati amaçlayan, hakikat üzere hayat ve siyaset planlayan hiç kimse gürültüye kulak asmaz, ona buna pabuç bırakmaz.
Evvelemirde söylemek ve üzerinde durmak istediğim birinci hakikat şudur:
Kıbrıs Türk’tür, Türk’ün öz vatanıdır, federasyon tez ve tekliflerinin geçerliliği ve geleceği kesinlikle yoktur.
Kıbrıs milli davamızdır; muhterem ecdadımızın alın teri, göz nuru, gönül suru, hatıra ve hafıza yurdudur.
Bu haklı ve hakikatli davadan geri dönüş katiyen yoktur.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 6’ıncı Cumhurbaşkanını seçmek maksadıyla geçtiğimiz Pazar günü Kıbrıs Türkleri sandık başına gitmişlerdir.
Seçmen sayısının 218 bin 313 kişi olduğu bu seçimde katılım oranı yaklaşık yüzde 62,83 düzeyinde gerçekleşmiş, bu suretle Cumhuriyetçi Türk Partisi Genel Başkanı Sayın Tufan Erhürman kullanılan oyların yüzde 62,80’nini alarak yeni cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne saygı, şükran ve takdirle anılacak hizmetleri geçen Sayın Ersin Tatar ise kullanılan oyların yüzde 35,77’sini alarak bu demokratik yarışta maalesef geride kalmıştır.
Seçimlerin geçici sonuçları belli olur olmaz kamuoyuyla şu görüş ve değerlendirmemi paylaştım:
"KKTC'de yapılmış olan seçimin sonuçları çok az bir katılımla gerçekleşmiştir.
Kıbrıs Türklüğünün kaderi bu katılımla temsil edilemeyecek durumdadır.
Seçim sonucu, seçim kurulu tarafından açıklanmış olsa dahi KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, seçim sonuçları ve federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli ve Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı almalıdır."
Bununla birlikte geride kalan haftada, KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde, “Kıbrıs sorununa iki devletli çözüm” konulu öneri oy çokluğuyla kabul edilmişti.
Cumhuriyet Meclisi’nin iradesi federasyon değil egemen eşitliğe dayanan iki devletli çözümün sağlanmasıdır.
Anılan yaklaşımla bizim ortaya koyduğumuz görüş arasında esasta hiçbir fark yoktur.
Maşeri vicdana tercüman olan bu haklı tespit ve teklifimizin akabinde Cumhur İttifakı’nda çatı uçtu, vazo çatladı, anlaşmazlıklar sertleşti, görüş ayrılıkları ayyuka çıktı iddiaları ne kadar yaygın ve yoğun olsa da,
Türkiye’nin hak ettiği huzurlu, güvenli ve refah dolu günlere ulaşasıya kadar çatlama, patlama, uçma, kaçma veya niyet okuyuculuğundan mülhem abuk sabuk ifadeler hükümsüz, itibarsız ve asılsızdır.
Fakat herkesin aklını başına alarak, Kıbrıs’taki seçimleri iyi okumasını, federalizme giden mayınlarla dolu güzergâhın ülkemize ve bölgemize nasıl yansıyacağını dikkatle tefsir etmesi halisane temennimdir.
Meselenin demokratik haklarla ve sandığa saygıyla alakası hiç yoktur.
Zira mesele vatan meselesidir, millet meselesidir, beka meselesidir, güvenlik meselesidir, onur ve şeref meselesidir.
Kıbrıs’ta egemen eşitliğe dayalı iki devletli çözüme kapalı duran ve federasyon özlemlerine yeşil ışık yakan bir siyasi zihniyet ve iradenin geçmişin acı ve ıstırap veren olaylarını tekrar canlandırma ihtimali yabana atılamaması gereken yakın bir tehdittir.
Kötümserler yalnızca tüneli görür.
İyimserler tünelin sonundaki ışığı görür.
Hakikat merceğinden bakanlar da hem tüneli, hem ışığı, hem de gelmesi muhtemel olan treni görür.
Ada’da kalıcı, adil, sürdürülebilir barış ve huzurun sağlanması için egemen eşitlik temelinde iki devletli bir çözümün vasat ve varlık bulması kaçınılmazdır.
Federasyona dümen kırmak demek Kıbrıs Türklüğünü asimilasyon çarkında israf etmek, milli ve hukuki kazanımları tırpanlamak demektir.
Buna da hiç kimsenin, hiçbir siyaset önermesinin hakkı yoktur.
Hatta bırakınız hakkı olup olmadığını, Kıbrıs Türklüğünün Türkiye Cumhuriyeti’yle ortak geleceğini darboğaza sokmanın ihanet ve cinayet olacağını bilmek ve görmek mutlak bir gerekliliktir.
Güvenlik garantileriyle Kıbrıs’taki Türk askeri varlığını federasyon gevelemesiyle tartışmaya açmak için müsait zaman ve zemin kollayanların çabaları boşuna, hevesleri beyhudedir.
Tarihi ve milli bir hakikatin hile ve hıyanetle, dış bağlantılı ayak oyunlarıyla, Rumlara şirinlik yapan ucuz numaralarla tahribi diye bir şey söz konusu dahi edilemeyecektir.
Bunun önündeki aşılamayacak bariyer tarihtir, çekilen acılardır, Türk milletinin egemen ve hükümran mazisidir.
Kıbrıs bir adadan çok daha ötesidir.
Kıbrıs Doğu Akdeniz’deki sancak, Türk milletinin can damarı, Türk istiklal ve varoluş ruhunun siyasi, stratejik ve jeopolitik misyonudur.
Kıbrıs’ın güvenliği ve geleceği Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik ve geleceğiyle bir ve aynıdır.
Bu kapsamda Kıbrıs Türk’tür, hep de böyle kalacaktır.
Herkes aklını başına devşirip hesabını buna göre yapmalıdır.
Kıbrıs, rahmetle andığım şehitlerimizin emaneti, Allah’tan uzun ömürler dilediğim gazi ve mücahitlerin, bunun yanında Türk Mukavemet Teşkilatı’nın, kurucu Cumhurbaşkanı Merhum Rauf Denktaş’ın, Merhum Fazıl Küçüğün, elbette Kıbrıslı Türklerin aziz yadigarı, namus timsalidir.
Tekraren ifade etmek gerekirse; “KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, seçim sonuçları ve federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli ve Türkiye Cumhuriyeti'ne katılma kararı almalıdır."
3 Ekim 2017 tarihli Meclis Grup Toplantımızda demiştim ki;
“O zaman geldiğinde, şartlar oluştuğunda, tarih coğrafyaya dar geldiğinde Misak-ı Milli uyanacak; 81 Düzce’den hemen sonra 82 Kerkük, 83 Musul deme hakkının önünde hiçbir güç duramayacaktır.”
Bu görüş ve hedefimize sonuna kadar bağlı olmak kaydıyla, durumun aciliyetine binaen, şimdilik kısmi bir revize yaparak diyeceğim şudur: 81 Düzce’den sonra 82’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olması artık hayat memat konusu haline gelmiştir.
Kıbrıs Türklüğünün arasına yuvalanan mandacı ve teslimiyetçi kimi EOKA ve ENOSİS muhipleri şahsımı ve partimizi hedef alarak, “Size ne sonuçlardan! Sizi ne ilgilendiriyor!” demek suretiyle ağız ve ahlak bozukluğunda seviyesiz ve dibe batan bir evreye geçmişlerdir.
Bu gafiller iyi dinlesin; nasıl olsa Beşparmak Dağları’nda dökülen kanlar sizin değil.
Nasıl olsa Akdeniz’de yankılanan çığlıklar sizden çıkmadı.
Nasıl olsa gelene ağam gidene paşam demeye alışkınsınız.
Hamd olsun, tarihsel hafızada taşıdığımız vatan topraklarıyla bağımızı ve ilgimizi manen, fikren ve hassaten hiç kesmedik.
Çünkü biz Kıbrıs’a bakınca vatan görüyoruz.
Çünkü biz Kıbrıs denildi mi akan suları durduruyoruz.
Çünkü biz Kıbrıs gündeme geldi mi 1571’den itibaren Türk milletinin hakimiyet, haysiyet, asalet ve adaletiyle sivrildiğini anlıyor, anlatıyor, bununla da övünüyoruz.
Kıbrıs’taki seçimlerden size ne diyenler kimin kundağına sarıldı, kimlerin beşiğinde sallandı bilememem, ama biz vatanı namus bilen, Kıbrıs’ı da namus addeden soylu bir duruşun, sorumlu bir duyuşun bıçkın ve Ülkücü seslenişiyiz.
Bu seslenişin inanmış müellif ve müteyakkız neferleri olmayı da bihakkın ve nesiller boyunca sürdüreceğiz.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Söylemek ve üzerinde durmak istediğim ikinci hakikat şudur:
Gazze özelde Gazzelilerin, genelde ise Filistin halkının helali hakkıdır.
1967 sınırlarıyla ihata edilmiş, başkenti Doğu Kudüs olan, coğrafi bütünlüğünü sağlamış, bağımsız ve egemen Filistin Cumhuriyeti’nin kurulması, Birleşmiş Milletler nezdinde de tam üyelik statüsünün elde edilmesi bir lütuf değil, hakkın ve hakikatin gereğidir.
Zora, zorbalığa ve silaha yaslanarak bu hakikati çiğnemek, bu hakikatin üzerine basarak geçmek tıpkı bumerang gibi ters dönecek, Siyonist-emperyalist kumpası boşa düşürecektir.
Mısır’ın Şarm El-Şeyh kentinde Türkiye’yle birlikte Katar, Mısır ve ABD’nin arabuluculuğu, garantörlüğü ve imzasıyla hayat bulan deklarasyon, bir başka ifadeyle niyet metni veya mektubu hukuken değilse bile ahlaken bağlayıcı mahiyettedir.
Ne var ki Hamas ile İsrail arasında varılan geçici ateşkes kararı henüz kalıcı ve kesin bir bağlayıcılığa kavuşamamış, beklendiği gibi İsrail’in ateşkes ihlalleri peyderpey görülmeye başlanmıştır.
İsrail geçtiğimiz pazar günü Gazze Şeridi’nin güneyindeki Refah’a hava saldırısı düzenlemiştir.
Her ne kadar, ateşkesin yeniden uygulanmaya başlandığı açıklansa da, imzasına ve taahhüdüne riayet ve sadakat göstermeyen bu haydut devletin tekrar savaş ve soykırım etabına dönmeyi planladığı ortadadır.
İsrail’e güven olmayacağı, güven duyulmayacağı hepimizin malum olsa da, temennimiz ihtiyatlı ve temkinli bir iyimserlikle hareket etmek suretiyle kalıcı ateşkesin temini, müteakiben iki devletli barış antlaşmasının ikmali uluslararası toplumun ve Birleşmiş Milletlerin ısrarlı girişimleriyle derhal hayata geçmelidir.
Dahası İsrail’in Lübnan’ın güney ve doğusundaki yerleşim yerlerine yaptığı hava saldırısı bu şirret devletin sakin ve sağduyulu olmayacağını bir kez daha teyit etmiştir.
Neresinden bakarsak bakalım, İsrail bölge ve dünya barışına doğrultulmuş Siyonist silahtır.
Bu silah susmadıkça, Filistin Cumhuriyeti kurulmadıkça, mazlumların gözyaşları kurumadıkça ne istikrar, ne huzur, ne de barış tesis edilemeyecek, korkunç nitelikli hak ve hukuk gaspları eksik olmayacaktır.
İsrail’in karanlık sicili, suça batan ilkel ve şımarık iktidar siyaseti bölge ülkeleri ve insanlık vicdanı aleyhine her türlü musibetin kaynağıdır.
Bu zulüm ve zehir üreten kaynağın ya ıslahı ya da kurutulması küresel adalet ve küresel güvenlik mimarisinin şaşmaz görevi, şüphe götürmez mesuliyetidir.
Bir başka önemli mesele ise, Gazze’de İsrail’in silahlandırıp sahaya sürdüğü çetelerin tehlike saçan eylemleri ve neden oldukları tahrik ortamının barış ve ateşkes çabalarını zedelemesidir.
Hamas’ın silah bırakmasını dayatanların, silahsız bir halkı canlı hedef haline getirmek için yeni bir faaliyet içine girdikleri veya girecekleri kuşkuya yer bırakmayan bir tuzaktır.
İki devletli çözüm vücut bulduktan sonra elbette Hamas’ın da atacağı adımlar olacaktır ve silah bırakmak bunlardan birisidir.
Ancak hakikat temelinde inşa edilmesi gereken iki devletli çözüm iklimi hâkim olmadıkça tek taraflı silahsızlanmanın nasıl sağlanacağı, nasıl tasvip ve tasdik edileceği sancılı bir muammadır.
Değerli Milletvekilleri,
Tunuslu İslam düşünürü İbn-i Haldun’un paylaşacağım şu sözü siyaset ve hakikat mihverinde üzerinde kafa yormayı hak eden bir muhtevaya sahiptir.
İbn-i Haldun şöyle demişti: “Geçmişle gelecek suyun suya benzediğinden daha çok benzer.”
Ne kadar geçmişe bakarsak o kadar uzağı görmemiz bir tarih ve kültür gerçeğidir.
CHP’nin iflah olmaz hastalıklı siyasetinin yumuşak karnı da buradadır.
Maziye kör, millete ve milli geleceğe şaşı bakan CHP yönetiminin ülkemizi dışarıda sürekli şikayet etmesi, bu partinin genel başkanının Hollanda’da gene aynı muhteris ve müfsit siyasette inat etmesi anlaşılır gibi değildir.
56 yılı bulan siyaset mücadelemizin her safhasında sabır, akıl, şuur, denge ve ihtiyatla beraber ilke, ülkü, inanç ve sarsılmaz bir irade yol haritamızın eksen ve koordinatlarını tayin etmiştir.
Gazali’nin meşhur tespitinden istifade edersek, bizim bağımız taklidi imanla değil tahkiki imanladır.
Halka, hakka ve hakikate olan tartışmasız ve su katılmamış bağlılığımızın gerçek özü de burada aranmalıdır.
Yunus’un dediği üzere, cümleler doğrudur sen doğru isen, doğruluk bulunmaz sen eğri isen.
Duruşumuz doğru, yolumuz doğru, yürüyüşümüz doğru, mücadelemiz doğru, sözümüz doğru, ülkümüz doğru, fikrimiz dosdoğrudur.
Allah’tan niyazım da bizi doğrudan ayırmamasıdır.
Aklederek, iman ederek, tefekkür ederek, hizmet ederek, himmet ederek, sevdamız Türkiye ve Türk milleti diyerek şuurlu bir şekilde hakikatin izindeyiz.
29 Ağustos 2009 tarihinde düzenlediğimiz “Çözülen Ülke Türkiye Ve Ülkümüz” konulu toplantıda şunları söylemiştim:
“Şuur, heyecanı yılgınlıktan kurtarır.
Şuur, cesareti çılgınlıktan kurtarır.
Şuursuz heyecan tez söner, şuursuz cesaret ziyan olur.
Ama şuurdan doğan heyecan, iman ve cesareti yenecek bir kuvvet ise henüz ortaya çıkmamıştır.”
Şuurumuzun kaynağı akıl, iman ve irade terkibi; geçmişle gelecek arasında kurduğumuz ahlaki ve aidiyet köprüsüdür.
Büyük Türk düşünürü Yusuf Has Hacip’in ifade hüneriyle söylemek isterim ki, “bütün saygı ve itibar akıl içindir. İnsandan aklı atınca geriye bir avuç çamur kalacaktır.”
İnsan hakikati araştıracak, doğru cevapları bulacak ilahi bir ikrama sahiptir.
Bu ikramın temyiz kudreti Farabi’nin düşüncesinde muhakemat-ı akliye, yani tamı tamamına fonksiyonel aklın ta kendisidir.
Akıl ve iman kılavuzluğuyla mücadele etmek bir meziyet, bunun semeresi olan; şuur, bilgi ve çalışmayla erişilen muvaffakiyet ise hakkı teslim edilmesi gereken bir maharettir.
Hem mücadele seferindeyiz, hem de muvaffakiyet ve maharet seferberliğindeyiz.
Yılgınlığa ve yorgunluğa düşmeden, azgınlaşmış hırs ve ihtiraslara prim vermeden bir yanda dava diğer yanda millet ve medeniyet mücadelemizi sürdürüyoruz.
Biz tuttuğu bayrak, bastığı toprak, baktığı hakikat belli olan Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
Türkiye’mizin uzun zamandan beri maruz kaldığı sorunların geniş bir mutabakatla ve köklü şekilde çözülmesini hedefliyoruz.
Önce ülkem ve milletim diyoruz.
Küçük hesaplara hiç aldırış etmiyoruz.
Fosilleşmiş zihniyetlerin, fırsatçı asalakların, fesatlaşmış ahmakların ve çıkarlarından başka bir şeyi gündemlerine almayan garabet yuvalarının tazyik, tertip ve telkinlerine devamlı kapalı ve karşı duruyoruz.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı olarak, Türkiye’yi her cihetten, her mevziden cesaretle savunuyor, onca dedikoduya, onca saldırı ve fitne tufanına rağmen boyun eğmiyor, teslim olmuyoruz.
Geldiğimiz bu noktada, söylemek ve üzerinde durmak istediğim üçüncü hakikat şudur:
Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Terörsüz Türkiye hedefimiz bu ebedi bütünlüğü korumak, kollamak ve yeni yüzyılda bütün yönleriyle güvenceye kavuşturmaktır.
Yakından müşahede ve mütalaa ediyorum ki, son günlerde “Terörsüz Türkiye” adımlarını yıpratmak, yıkmak ve yıldırmak üzerine kurgulanmış, kaldı ki farklı gerekçelerle ilerletilen bir komplo mekaniği devrededir.
Türk milletinin sinir uçlarına dokunan söz, iddia ve ihtiraslı istekler emin olunuz ki barış, huzur ve kardeşlik ortamını sulandırmaya matuftur.
“Terörsüz Türkiye” bölünmüş, bölünmesi hayal edilmiş, çatısı çökmüş bir Türkiye’nin kisvesi, kamuflajı ve gizli sığınağı değildir, tam tersine hizmet edenler tarih, hukuk ve millet huzurunda kaçamayacakları mükellefiyet altındadır.
Meclislerin kuruluşuna egemen olan değerler, o ülkelerin siyaset felsefesini ve yönetim ilkelerini oluşturur.
Rejimin esaslarını, siyasetin ahlakını, toplumun hedeflerini, devletin ve vatandaşın sorumluluklarını belirlerler.
Hepsinin özeti de siyasi akıldır.
Bu siyasi akıl demokraside samimi, dürüst ve ısrarlıysa cesur kararların mayası olacaktır.
Gazi Meclis’te kurulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” böylesi bir siyasi akılla, geniş bir temsiliyet yapısıyla “Terörsüz Türkiye” hedefinin demokratik ve hukuki parametrelerini hazırlayıp olgunlaştıracaktır.
Kervan yoldayken, olmayan ganimetin paylaşım telaşına düşmek, buna heves etmek, yegâne gündem olarak bunu görmek iyi niyetle izah edilemeyecek sapma ve çarpıklıktır.
Söylemek ve üzerinde durmak istediğim dördüncü hakikat şudur:
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleriyle, Türk milletinin birliğini, dirliğini ve dayanışma azmini kıracak hiçbir dayatma veya teklifin geçerliliği ve konuşmaya değecek tarafı yoktur, olması da düşünülemez.
Fiili durum yaratmak, siyasi ihtiraslarda aşırıya kaçmak kimseye bir şey kazandırmaz.
İhtiras hayatın üç temel kudretini, yani irade, inanç ve aklı bereketsiz hale getirir.
Merhum Hocamız Prof.Dr. Ali Fuat Başgil diyordu ki;
Türkiye’de demokrasi tercihi ikiyüzlüdür.
Kararsız ve inançsız siyasetçiler bu ikiyüzlülüğü sürdürürler.
Göreceksiniz, elli yıl sonra da aynı şeyleri tartışacağız.”
Muhataplarına sesleniyorum, gelin aynı şeyleri tartışmayalım.
Geçmişlin acılarını istismar ederek geleceği kundaklamayalım.
Şehitlerimizin ve gazilerimizin mücadele onurlarına, şükran duyduğumuz hatıralarına, vatan ve millet sevdalarına leke sürdürmeyelim.
Türk-Kürt kardeşliğinin emsalsiz feragat, feraset, fedakarlık ve kaynaşmasıyla beşeriyetin kaptan köşküne tırmanan Türk milletini varlığımızın kutlu nişanesi olarak el ele, gönül gönüle sahiplenelim.
Partimiz, gücünü milletinden alan siyasal düşüncenin savunucusudur.
Onun için de adımız Milliyetçi Harekettir.
Millet olma halinden daha güçlü bir alternatif ve kuvvet henüz bulunmamıştır.
Millet olmakla yeryüzünün çehresi, tarihin çağrısı değişmiştir.
Millet olmakla milli devletler doğmuştur.
Demokrasiler millet gerçeğinden beslenmiş ve gelişmiştir.
Bizim vazgeçmeyeceğimiz temel gerçek millet hakimiyeti ve millet hakikatidir.
Milliyetçilik de bu hakikatin şuurla kavranması ve kavramsallaştırılmasıdır.
Milletimiz bellidir, adı Türk milletidir.
Ne yapacaksak bu millet gerçeğinden ilham alarak yapacağız.
Devletimiz bellidir, Türkiye Cumhuriyeti devletidir.
Devlete ortak koşmak, rakip çıkarmak, otorite paylaşımını ümit etmek, demokrasiyi ufalayarak yerelleşmeye veya özerkliğe kılıf aramak sonu uçuruma açılan kontrolsüz arayışlardır.
Bilhassa anayasal vatandaşlık ezberiyle Türklüğü etnik yapıya indirgeyerek anayasadan tasfiye emeli olmayacak duaya amin demekten farksız bir avunmadır.
Anayasanın 66.maddesiyle ilgili polemik yapmak, hava koklamak, zemin yoklamak, kara propagandaya girişmek abesle iştigaldir, sonu ve sonucu da hüsrandır.
Millet olma hali, onu oluşturan alt kültürlerin, lehçelerin ve hatta kimliklerin inkârı anlamını taşımaz.
Bu açıdan Milliyetçi Hareket Partisi’nin millet anlayışı ötekileştirici ve uzaklaştırıcı değildir, hiçbir zaman da olmamıştır.
Tamamen kültürel eksende dillendirilen “Ne Mutlu Türküm Diyene” seslenişi müşterek heyecan ve şuurda kenetlenmeyi temsil etmiştir.
Bizim hiçbir zaman kimsenin kökeni veya mezhebini öne çıkaran, kaşıyan, reddeden, aşağılayan, engelleyen, yasaklayan bir zihniyetle yakınlaşmamız, buna çanak tutmamız hayal düzeyinde dahi mümkün değildir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda millet kavramı birleştirici rol oynamıştır.
Etnik köken, dil ve din gibi farklılıklara bakılmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Türk milletinin eşit ve saygın fertleridir.
Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk milletinin birlikte yaşama ülküsü ve aynı kaderi paylaşma iradesi kurmuştur.
Partimiz ülkemizde yaşayan kardeşlerimizi “Türk milleti” tanımı içinde kucaklamaktadır.
Söylemek ve üzerinde durmak istediğim beşinci hakikat şudur:
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda Kürt kardeşlerim asal bir rol oynamışlar, sonraki yıllarda da kesinlikle yok sayılmamışlardır.
Kürdü yok sayan milleti yok sayacaktır.
Türk’ü hafife alan Türkiye’yi dinamitleyecektir.
Türkiye’nin dinamitlenmesi mahvoluşun davet ve siparişidir.
Devletimizin kuruluşundan sonra Kürtlerin yok sayıldığını, bunu yapanların da alçak olduğunu iddia eden dil alçalmış ve yalana batmış bir dildir.
27 Şubat İmralı açıklamasının hilafına yapılan arızalı ve yanlışa yorulması kaçınılmaz olan bayağı çıkışların “Terörsüz Türkiye” hedefini sakatlayacağı, böylesi aymazlıktan herkesin titizlikle uzak durması asla gözden uzak tutulmaması gereken bir ihtiyaçtır.
Söylemek ve üzerinde durmak istediğim altıncı hakikat ise şudur:
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi, ortak değeri, milletin sinesinden çıkan cevheri aslisidir.
Atatürk demek; Cumhuriyet demek, istiklal demek, üniter devlet demek, esareti reddeden kahramanlık demektir.
Terör örgütü PKK lağvedilmiştir.
İmralı sözünü tutmuştur.
Bu çerçevede ayrı bir ulus devlet, federasyon, özerlik hatta kültüralist taleplerin olmadığını, terör örgütünün anlam yoksunu haline geldiğini, kendisini feshetmesi gerektiğinin İmralı tarafından ilan edilmesi çok mühim ve bağlayıcı bir açıklamadır.
Şimdi sırayı örgütün tüm bileşenlerinin silahları yakması veya bırakması almıştır.
Suriye’de SDG/YPG’nin merkezi hükümete entegrasyon süreciyle ilgili görüşme trafiği ve olumlu seyreden müzakere etapları sıcak gündemin başındadır.
Suriye’nin siyasi ve toprak bütünlüğüyle egemen bağımsızlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin ihmal etmeyeceği politik ve diplomatik görüşüdür.
Terörsüz Türkiye ile terörsüz bölge hedefine kardeşlik ve barışçıl diyaloglarla ulaşılacaktır.
Bu hepimizin ortak geleceği adına teselli edici, gönül alıcı, umut verici, hayırlı ve mecburi bir gayedir.
Aziz Atatürk’ün dediği gibi; "Türkiye’nin güvenliğini amaç tutan, hiç bir milletin aleyhine olmayan bir barış istikameti bizim düsturumuz olacaktır"
Tekraren hatırlatırım ki, vakur yumuşaklığımızı, sağduyulu yaklaşımımızı, uyuklayan dimağ, tavize teşne, teslimiyete tekmil olarak formüle eden güruhun aklına şaşar, alınlarını da santim santim karışlarım.
Terörün her türlüsünü reddetmenin, defetmenin ve imha etmenin sonsuz kararlığındayız.
Şuna inancım tamdır ki;
Türk milletinin vatan sevgisiyle dolu göğsü, düşmanların lanetlenmeye layık ihtirasları karşısında daima çelikten bir duvar gibi yükselecektir.
Korkuyla umutların çeliştiği ve ters düştüğü yerde geleceğin hakiki değerini kavrayan güç sağduyudur.
Varlığımız ilahi takdirin hükmünde mana kazanmaktadır.
Bu mana önsüz ve sonsuz alemin içindeki nurdur.
Zaman yekparedir, yaşamla ölüm arasında ilahi takdirin hükmünü sürmektedir.
Bu hüküm inançta önyargılı olmayan hoşgörüdür.
Bu hoşgörü sevgiyle özümsenmektedir.
Bu sevgi insanın kendi özünde Allah’ı bulup bütünleştiği andır.
Bu vuslat ilahi huzur zemininde cennet mermerlerini döşeyecektir.
Kapıların açılması yetmez, yürek ve gönül kapılarının da iyi niyetle açılması gerekmektedir.
Bizim gönlümüz de, yüreğimiz de, kapımız da, kucağımız da sonuna kadar açıktır.
Sözlerime son verirken hepinizi saygıyla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.