Milliyetçi Hareket Partisi Kırıkkale Milletvekili Halil Öztürk, “Asgari ücrette hayat pahalılığını karşılayacak tatmin edici bir artış beklentimiz nettir; emeklilerimizin mevcut durumu da iç açıcı değildir ve emekliye hatırı sayılır bir iyileştirme artık ertelenmemelidir” dedi..
Eesnafın da, artan vergiler, zamlar ve daralan talep nedeniyle ayakta kalmakta zorlandığını ifade eden Öztürk, "Bu nedenle vergi affı, indirimi ya da öteleme gibi esnafımızı rahatlatacak adımlar atılmalıdır. 2026 itibarıyla kredi başvurularında “Bağ-Kur ve SGK borcu yoktur” şartının aranması, zaten sıkışmış esnafı daha da çıkmaza sürükleyecektir' diye konuştu.
Televizyon yayınlarını eleştiren MHP Kırıkkale Milletvekili Halil Öztürk, bu konuda yeterince geç kalınırsa “korkuyla büyüyen” nesillerin bedelini hep birlikte ödeyeceğimiz uyarısı yaptı

2026 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi görüşmeleri dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz alan Kırıkkale Milletvekili Halil Öztürk şunları söyledi:
"Her evin içine taşınan bir “korku ve kaygı tiyatrosu”
"Hepimiz sabah kahvaltısında ekranı açtığımızda ardı arkası kesilmeyen trafik kazaları, cinayetler, kavgalar, afetler, yangınlar, istismar haberleri ve bunların neredeyse gün boyu tekrarlandığı, akşam ana haberlerde daha da geniş yer bulduğu bir yayın akışıyla karşılaşıyoruz. Dizi ve filmlerdeki şiddet sahneleri ise işin cabası.
Bu tablo, sıradan bir haber aktarımı ya da senaryo gereği değil; her evin içine taşınan bir “korku ve kaygı tiyatrosu”dur.
Üstelik bu korku iklimi, bilimsel olarak da açıklanabilen bir etki yaratıyor. Günde dört saatten fazla izleyen “yoğun izleyiciler”, ekranda sunulan dünyayı kendi gerçeği gibi içselleştirmeye başlıyor; özellikle şiddet yüklü haberler “Ortalama Dünya Sendromu”nu tetikleyerek dünyayı olduğundan daha tehlikeli, daha zalim ve daha öngörülemez algılatıyor.
Dolayısıyla bu mesele toplumsal güven duygusunu aşındıran, aile içi huzuru bozan, çocukların dünyayı algılayışını yaralayan ve kamusal psikolojiyi örseleyen bir güvenlik meselesine dönüşmüştür.
“Sansasyonun değil, sorumluluğun ödüllendirildiği bir yayın iklimi”
Peki ne yapacağız?
Yayıncılıkta reyting ve tiraj baskısını “kamu yararı” dengesiyle yeniden kurmak zorundayız. Sansasyonun değil, sorumluluğun ödüllendirildiği bir yayın iklimi oluşturulmalıdır.
Düzenleyici kurumların denetim kapasitesi güçlendirilmeli, özellikle şiddet ve felaket içeriklerinin sunum biçimi, tekrar sıklığı ve prime time yoğunluğu konusunda daha etkin bir gözetim sağlanmalıdır.
Bu mesele tek bir kurumun omzuna bırakılmayacak kadar kapsamlıdır. Cumhurbaşkanlığından TBMM’ye, ilgili bakanlıklardan iletişim otoritelerine, RTÜK’ten sivil topluma kadar koordineli bir yaklaşım gereklidir.
Eğer bu konuda yeterince geç kalırsak, “korkuyla büyüyen” nesillerin bedelini hep birlikte öderiz. Gelin, haberin bilgilendirme gücünü korurken, toplumun ruhunu zehirleyen tekrar ve şiddet sarmalını birlikte frenleyelim."
"Okul güvenliği bir gelecek meselesi olarak görülmelidir"
Üzerinde durmak istediğim bir başka konu ise eğitim alanındaki korku algısını yıkmaya yöneliktir.
Geleceğimizi sağlam temeller üzerinde inşa etmenin bir şartı da güven içinde yetişen nitelikli insan kaynağıdır; bu yüzden okul güvenliği bir gelecek meselesi olarak görülmelidir. Okul çevresi ve geliş-gidiş güzergâhı “güvenli alan” ilan edilmeli; korku yaratan davranışlara karşı ölçülü, caydırıcı ve hukuki temelli tedbirler uygulanmalıdır.
Emniyette okul güvenliği, sosyal medya zorbalığı ve örgütlü risklere odaklı uzman birimler kurulmalı, okul girişlerinde personel görevlendirmesi ve kadro-bütçe planı öncelenmelidir. Okulla bağlantılı dış şiddet de bu kapsamda değerlendirilmeli; ihtisas hâkim-savcı birimleri, disiplin-kayıt usul birliği, gizlilik protokolleri ve aileyi içeren zorunlu programlar hayata geçirilmelidir."