TARİHTEN YAPRAKLAR

TARİHTEN YAPRAKLAR Haberleri

Haber Editörü

Ramazan DURMUŞ / GELDE YAZMA

ramazandurmus@gmail.com

Yahya Kemal Beyatlı: Destan yazan şair

Yahya Kemal Beyatlı: Destan yazan şair

Yahya Kemal Beyatlı: Destan yazan şair
TARİHTEN YAPRAKLAR 3.11.2023 10:42:00 0

BUGÜN 1-KASIM…

YAHYA KEMÂL BEYATLI 
(1884-1 Kasım 1958)

Yahya Kemâl'in annesi Nâkiye Hanım, oğluna:
“PEYGAMBER EFENDİMİZİ VE BİR DE MURAD EFENDİMİZİ ÇOK SEV EVLADIM” diyordu.

Onların algısında Kosova Savaşlarının iki gazi hakanı I.Murad ve II. Murad Han'lar tek şahsiyet olmuşlardı.

O anneler ki sabah namazından sonra Muhammediye okuyor, evladına İslâm-Türk şuuru aşılıyordu. “Nereye gitti o asil hatunlarımız?!..”deselerde yüzbinlerce eli öpülecek anneler evlatlarını “Türk terbiyesi” ile yetiştiriyorlar ki ocaklar bu delikanlılarla dolu maşallah.

Yahya Kemal;
“Hem dinî hem millî terbiyem üzerinde daha şiddetle müessir olan, annemdir. Annem çok Müslüman bir kadındı.

Muhammediye okur, bana Kur’an öğretirdi. Annem, Yazıcızade’yi sabah namazlarını kıldıktan sonra okurdu.

Beyaz başörtüsü ile elindeki kitaba imanla eğilişini hâlâ görür gibiyim.

Muhammediyye’nin o mısraları, bana bizim öz maceramız, evimizin, mahallemizin, Üsküp’ün ve müphem surette, bütün milletimizin dünya ve ahiret macerası gibi gelirdi.

Daha o yaşta Yazıcızade Mehmet Efendi’nin Türklükle İslâmlığı yoğuran millî-İslâmî harsını benliğimde hissetmeye başlamıştım.” diyor Yahyâ Kemâl merhûm...

Vefat yıldönümünde millî şâir ve düşünür Yahya KEMÂL'i  şükrân ve saygı ile anıyor, Yüce Allah'dan sonsuz rahmet ve mağfiret diliyorum.

“EZANSIZ SEMTLER”

Kendi kendime diyorum ki: 
Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocuklarının milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı?

O semtlerdeki minareler görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görürler?

İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rüyasıdır ki bizi henüz bir millet halinde tutuyor.

Bugünkü Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler.

Mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur’ân’ın sesini işittiler, bir raf üzerinde duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleriyle açtılar, gül yağı gibi bir ruh olan şan sahifelerini kokladılar.

İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler.

Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken tekbirleri dinlediler, dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler. Türk oldular.

Bugünün çocukları büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar, eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile yine Müslümanlığı hissediyorlar.

Fakat fazla medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocukluğunun en güzel rüyasını göremiyorlar.

Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metin olmalı ki ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler, yoksa ne muhit, ne yeni yaşayış, ne semt, hiçbir şey bu yavrulara Türklüğü hissettiremez.

Ah! Büyük cetlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi Frenk semtlerinde yerleşirlerdi, fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nuru belirir, beş vakitte ezan işitilir, asmalı minare, gölgeli mescit peyda olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hasılı o toprağın o köşesi imana gelirdi.

Beyoğlu’nu ve Galata’yı saran yeni yapıların yığını arasında o mescitlerden ve o türbelerden bir ikisi kaldı da (gördük ki) cetlerimiz o kefere Frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfuz ederlerdi.

Biz bugünün Türkleri bilakis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler Müslüman ruhundan ari, çorak ve kurudur.

Bir Üsküdar’a bakınız bir de Kadıköyü’ne, Üskü­dar’ın yanında Kadıköyü Tatavla’yı andırır. Eski Türklerin ruhları ile yeni Türklerin ruhları arasındaki farkı anlamak isterseniz bu son asırda peyda olan semtlerle İstanbul içlerini mukayese ediniz.

Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabii ve hoş gören eblehler uzağa değil Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler.

Görürler ki baştan başa yenileşen o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir, pazar ve yortu günleri çan sesleri işitilir.

Manzara halkın dinini, milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi millî ruhtan ari değildirler.

Artık Türk milletinin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu? Hayır büyük kitlede yine o ruh var, fakat biz son nesil bir sürü gibi büyük kafileden ayrıldık, uzaklaştık, kaybolduk; fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, döneceğiz, tekrar büyük kafileye iltihak edeceğiz.

Yeni tarzda yaşayışla cetlerimizin diyanetini mezcedip bizi bu çoraklıktan, bu karanlıktan, bu ufunetten kurtaracak mürşitler, şairler, edipler, hatipler yetişmedi, fakat gayet tabii bir revişle büyük kafileyle kendi kendimize döneceğiz.

Dinsizliğin, kayıtsızlığın aksülameli başladı bile. Çocukluktan beri diyanet yolundan ayrılmamış olan kardeşlerimiz bizim gibi rücu hislerini itiraf edenlere henüz inanmıyorlar.

Onlara tamamıyla iltica edeceğimiz zaman da bizi birden tanıyamayacaklar. Çünkü onlardan çok ayrı, çok uzak düştük.

Dört sene evvel Büyükada’da oturuyordum. Bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim.

Fakat Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım, Büyükada’nın mahalle içindeki sakit yollarından kendi başıma camiye doğru gittim.

Vaiz kürsüde vaaz ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemaatin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, camide gördüklerine şaşıyorlardı.

Orada, o saatte toplanan ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben içim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim.

Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum.

Kardeşlerim, Müslümanlar bütün cemaatin arasında yalnız benim vücudumu hissediyorlardı. Ben de onların bu nazarını hissediyordum.

Vaazdan namazda ve hutbede onların içine karışıp “Muhammed” sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek dil, yekvücut olarak gördüm.

O sabah, o, Müslümanlığa az aşina Büyükada’nın o küçücük camii içinde, şafakta aynı milletin ruhlu bir cemaati idik.

Namazdan çıkarken, kapıda ayandan Reşid Âkif Paşa durdu, bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu.

“Bu bayram namazında iki defa mesudum, hamdolsun sizlerden birinin kendi başına camiye gelmiş gördüm. Berhudar ol oğlum! Gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni müteselli etti.” dedi.

Hem geldiğimi hem de bayramımı tebrik etti. Yanındaki eski adamlar da onun gibi tebrik ettiler. Bu basit hadiseden pek samimi olarak mahzuzdular. O sabah gönlüm her zamandan fazla açıktı.

Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük. O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz.

Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklar!

*(23 Nisan 1922 tarihli Tevhid-i Efkár gazetesi, Yahya Kemal Beyatlı)

Esasen Türk milliyeti, İslâm akîdeleriyle, İslâm imânıyle yoğurulmuş, onunla hâl-hamur olmuş, ulvî bir birleşimdir.

Müslüman Türk halkının milliyetini, yâni bu vatana gazâ maksadıyla gelmiş, bu maksadla asırlarca şehid olmuş, vatanda minâreler yükseltmiş, gök kubbeye ezân sesleri salmış bir milletin milliyetini İslâmiyet’ten ayrı olarak düşünmeğe imkân yoktur.

"Her milletin bir dini vardır….
-Ben Türk ve Müslüman olarak doğdum.
-Ben Türk Milletinin dinine sahibim.
-Şiirlerimde milletimin düşüncelerini aksettiriyorum"diyen millî şâir ve düşünür Yahya KEMÂL'i vefat yıldönümünde şükrân ve saygı ile anıyor…Nezd-i İlâhi’de makamı Âli olsun inşallah…Cenab-ı Allah'dan rahmet ve mağfiret diliyorum.

Yazımı…Edebiyatçı ve Şair Sevgili Ülküdaşımız, güzel insan Nihal Mirdoğan’ın Yahya Kemal için “arı sütü” değerindeki fikirleriyle bitirmek istiyorum;

“1.Yahyâ Kemal, hiç şüphesiz Türkçe dilimizin en büyük şairlerinden biridir. O, aynı zamanda Türk tarihinin, kültürünün destanını yazan şairdir.

2. Yahyâ Kemal, Türk düşüncesinde ilk defa kültürde devam ederek gelişme fikrini ortaya koymuştur.

3.Yahyâ Kemal, bize tarihimizi, dilimizi, vatanımızı, şehirlerimizi, İstanbul’umuzu, insanlarımızı, müziğimizi, mimari eserlerimizi, sevdirmiştir.

4.Yahyâ Kemal, yabancılaşma, yozlaşma, arabeskleşme, karşısında köklerimiz üzerinde gelişme için kendi kültür mirasımıza yönelmemiz gerektiğini bize gösteren sanatçıdır.

5.Yahyâ Kemal fikirleri ve eserleriyle günümüz Türk toplumunun kimlik sorununa doğru teşhisler koyan düşünürdür.”

Bizde deriz ki…Yahya Kemal Beyatlı’nın; SÜLEYMANİYE’DE BAYRAM SABAHI şiirini her okuduğumda gönül tellerim titrerde titrer…”TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ” yanıma kalbimin odacıklarına kan taşıyan bir ana damar olur...

Şairin ulu mâbed Süleymaniye’de diz çöküp vatanın birliğine karışması o an yanında hissettiği atalarımızın ruhlarıyla MUHABBET eylemesidir.

“Artarak gönlümün aydınlığı 
her saniyede,
Bir mehâbetli sabah oldu 
Süleymâniye’de.

Kendi gök kubbemiz altında 
bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, 
bütün memleketi.

Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi 
her an aradan.

Gecenin bitmeye yüz tuttuğu 
andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde 
ayak sesleridir.

Bir geliş var!.. Ne mübârek, 
ne garîb âlem bu,
Hava boydan boya binlerce 
hayâletle dolu.

Her ufuktan bu geliş eski 
seferlerdendir,
O seferlerle açılmış nice 
yerlerdendir.

Bu sükûnette karıştıkça 
karanlıkla ışık,
Yürüyor, durmadan, insan ve 
hayâlet karışık.

Kimi gökten, kimi yerden 
üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, 
ilâhî yapıya.

Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye 
târih oluyor.

…………..
…………..
……………”

Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER

Anahtar Kelimeler: Yahya Kemal Beyatlı: Destan yazan
Haberi Sesli Oku

YAZARLAR