Dr. Ali GÜLER / TARİH


100. yılında 30 Ağustos Zaferi’ne tarihin içinden bakmak

Tarihimiz bir çatışma alanı değildir!              Üzülerek görüyoruz ki, tarihimiz son yıllarda artan dozda bir çatışma, karşıtlık üretme, kamplaştırma alanı haline getirilmiştir.


100. YILINDA 30 AĞUSTOS ZAFERİ’NE TARİHİN İÇİNDEN BAKMAK

Ali GÜLER

Tarihimiz bir çatışma alanı değildir!

             Üzülerek görüyoruz ki, tarihimiz son yıllarda artan dozda bir çatışma, karşıtlık üretme, kamplaştırma alanı haline getirilmiştir. Hâlbuki tarih hepimizin ortak tarihidir. Ortak hafızamızdır. Bizi millet yapan, birlikte yaşanmış üzüntülerimizi, acılarımızı, zaferlerimizi, başarılarımızı ve sevinçlerimizi bağrında barındıran tarihimizdir.

             26 Ağustos günü, Anadolu’yu vatan yaptığımız sürecin başlangıcı olan Malazgirt Zaferi’ni (1071) kazandığımız gündür. Bu gün aynı zamanda Anadolu’yu işgalden kurtardığımız Büyük Taarruz ve Başkomutan Meydan Muharebesi’nin (1922) başladığı gündür.

             26 Ağustos günü, bir kesim Malazgirt’i görmezden geliyor, 4 gün önceden Büyük Zafer’i öne çıkartıyor! Diğer kesim 30 Ağustos gününü, Atatürk’ü yok sayıyor! Konuyla ilgili ilgisiz birçok kişi sosyal medyada işin üzerine tuz biber ekiyor, çatışmayı körüklüyor! Tarihsel süreç içinde anlamlı bir bütünün parçaları olan ortak zaferlerimiz üzerinden ayrışıyoruz ve hatta düşmanlaşıyoruz!

             Tarihimize “bütüncül” bakmalıyız. Bakmayı öğrenmeliyiz. Malazgirt’te bizim, Sultan Alparslan da. Büyük Zafer de bizim Atatürk de. Olayın kahramanlarının, tarihi büyüklerimizin yapmadıkları “kavgayı” onlara biz yaptıramayız. Onları siyasi ve ideolojik kavgalarımıza alet edemeyiz. Anadolu’yu vatan yapanla, aynı vatanı işgalden kurtararak vatan olmaya devamına vesile olanlar bir büyük bütünün parçalarıdır. Bunu unutmamak lazımdır. 

Sözün özü, tarihimizi birleştirici, bütünleştirici ve geleceğimizi düzenleyici bir mantıkla okumalıyız. Günahlarıyla, sevaplarıyla yani oldukları şekliyle (tarihsel gerçeklikleriyle) kahramanlarımızı, tarihi kişiliklerimizi anlamaya çalışmalıyız. Zaferlerimizle sevinmeliyiz.

Büyük Taarruz’a doğru

Sakarya Meydan Muharebesi sonrasında Afyon-Eskişehir hattına yerleşen Yunanlılar mevzilerini büyük ölçüde güçlendirmişlerdi. Ülkelerinde “Kralcılar” ile “Venizelosçular” arasındaki bitmeyen çatışmalar orduya da yansıyor ve ordunun disiplinini bozuyordu. Fakat yöneticiler ve komutanlar kendi güçlerine olduğu kadar İngilizlere de güveniyorlardı. Yunan mevzilerini gezen İngiliz uzmanların, “Türkler 5-6 ay boyunca saldırsalar da bu mevzileri geçemezler, ele geçiremezler” şeklindeki değerlendirmeleri Yunanlıları daha da cesaretlendiriyordu. Yunanlılar o kadar “Megali İdea” hayaline dalmışlardı ki; başlangıçta “özerk” olacağını söyledikleri İzmir ve yöresini “İonia” (İyonya) adıyla kendi topraklarına kattıklarını (ilhak ettiklerini) ilan etmişlerdi! (30 Temmuz 1922).

Hazırlıkları tamamlayan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, cephedeki son durumu kontrol etmek amacıyla 17/18 Ağustos gecesi Ankara’dan Konya’ya hareket etti. Bu gidişin geçici ve olağan bir denetim olduğu izlenimini vermek için de ayın 21’inde Çankaya’daki köşkte bir çay partisi düzenlendiği açıklandı. Taarruz hazırlıklarında en çok dikkat edilen konu “gizlilik”ti. Nitekim bu gizlilik başarıyı, zaferi getiren önemli bir etken olacaktır.

Akşehir’deki karargâhta Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Cephe Komutanı İsmet İnönü, Ordu Komutanları Nurettin ve Yakup Şevki Subaşı ile bir toplantı yapıldı. Genel taarruzun başlangıç tarihi olarak 26 Ağustos kararlaştırıldı. Bu karar üzerine Başkomutanlık ve cephe karargâhları önce Şuhut Kasabasına (Afyon), 25 Ağustos’ta da Kocatepe’nin güneybatısındaki “Çadırlı Ordugâha” taşındı. Aynı akşam Anadolu’nun dış ülkelerle olan bütün haberleşmeleri kesildi.

Malazgirt’ten 851 yıl sonra

Büyük Taarruz’un 26 Ağustos günü başlatılması elbette bir tesadüf değildi. Mustafa Kemal Paşa gibi tarih bilinci çok kuvvetli bir insanın, Türk milletinin varlık/beka mücadelesini, vatanı işgalden kurtarma savaşını önemli “sembolik” bir tarihte başlatacağı beklenmeliydi. O da öyle yaptı. Türk’ün Anadolu’yu “vatan” yaptığı Malazgirt Meydan Muharebesi’nin tarihini, o vatanı düşman çizmelerinden kurtarma tarihi olarak seçti. 

Emekli Tuğgeneral Bulut Ömer Mimiroğlu, o zaman Genel Yayın Yönetmeni olduğum Düşünce ve Tarih Dergisi’nde (Mart 2017) “Gizem Dolu Bir Arayış: Atatürk’ün Gizli Vasiyetinin Peşinde (Atatürk’ün Emir Eri Hasan Naili ÜNAL’ın Anılarından Hareketle)”, başlıklı bir makale yayımladı. Bu makalenin bir bölümünde “Atatürk Rüyasında Sultan Alparslan’ı Görüyor” başlığı altında (s. 22-23) şunları yazıyor: 

“… Hasan Naili, onun (Atatürk’ün)  yanında uzun yıllar ona (Atatürk’e) hizmet etmiş bir kişidir. Hasan Naili’nin Foça’daki sohbet sırasında anlattığı bir olay, onun kişiliğini ve içinde bulunduğu ruh hâlini ifade etmek ve anlamak açısından son derece önemlidir: 

‘Büyük Taarruz henüz başlamamıştır. Atatürk yanında bulunan karargâhı ile birlikte 1922 yılının Ağustos ayı başlarında Afyon ili Kocatepe bölgesinde arazide kalmaktadır. Henüz taarruzun başlayacağı tarih ve saatte belirlenmemiştir. Bir gece geç vakitte Atatürk kaldığı çadırdan dışarıda nöbet tutmakta olan Hasan Naili’ye seslenerek onu içeriye çağırır. Hasan içeriye girer. Atatürk çadırın içinde ayaktadır. Hasan’dan çay demlemesini ister. Ayrıca Komutan çadırlarına giderek komutanların toplanmasını da emreder. Hasan çayı yapmaya koyulur ve sonra da Komutan çadırlarına giderek emri iletir. Kısa bir süre sonra hem çay demlenmiş hem de çadırlarındaki ürkek uykularından kaldırılmış olan komutanlar, Atatürk’ün çadırına girmişlerdir. Çadırda çok uzun sürmeyen bir toplantı yapılır. Bu toplantıda Atatürk yanına çağırdığı birlik komutanlarına gece bir rüya gördüğünü ve bu rüyada Alparslan’la birlikte olduğunu söyler. Daha sonra da rüyası ile ilgili anlatımlarına devam eder. Rüyasında Alparslan’ın kendisine ‘Taarruzu 26’sında başlat biz de sizinle birlikte olacağız.’ dediğini ifade eder. Sonra da taarruzun 26 Ağustos günü başlayacağı konusundaki emirlerini iletir.” 

Bilindiği üzere; 1922 yılının 26 Ağustos sabahı erken saatlerde başlayan taarruzla Yunan ordusunun İzmir’e kadar süren serüveni de başlamış ve tamamlanmış olur. Bu anlatı Atatürk’ün o günlerdeki ruh hâlini anlayabilmek açısından bence çok önemlidir. 

Atatürk gerçekten bu rüyayı görmüş müdür yoksa birlik komutanlarına manevi bir güç vermek için mi böyle bir rüyadan bahsetmiştir, bunu bilemeyiz ama yukarıdaki olaydan şunu anlamaktayız: O, Türk tarihini çok iyi bilen birisidir ve kısa süren yaşamındaki çok önemli tarihleri tarihsel olaylarla bütünleştirmeyi başarmıştır. Kocatepe’de o gece anlattığı rüya ile birlik komutanlarına büyük bir manevi güç vermiştir. O güçle başlayan taarruz, bitmek tükenmek bilmeyen bir cesaret ve atılımla zaferi getirmiştir…”

Evet, 1071 yılında Malazgirt Ovası’nda Başkomutan Sultan Alp Arslan’ın kazandığı zafer sonrasında Türk vatanı haline gelen Anadolu, 851 yıl sonra 1922’de aynı tarihte Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından başlatılan ve 30 Ağustos günü biten bir kesin zaferle, işgalden kurtarılacak ve Türk vatanı olmaya devam edecektir. 

“Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri burada atılmıştır”

30 Ağustos Zaferi aynı zamanda “Yeni Türk Devleti’nin temellerinin atıldığı” bir zafer de olacaktır. Başkomutan bu konuda, Zaferin 2. Yıldönümünde, 30 Ağustos 1924’te Zafertepe’de “Şehit Asker Anıtı”nın açılış töreninde yaptığı uzun konuşmada konuyla ilgili olarak şunları söyleyecektir:

“(…) Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan bu 30 Ağustos Muharebesi Türk tarihinin en önemli bir dönem noktasını teşkil eder. Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni yön/akış vermekte kesin etkili bir meydan muharebesi hatırlamıyorum.

Hiç şüphe etmemelidir ki, Yeni Türk Devleti’nin, Genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırılmıştır. Ebedi hayatı burada taçlandırılmıştır. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçan şehit ruhları Devlet ve Cumhuriyet’imizin ebedi muhafızlarıdır. Burada esasını yaptığımız ‘Şehit Asker’ abidesi işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırışını (savletini), kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır…”

Büyük Zafer’in Başkomutan’ı Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere tüm şehitlerimizin ve bugün hiçbiri hayatta olamayan Gazilerimizin ruhları şad olsun.

YAZARLAR