Şahin ESENDEMİR / KUŞAK FARKI


Adana hikayeleri ve Kuruköprü gerçeği

Güzeldi Kuruköprü, Dörtyolağzı, Reşatbey Cemalpaşa, Kanal ve Döşeme, Hanedan, Akkapı, Mıdık, Hadırlı Siptilli çok güzeldi.


Adana'da ismi ile çelişen birçok semt vardır; bunların başında Kuruköprü yer alır.. Günümüzde ne bir köprü emaresi, ne de köprü oluşması için gerekli jeolojik bulgu kalmadığı için, "Buraya neden Kuruköprü denir?" sorusuna gerçekçi bir yanıtı verebilecek birisini bulmak da zordur.. 
Hatta imkansızdır bu bilmece-bulmaca gibi soruya yanıt bulmak.. 
Asırlardır Mezopotamya ile Orta ve Güney Anadolu arasında çok kritik bir geçiş noktası olan Adana'nın hem jeolojik hem de jeopolitik olarak gerçek geçmişini iyi irdelemek gerekir.. 
Bugün şehrin tam ortasından sessizce geçen, Seyhan Irmağı'nın bir kolunun, birkaç yüzyıl öncesine kadar şimdiki güzergahının dışında şehrin içinde bir kolunun olduğunu bugünkü nesil bilmez..

 

xxx

Hatta, şimdiki Merkez Cami' den başlayıp önce batıya, sonra güneye doğru uzanan kolları ile eski Adana'nın etrafını sardığını söyleyenleri masal gibi dinler günümüzün insanları..
“Acaba neden ve ne zaman bu ırmağın Adana’yı çepeçevre kuşatan kolları kurutulmuştur?”
“Neden etrafı surlarla çevrili tarihi Adana şehri kavak çiçeği gibi açılıp saçılmıştır?”
Bunu günümüzde bilen yok.. Ama bu konu ile ilgili rivayet çok!..

İşte bir zamanlar deli dolu akan, Toroslar’da karlar eriyince Çukurova’yı sele boğan Seyhan Irmağı’na insan eli değmiş.. Her ne hikmetse, şehri düşmanlardan korumak için yaptırılan surlar bir bir yıkılmış.. 
Sonra ırmağın şehir içine uzaman kollarının önü kapatılmış.. Irmağın su yolları kurutulunca bu tarihi köprü de sahipsiz kalmış.. Seyhan Irmağı kurumuş, kurutulmuş, şehir girişindeki batı köprüsünün adı da "Kuruköprü" olmuş!.. 
Yeni yerleşim alanlarında, tarifi kolay bir isimle başlayan Kuruköprü, önce bir semtin simgesi olmuş, daha sonra da  kentin ortasında sıkışıp kalmış ve bir geçiş noktasına dönüşmüş..

xxx

Bizim gençliğimizde, yani 1960’lı, 70’li yıllarda köprünün sadece adı kalmıştı.. Kuruköprü batı istikametinden Adana’ya girişte oluşturulmuş bir semte dönüşmüştü..
Kuruköprü hakkındaki tarihi bilgileri ilk kez, 1980’li yılların başında Adana’nın ünlü simalarından Kasım Ener ile olan bir sohbette edinmiştim.. Ener, “Adana’nın geçmişinde bugün Kuruköprü denilen yere şehrin batıdan giriş yapılan kapısı anlamına gelen “Garp Kapısı” derlerdi.. Taşköprü üzerinde de birkontrol noktası yani nizamiye oluşturulmuştu.. Oraya da “Şark Kapısı” adı verilirdi.” diye birkaç asır öncesinden gelen bilgileri aktarmıştı.

 

 

xxx

Kasım Ener’den günümüze ulaşabilen tarihi bilgiler son derece az.. Ancak Cumhuriyet öncesi Adana’nın demografik yapısının çok farklı olduğu, Osmanlı döneminin bitişi ile bu yapının da tarihteki en büyük değişikliği gösterdiğini çok iyi bilmek gerek..
Adana’nın “Garp Kapısı” ile ilgili olarak 17. Ve 18 yüzyıllardan günümüze ulaşan tarihi belgelere arşivlerde ulaşılamadığı için çok net bilgiler verme şansımız yok.. Ancak, İpek Yolu’nun önemli konak noktalarından biri iolan bu şehrin yabancılar açısından da çok önemli bir yer olduğu gerçeğini kabullenmemiz gerekiyor..
Osmanlı döneminde İngiliz girişimciler, Amerikalı ve Fransızlar tarafından şehrin birçok yerine yaptırılan hastaneler, misyoner okulları, özellikle pamuk, buğday, şekerkamışı ve tütün işleme fabrikaları bu tarihin derinliklerine gizlenmiş bilgilere ışık tutuyor..

xxx

Bir de bunlara Adana’nın birçok bölgesinde büyük bahçelerin yabancılar tarafından kurulup yetiştirildiği, ürünlerinin yurt dışına gönderildiği şeklinde gelen bilgileri topladığımızda bu “Garp Kapısı”nın önemi çok daha fazla öne çıkıyor..
Şimdiki Hava alanı bölgesinin bir zamanlar yabancı yerleşimcilerce meyve bahçesi olarak kullanıldığı, şehrin batısında birçok büyük meyve bahçesinin de o dönemdeki sahiplerinin ismi ile günümüze kadar ulaştığı gerçeğini bilirsek, Cumhuriyet dönemindeki gelişmeleri de anlama şansına kavuşuruz.. 
Kurtuluş Savaşı ile son bulan Fransız işgali sonrası Adana’da en büyük değişimler gerçekleşiyor..

xxx

Sahip oldukları arazileri bırakıp kaçan yabancı yerleşimcilerin yerine zamanın devlet politikaları gereği Adana’ya Bulgaristan, Yugoslavya, Girit ve Makedon göçmenlerin yanısıra farklı kültürlerden kalabalık gruplar yerleştiriliyor..
Adana’nın batısında binlerce dönümlük yüzbinlerce ağaca sahip olduğu söylenilen “Papaz’ın Bahçesi” devlet tarafından el konularak göçmenlere tahsis ediliyor..
İşte Kuruköprü’nün ismi de, bölgedeki demografik yapı da, kültürel ve tarımsal ürün yetiştirme anlayışı da bu çerçevede bir devlet politikası gereği değişiyor..

xxx

Bugün, 200-300 yıllık değişik insan ve yapısal değişiklikleri, 50 yıl öncesine bile giderken zorluk çekiyoruz..
Dilimiz döndüğünce, dağarcığımızda kalan bilgileri toparlayarak birlikte bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz..
Buyurun, Kuruköprü’ye ve yarım asır öncesine birlikte bir zaman yolculuğu yapalım..
Kuruköprü denilen yerde en son arkeolojik bulguların 1991’da dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı M. Selahattin Çolak zamanında başlatılan bir kanalizasyon çalışmasında ortaya çıktığını belirterek, “Köprü”nün bir masal değil, gerçek olduğunu dile getirerek söze başlayalım..
Oradan edinilen bilgiler ve varsayımlar değerlendirildiğinde, Köprünün bir ayağının Sürmeli Oteli’nin, diğerinin Şalgamcı Ali Göde’nin olduğu yerde olduğunu ortaya çıkarıyor.
Peki, bu kadar tarihi bilginin yanısıra Adana’daki ilk umumi tuvaletin tam da burada bulunduğunu söylesem, günümüzde şehir merkezinde en insani ihtiyaç için kıvrananlar ile o dönemlerde bu ihtiyacı rahatlıkla giderenler arasındaki farka nasıl örnek oluşturur acaba? Modernleşme yolunda koşar adım giderken, “yerel yönetimler, bu kentte yaşayanların en acil ihtiyaçları konusunda ne kadar duyarlı oluyorlar, ne kadar bu konuyu programları arasına alıyorlar?” diye sormak gerekmez mi!

 

 

xxx

Kuruköprü mıntıkası hemen önceki tarihi nokta olan Eski İstasyon arasındaki bölgenin, çok eski değil, daha 60-70 yıl öncesinde Adana’nın en önemli ticaret, eğlence ve alışveriş merkezi olduğunu söylesem, birçok kişiye garip gelebilir..
Pamukta, çırçırdan teksile dönüşümün merkezi bizim doğduğumuz, çocukluğumuzu geçirdiğimiz, gençliğimizi yaşadığımız zamanlara denk gelir..
Güney Sanayi, Milli Mensucat Fabrikası, Marsa, Özbucak, Mensa gibi birçoğu tarihe karışmış Aadana’nın kaderini etkilemiş fabrikanın bu bölgede yer alması bir tesadüf değildir..
Kurtuluş Caddesi üzerinde, bugünkü Eski İstasyon Karakolu’nun bulunduğu bölgede, zamanın en büyük eğlence merkezinin bulunduğunu söylesem, kaç kişi bu gerçeği benimle paylaşır? 
Orada binlerce kişiyi alabilecek kapasitede Çamlık Aile Gazinosu olduğunu söylesem çok ilginç gelmeyebilir.. Ama 1950’li yıllarda Zeki Müren’in Adana’ya geldiği ve burada sahneye çıkıp konser verdiğini söylesem inandırıcı olur mu acaba?

xxx

Kuruköprü’de, yani “Garp Kapısı”nın girişinde yarım yüzyıl öncesinde yeri değişmeyen bir tek Ali Göde şalgamcısı kaldı.. Şalgamcı’ya gelmeden önce Good Year Lastik, Eas Tudor Akü ticareti yapan büyük bir mağaza bulunurdu.. Bu mağazanın karşı köşesinde Adana’nın geçmiş tarihinde unutulmaz anıları bünyesinde barındıran Yüksek Kahve denilen bir sabahçı kıraathanesi bulunurdu.. Daha önceleri zamanın ünlü toprak ağalarından Köse Kazım’ın malikhanesi olan bu büyük ve görkemli binanın işyerine dönüştürülen odalarından birinde küçücük bir gömlekçi atölyesine sahip olan Çetinkaya kardeşler, önce bu binayı, sonra da karşısındaki Lastik ve Akü mağazasını satın alarak Çetinkaya mağazalarını inşa etti. Köse Kazım’ın köşkü de, Yüksek Kahve de tarihe karıştı.
Yine aynı köşede yer alan ancak her nedense meydanda yer açmak için yerinden kaldırılıp bir daha başka yere konulamayan Bahri Paşa Çeşmesi’ni de tarihin tozlu rafları arasında unuttuk..

xxx

Son 70 yıllık geçmişte değişmeyen sadece Kuruköprü Meydanını çevreye bağlayan kollar oldu. O dönemde de 5 kolu vardı, çevre ile bağlantıyı sağlayan, bugün de 5 kolu var.. Sadece o zamanlar kocaman bir meydandı, bugün nasıl oldu ise o meydanda adım atacak yer kalmadı!
Kuruköprü’nün “Şark” yanidoğu tarafı iki kola ayrılırdı.. Bir kolu  Küçüksaat'te, diğer kolu da eski ırmak yatağını takip ederek Ceyhan istikametine uzanırdı.. Kuruköprü’nün güneyi Hacıbayram’a, Siptilli’ye ve Hergele Yolu'na, kuzey tarafı da Karaisalı istikametine bakardı..

xxx

Kuruköprü’den her geçişimde, ya Niğdeli Hüseyin Amca'nın sihirli formülü ile yaptığı vişne suyuna limon karıştırarak içer, ta da Şalgamcı Ali Göde'nin küçücük tezgahının önünde kocaman kulplu bardakta “denesi bol” şalgamın tadına doyardık.. 
Adana Ticaret Lisesi'nde edebiyat öğretmenimiz Neyire Akış ile sıkça Kuruköprü'de karşılaştırdık.. Hem bizim okulda, hem o dönemin “sosyetik kız mektebi” olan Ayas Koleji’nde derslere girerdi.
O dönemlerde 40’lu yaşlarda olan ama yaşını hiç göstermeyen Neyire öğretmen, Ayas Koleji ile Ticaret Lisesi arasındaki yolu, adeta kaldırımları titreterek yürürdü..
Haydi biz gençtik, yürürdük onca yolu.. Ama Neyire öğretmen de, gençlere taş çıkarırcasına ceylan gibi sekerek Kuruköprü, Dörtyolağzı, Atatürk Caddesi, Vali Yolu’nu takip ederek Kapalı Spor Salonu’na kadar sohbet ede ede bize yol arkadaşlığı ederdi..

xxx

Yürürken yetişmekte zorlandığımız öğretmenimiz, hava şartları elverdiği sürece, yağmur - çamur yoksa bizi kesinlikle yalnız bırakmazdı.. 
Öyle güzel ve zarif bir bayanla birlikte yürümek, bizim gibi bıyıkları yeni terlemeye başlamış gençler için büyük bir keyifti.. Atatürk Parkı’na yaklaştığımızda, “Haydi girin koluma, Adanalılar delikanlı görsün” diyerek bizi onurlandırması vardı ki, sormayın gitsin..
O yol nasıl biter, nasıl zaman çabucak geçerdi, hiç anlamazdık.. 
Onu da bir zahmet sormayın!..
Bizim yol arkadaşlarımız arasına okuldaki kız öğrenciler de katılırdı. Onların Neyire Hoca’nın manken gibi  dimdik görüntüsü ve ceylan gibi sekişini taklit etmeye çalışan kız arkadaşlarımıza bakar, şakalaşırdık..
Biz bir bayanın yanında nasıl yürüneceğini, kız arkadaşlarımız da zarif bir hanımefendinin nasıl yürümesi gerektiğini Neyire Akış öğretmenden öğrenmiştik..

xxx

Bir gün sınıfta, Cahit Külebi’nin Cebeci Köprüsü şiirini okumuştu Neyire Hocahanım.. Sonra da bana, “Tam Kuruköprü'den geçerken, aklınıza bu şiiri detirin.. Etrafa belli etmeden, içinizden bu şiiri okuyun.. O zaman o yoldan gelmek, oradan geçmek sizin için daha anlamlı, daha eğlenceli olacak!” demişti..
Kuruköprü’nün altından tren geçmiyordu ama şiirde anlatılan insan manzaraları, Cebeci Köprüsü ile sanki ikiz kardeş gibi birbiri ile örtüşüyordu.. Kuruköprü’nun her bir adımında, her bir köşesinde değişik ve her biri roman olacak öyküler barındırıyordu.

xxx

Kuruköprü’nün kuzeye bakan tarafını, hamalların, körlerin-topalların, oturup nasibini beklediği  bir karınca yuvasına benzetirdik, Cahit Külebi'den esinlenerek..
O dönemlerde Karaisalı Yolu denilen yer onlarca, yüzlerce işsizin "umut ışığı" aradığı, gündelik iş peşinde koştuğutam anlamı ile “ekmek kapısı” idi adeta.. 
Köprü olduğu zamanları görmedik ya;
“Altından neler geçti zamanında, kim bilir?.. 
Ya benim aklımdan geçenler? Kimse bilmiyor” diye dert yanmadan geçerdik Kuruköprü'den..

*

Kuruköprü bir anlamda bizim zamanımızdaki Adana’nın en merkezi noktalarından biri idi.. O zamanlar şehrin tam ortasından geçen E-5 Karayolu henüz açılmadığından Ankara’dan, Mersin’den gelen tüm araçlar; Hava Alanı, Tekel Fabrikası, Eski İstasyon’u takiben Kurtuluş Caddesi olarak isimlendirilen yoldan Kuruköprü’ye ulaşırlardı.
Adana Yapı Sanat Lisesi, Motor Sanat Lisesi, Erkek Lisesi gibi lise dengi okulların öğrencileri tarafından adım adım arşınlanan bu yol bir anlamda Adana’nın batıya açılan kapısı gibiydi..

xxx

Seyhan Irmağı’nın eski yatağı kurumuş, Eski Müze, Asri Sinema, Dörtyolağzı, Adliye Sarayı, Orduevi binalarını takip ederek Otobüs Garajı’na ulaşan İsmet İnönü Caddesi oluşmuştu. 
Bu yol Karşıyaka’da Asri Mezarlık, İncirlik gibi önemli mevkilerden sonra Ceyhan istikametinden Adana’nın Doğu’ya uzanan kapısı olma özelliğini taşıyordu.. Şehir içindeki en önemli arter konumunda olan bu caddeyi kuzey istikametinde kesen Ziyapaşa Caddesi ile Atatürk Çaddesi o dönemlerde yatay mimari özelliklerini bünyesinde barındıran, bahçeli zengin konakları ile Yeni İstasyon’a kadar yanyana birbirine nazire yaparcasına uzayıp giderdi..

xxx

Kuruköprü’nün tam ortasında Adana’nın en büyük meydanı vardı.. 
5 ayrı istikametin kesiştiği bu meydanın doğu tarafında, transit yol özelliği olan İnönü Caddesi’nin yanıbaşında şehir içindeki alışveriş merkezlerine ve özellikle Küçüksaat, Büyüksaat, Yağcami, Vilayet gibi merkezi noktalara ulaşımı sağlayan  şimdiki adı ile Özler Caddesi yer alırdı.
Adana’nın bir zamanlar en hareketli noktaları buralarda yer alırdı. İki caddenin kesiştiği yerde İlhami Eraydın’ın Petrol İstasyonu, onun yanında Arlı Fırını ve  Toros Paçacısı bulunurdu.. Hemen bitişiğinde Cumhuriyet İlkokulu vardı.. Yarısı otele gitti, yarısına resmi kurumlar binalar yaptılar... Tarihi bir eğitim kurumu yok oldu gitti..
Bir de karşı tarafa bakalım.. Deniz Düğün Salonu’nu, Ayakkabıcılar Çarşısını hatırlayan kaç kişi kaldı hayatta..

xxx

Kuzey yamaçta Pehlivan Palas Oteli’nin Karaisalı yolu girişinde Köylü Pazarı, İnönü Caddesi tarafında Kumaşçılar ve hazır elbisecilerin bulunduğu Kuruköprü Esnaf Pasajı yer alırdı. Burada o dönemin ünlü ciğer kebapçıları, ciğercileri, dalakçıları özellikle hafta sonlarında adım atacak yer bulunamayan dumanları, kebap kokuları ile insanları davet eden nostajik mekanlar olarak dikkat çekerdi..
Adana'nın gastronomi kültürünü burada keşfetmiştim.. Kuruköprü'deki Good Year Lastikçisinde çalışan dayım İsmail Gülgün sayesinde, ilk şalgamı, ilk aşlamayı burada içmiş, ilk sıcak humusu, ilk şirdanı, kırkkatı, ilk dalak sokumu burada yemiştim..
Hatta ciğer kebabı yerken soğan salataya turunç sıkılması gerektiğini burada öğrenmiştim..
O dönemlerde kebapçı kültürüne Arap uşağı denilen, Eti Türkleri hakimdi.. 
Sebzecilik, lokantacılık, kebapçılık, şalgamcılık, gazozculuk başta olmak üzere tüm yiyecek ve içecek sektörüne Mardinlilerin dokunuşu gerçekleşmemişti..

xxx

Şimdi adı Kıbrıs Caddesi oldu. O zamanlar Yeşilyuva derlerdi.. Hava alanının hemen doğusunda bahçeli, tek katlı müstakil evlerde otururduk..  
O zamanlarda 2 katlı evler bile lüks sayılırdı.. Damlarında cibinlikle yattığımız, düşerek ayağımızı bacağımızı kırdığımız damlarımız vardı bir zamanlar..
70'li yıllarda ağaçları kesilip beton yığınına dönüştürülen, eskiden at koşullarının yapıldığı Çamlık' tan azıcık da olsa korkarak geçerdik..
Yeşillikleri yok olunca Meydan ismi layık görülen mahallemizden şehir merkezine ulaşan farklı yollarımız, güzergahlarımız vardı.. 
Ya Sanat Okullarının kenarından Mersin yoluna çıkardık.. 
Ya da Hergele Yolu'nu takip ederek, Kanlı Fabrika, Doğumevi, Hızarcılar, Zafer Sineması, İstiklal Ortaokulu, Eski İstasyon Karakolu, Ankara Kulübü ve Kuruköprü..
Ama ben Göçmen Evleri denilen sokakları mis gibi elvan çeşit çiçek kokan mahalle arası yolları tercih ederdim..

xxx

Benim akşam saatlerinde mutlaka uğrak yerim, Kuruköprü’deki Arlı Fırını olurdu.. Aynı lisede birlikte okuduğumuz İsmail Arlı’nın, aynı zamanda Fırıncılar Odası Başkanı da olan babası Mehmet Ali Arlı’nın çalıştırdğı fırının ekmeği öyle güzel kokardı ki! Hani “Yeme de yanında yat!” dediklerinden..
Evimizin hemen yanıbaşında bir odun fırını olmasına rağmen, benim favorim burasıydı.. Ali Kulaç’ın kulübesine mutlaka uğrar, bir gazete veya mecmua alır, yaya yola koyulurdum..
Kuruköprü’den Hacıbayram’a, oradan da Hergele Yolu’nu takip ederek Hava alanına giden station (steyşın) dolmuşlar veya saat başı geçen kırmızı belediye otobüsleri olmasına rağmen beklemezdim.. Beklesem de binmesi bir dertti, binecek olsam, yer bulmak da ayrı dert.. Tabana kuvvet yürümekten başka çare kalmazdı..

xxx

Fırından aldığım ekmeklerle Oksijen Fabrikası’nın oraya, Derya Sineması'nın yanındaki eski bakla tarlasına doğru ilerlerken, ekmeğin ucundan, kenarından koparır, tırtıklayıp yerdim..
İnanılmaz keyif alırdım bu yoldaki beslenme tarzından.. “Beş yıldızlı bir otelin restoranında ,şerefime verilen bir ziyafette  sanardım kendimi..”
Kuruköprü'de Arlı Fırını’ndan aldığım 2 ekmek, evin kapısından içeri girdiğimde, sofrada 1,5 ekmek olarak yerini alırdı..
Ne annem, ne de babam, yok olan yarım ekmeğin akıbetini hiçbir zaman sormazdı .
Çünkü bizzat tarafımdan gerçekleştirilen bu "ekmek tırtıklaması" artık ailenin bir klasiği olmuştu..
Ekmekte eksilme olmadığı zamanlar, özellikle kardeşlerim “Ne oluyor?” der gibi tuhaf tuhaf birbirine bakardı..

xxx

Hele bir de yolun tam orta yerinde, Çiçek Sineması’nın hemen yanıbaşında, kapatılmış “boklu dere” nin üzerindeki beton kaldırımda yürüyorsam.. Yanıbaşımdan, tıklım tıklım dolu, insanların çoğu kapılara sarkmış otobüs veya üst üste insanların doldurulduğu dolmuşlar geçiyor ya; şoförlerin, klakson çalarak, güç bela araba kullanışını seyretmek öyle bir haz verirdi ki!.. 
Hergele Yolu akşamlarının vazgeçilmeziydi o korna sesi!.. “Binmeyen bir pişman, binen bin pişman” derdi sanki..
O an  benimle birlikte o daracık yol üzerindeki genç yaşlı, küçük, büyük yaya yürüyen birçok insan bu güzel olaya şahitlik ederdik.. 
O zamanlar, biz böyle “küçücük şeylerle” mutlu olurduk.. 
Biz mutluluğu satın almazdık, yaşardık..
Büyük kısmı imarsız, gecekondu benzeri “iki göz, bir mutfak” evlerde bizim yaşadığımız mutluluklar asla "sahte” olmazdı.. Hepsi, herkes gibi, herşey gibi sahiciydi, samimiydi..

xxx

Küçüksaat’ten Çakmak Caddesi’ne doğru döndüğümde Eyüp Nardalı Kuyumcu'ya, Şanıvar Kolonyacı’ya, Havuzlu Kundura'da Niyazi Amcaya, Napoli Gömlekçi'de Kazım Sanrı'ya selam verip hal hatır sormadan geçemedim.. 

Yolgeçen Kitapçı'yı, Özaltın'ları, Şahan Kundura'yı, Sabri Güloğlu baklavacıyı geçtikten sonra ilk işim ya yolun tam orta noktasında bulunan ya Akvaryumcu Eyüp’ün ya da o zamanlar Akşam Gazetesi Bürosu olan, bugünkü Çakmak Plaza’nın önünde durup caddeye bakan Çömelek Plakçıda çalan şarkılara kulak, kendime mola vermek olurdu..
Aslında, Plakçı Çömelek ve yanıbaşındaki Foto Ressam’ın üstünde yer alan Çakmak Caddesi’nde o dönemin en yüksek en egzotik binasının 3 katındaki büyük ustamız Abdurrahman Yurtturu'nun Adana'daki en önemli sanat yuvası olan Uluç Resim Galerisini ve orta kattaki Ruhsar Göçük ustanın klişe atölyesini, Caddenin müdavimlerini izlemekti amacım.. Orası benim hayat okulumu, yaşam cennetimdi! 
Hem dinlenir, hen dinlerdim!

xxx

O zamanlar Schaub Lorenz teypler, küçük kasetler  revaçtaydı..
Nilüfer’in “Dünya Dönüyor”, Şenay’ın, “Sev Kardeşim”, Ömür Göksel’in, “Sevemem Artık”, Cem Karaca’nın “Obur Dünya” gibi şarkılarını dinlemek, yolu burdan geçenlere hem eğlence, hem de  mola olurdu.. Ama benim favorim Gülden Karaböcek’in, “Sen uzaklarda değil, damarımda kanımsın” ve Yıldırım Gürses' in “Sonbahar Rüzgarları” idi, hep öyle kaldı..
Duygulu şarkılar dinlerken, ister istemez  kalbim, yanına aklımı da alarak, hayallerime doğru yolculuğa çıkardı.. 
Plakçı Necdet abimiz , bazen de, 'Mamy Blue’, ‘Besame Muchho’, ‘El Condor Pasa’, ‘Love is Blue’  gibi yabancı şarkıları dinletir ve kulaklarımızın pasını temizlerdi.. 
Şarkıları dinlerken, sözlerini de ezberime yazardım..
Keşke okulda  derslere karşı da bu kadar hevesli olabilseydim!..

xxx

Sadece resim yapmak, desen çizmek, sahneye çıkıp takdim ilik yapmak, tiyatroda oynamak değildi hobim.. 
Türk Sanat Müziği, Türk Hafif Müziği, Batı Müziği dinlemekle geçirdik yaşadığımız zamanın bir büyük bölümünü..
Her şarkıda duygulanan,  bazen sevinen, bazen de kederlenen bir ruhsal yapımız vardı..
Ben şarkıları, şarkılar da beni severdi..
Zeki Müren her ne kadar, “Ah bu şarkıların gözü kör olsun” dese de, ben şarkılara  böyle 'sitem’ edemezdim..
Çünkü  severdim şarkıları, gerçekten severdim!..

xxx

Güzeldi Kuruköprü, Dörtyolağzı, Reşatbey Cemalpaşa, Kanal ve Döşeme, Hanedan, Akkapı, Mıdık, Hadırlı Siptilli çok güzeldi. 
Karşıyaka da, Şakirpaşa da, Denizli de, Narlıca da güzeldi..
Hele Sular, Yeni İstasyon, Kanal, Demiryolları lojmanları bir başka güzeldi..
O zamanlar, yani benim anlatmaya çalışdığım 60’lı yılların ikinci yarısından 90’lı yıllara kadar, buralarda oturanlar, buralarda yaşayan insanlar, “şartlar ne olursa olsun”, güleryüzlü insanlardı..
O zamanlar, o insanlar, gerçekten güzeldi..
Bizim zamanlarımızı da güzelleştiren de, işte bu insanlardı..
Bendim, sendin, oydu.. Biz'dik..
Benim arkadaşım, senin annen, onun abisiydi..
Hepimiz, o güzelliğin, o güzel insanların süzgecinden, eleğinden geçtik.. 
Mayamıza ‘insanlığı’ katan da onlardı..
Biz o maya ile birbirimizle arkadaş olduk, dost olduk, kardeş olduk.. Komşu olduk..

xxx

Komşuluk, bizim semtlerimizin en büyük değeriydi..
Sonraları o duyguyu kaybettik;
Komşu da, komşuluk da ortalıkta görünmedi bir daha..
Bir kat altta, bir kat üstte, ya da yan dairede "günaydın” ya da “iyi günler” diyeceğimiz insanları göremedik, bulamadık..
Komşuluk gidince de, onlarca ailenin oturduğu o koca koca apartmanlarda yalnız ve kimsesiz kaldık..
Hepimiz, bir başına  pencerelerden bakan, ama boş boş bakan ‘birileri’ olduk..

xxx

Belki de birilerini bekliyorduk.. Kim bilir?
Bizimle konuşacak, halimizi, hatırımızı, yaramızı soracak birilerini..
Oysa bizim yaşadığımız zamanlar böyle değildi..
O zamanların insanları da ‘bugünküler’ gibi değildi..
Kuruköprü’de, Sular’da, Tepebağ'da, Karasoku’da, Gül Bahçesi’de, Taşköprü’de, Karşıyaka’da, Küçüksaat’te  iyilik vardı, merhamet vardı, yardımlaşma vardı, sıcaklık, samimiyet vardı..
Zengin ve yoksulun arasında bugünkü gibi derin uçurumlar yoktu..
Bizim yaşadığımız yerlerde, ‘mağrur’ ve ‘mağdur’ aynı kaptan yemek yer, aralarına gururu ve kibiri almazdı..

xxx

O zamanlar, bizim oralarda insanlar; “bir ağaç gibi tek ve hür; ve bir orman gibi kardeşçesine” yaşardı.. 
Eğer bugün birileri bizi ‘adam’ ya da ‘insan’ yerine koyuyorsa, bilin ki sebebi, Adana’nın insanıdır, Adana’nın havasıdır, suyudur, toprağıdır..
O topraklar,  o zamanlar çok güzeldi..
Tıpkı insanları gibi..

YAZARLAR