Prof. Dr. Enver ÖZDEMİR / HASBİHAL


Akademik kriterler

Dünyada bizim kadar akademik kriterlerini bu kadar sık aralıklarla değiştiren başka bir ülke var mıdır?


Dünyada bizim kadar akademik kriterlerini bu kadar sık aralıklarla değiştiren başka bir ülke var mıdır? Ben bilmiyorum. Geliştiren demek istemedim tabi, en azından bunun benim üslubumla çok uygun düşmeyeceği tahmin edilebilir!

Değişim, dönüşüm ve hesabına getirme dönemlerini yaşıyoruz, çünkü. akademik gelişimden kasıt ülke içi akademik yarış mı, yoksa uluslararası akademik temsil kapasitesi mi olmalıdır. 
Eskiden doçentlik unvanı almak isteyen adaylar için, uluslararası akademik temsil kapasitesi taşıyıp taşımadığı en azından göstermelik de olsa, en önem atfedilen ölçüttü. Ancak, dil öğrenme özürlü olup siyasi ve ekonomik olarak güçlü adayların kolayca aşabilecekleri alternatif dil sınavları türetildi. Hop diye dil sınavlarını geçiverdiler ve şıp diye unvanlar aldılar. 

Onlarca aday bir saat bile lisans eğitimi vermeden bir gecede profesör unvanı aldı.  Sadece unvan almakla kalınmadı, tamamına yakını akademik veya bürokratik yönetici statüsüne annelerinin ak sütü gibi kavuştular. 

Tıp fakültesi mezunları ihtisas eğitimlerini tamamlar tamamlamaz eskiden yardımcı doçent, günümüzde ise doktor öğretim üyesi yapılıveriliyorlar. Halbuki Mısır ve Bangladeş gibi ülkelerde bile, mastır ve akabinde bilim doktorası yapmayan ve bu eğitimlerinin en az iki yılını yurtdışında belli merkezlerde tamamlamayan adaylar akademisyen yapılmıyorlar. 

Yurtdışında akademik yapılanma çam ağacı şeklindedir. Yani 1 Profesör, 2 Doçent, 4 Doktor Öğretim Üyesi, 8 Postdoktoral öğrenci, 16 doktora öğrencisi ve 6-8 adet Araştırma Görevlisi şeklindedir. 

Bizde ise ters çam eğrisi söz konusudur. Yirmi ve üzeri profesör, 2 doçent, 2 doktor öğretim üyesi ve olması gereken 5-6 araştırma görevlisi. Aradaki fark, muhtemelen bizim insanımızın akademik ünvanlı bir hekimle karşılaşmak fetişizmine, bizim siyasilerin bulduğu çözüm yolu gözüyle bakılması belki daha gerçekçi olabilir. Neticede vatandaşın taleplerini karşılamak da siyasi iradenin sorumluluğu olarak duruyor. Ancak akademik sağlıklı yapılanma, en az 6 ayda sadece bir yeni akademisyenin ekibe katılması ve akademik uyumunun sağlanmasıdır. Yine aynı durum araştırma görevlileri için de geçerlidir. Hassaten cerrahi branşlarda asistan eğitimi usta – çırak ilişkisinden neşet etmesi nedeniyle bu durum daha önemlidir. 

Biz FETOŞ dönemi akademik yapılanmasında, aynı ilanda bir cerrahi kliniğine vasıflı/vasıfsız altışar-onar akademisyen ilanları verildiğine şahit olduk. Bir şeylere hazırlık yapıldığını anladık, ama kimselere anlatamadık. 
KÖZ döneminde Polis Akademilerine ülkemizin bütün üniversitelerinden aynı formatta akademik personeller yığılmakta olduğunu da gözlemledik. 
Yine Vakıf Gureba Üniversitesi, Medeniyet ve Katip Çelebi Üniversiteleri de kurulurken aynı durumların yaşanmakta olduğunu gözlemledik ve ulaşabildiklerimize durumu izah etmeye çalıştık. Bu meyanda köşe yazıları kaleme aldık. 
Günümüzde ise, yurtdışına giden uzman doktorların yerlerini telafi etmek amacıyla çok sayıda Araştırma Görevlisi kadrolarının açıldığını yaşayarak izliyoruz. Kırk günde branş öğretmeni yetiştirme tecrübesi olan ülkemin, sağlık eğitiminde de aynı çözüm yollarını izlemesini anlamakta zorlanıyoruz.

Daha önceleri yani 28 Şubat sürecinde ise başka hesaplar yapılıyordu. Akşam barda jüri üyeleri ile sağlam içen adaylar akademik sınavlarda başarı üzerine başarı gösterirken, ötekileştirilmiş adaylar ise ağzından kuş tutsa bile başarılı bulunmuyorlardı. Benim yetersiz bulunan bir dosyam için, bir jüri üyesinin “beşimizin dosyasının toplamından daha başarılı bir dosyaya yetersizlik veriyoruz” demişti. 

Yedinci kez doçentlik sınavından başarısız olduğumu duyan ve beni çok sevdiğini iddia eden bir tanıdığım ise, bana şeyhine ulaştırıldığımda bir himmeti ile işlerimin asan olacağı telkinlerine maruz kalmıştım. Hamdolsun ülkemde Cumhuriyet Hakimleri var ve bütün akademik haklarımı mahkeme kararlarıyla almış bulunmaktayım. 

Yine Fırat Üniversitesinde profesörlük için sürem 3 yıl geçtiği halde benim asistanım da olan ve akademisyen çocuğu ve hormonlu olan bir rakibimle birlikte, iki kişiye bir kadro açılıp yarıştırılmak istendim. Ancak akademik atanma kriterleri Türkiye Kliniklerinde birinci isim yayına da 30 puan verirken ve aynı zamanda Cancer Research adlı dergide de yayınlanan makaleye 30 puan vermekte idi. Benim Cancer Research yayınım 9 yazarlı olduğu için 9’a bölünürken, rakibime 30 tam puan bahşediliyordu. O dönemde, Cancer Research adlı derginin uluslararası impakt faktörü 29 idi ve Türkiye Klinikleri Dergisi ise =0.001 idi. Bende altını kalp ile mukayese edilmesine müsaade edemem deyip, başvurmamış ve akademik yetersizlikle suçlanmıştım. 

Sahi bütün dünya impakt faktörünü baz alırken, anasınıfı puanlamalarına hala ne diye üniversite akademiasında devam ediliyor anlamış değilim. Kendiniz akademisyenlik işini kotardınız, çocuklarınızı da birlikte uçurdunuz gözleriniz doymadı mı? Ne zamana kadar bu keyfi düzen daha devam edecek? Yazık değil mi, bu ülkenin pırlanta gibi evlatlarına. Ülke içinde birbirleriyle yarışmak için mi kriterler konuluyor, yoksa uluslararası akademik camia ile yarışmak mı hedefleniyor? Yanlışta ısrar etmenin gerekçelerini bir türlü anlayamıyoruz.  

YAZARLAR