Geçtiğimiz hafta, “Terörsüz Türkiye İçin Milli Birlik ve Dayanışma Buluşmaları”nın Erzincan toplantısı, yüksek bir duyarlılık ve heyecan içinde gerçekleşti.
Benim heyecanım daha da yüksekti, çünkü büyük bir ilgiyle takip ettiğim Kahramanmaraş Milletvekilimiz Sayın Zuhal Karakoç Dora da konuklar arasındaydı.
Milletin meclisi tatildeydi, ama milletin partisi vazife başındaydı. MHP’li hatipler, sürecin önemini ve farkını güçlü cümlelerle anlatıyordu.
Ülkücü Hareketin bir parçası olmaktan ve liderimizin emrinde yol almaktan bir kez daha gurur duydum.
Toplantının Erzincan’da olması ayrıca önemliydi çünkü Erzincan halkı, ne yaşarsa yaşasın asla bölücülerin oyununa gelmemişti.
90’ların en kanlı eylemi olan Başbağlar Katliamı, PKK’nın kanlı sicilini özetleyen bir kartviziti gibiydi.
5 Temmuz 1993’te 33 masum Erzincan köylüsü, sırf Türk ve Müslüman oldukları için katledilmişti. Başbağlar, camisi ve halk odasıyla birlikte yakılmış; evler içindeki insanlarla birlikte ateşe verilmişti.
Erzincan, Alevi’siyle Sünni’siyle, Türkmen’iyle Kürt’üyle büyük Türk Milleti’nin vakarına uygun bir kardeşlik bilincini asla kaybetmedi.
Çilekeş halkımız, devletin bekâsı için 50 yıldır kan kustu; “kızılcık şerbeti içtim” dedi.
Bu cennet vatanın vatandaşlık haklarını sonuna kadar kullanan hiç kimse, beka konusunda bizim kadar duyarlı olmadı.
Dolayısıyla da bizi bugünlerde kaygılı düşünmeye sevk eden bazı gelişmeler var.
Bir hafta önce, yani 16 Ağustos Cumartesi günü DEM Eş Başkanı Tuncer Bakırhan Hacı Bektaş Veli’yi anma törenlerindeydi.
İstiklal marşında elini bağlayarak esas duruşunu bozması bir yana yaptığı konuşma, bize yıllardır, Alevi gençleri, PKK’ya doğru süpürerek dağa çıkarmak için kurgulanan kanlı provokasyonları hatırlatıyordu:
“Buradan hünkarın huzurundan açıkça bir kez daha sesleniyorum: “Kürd’e masa, Kürd’e demokrasi, ama Alevi’yi görmezden gelen bir süreci asla kabul etmeyiz. Bir masa kurulmuşsa onun diğer ayağı da Alevilerdir, Emekçilerdir. Bu masada eğer bir hak elde edilecekse Kürd’ün elde ettiği kadar Aleviler de Emekçiler de ezilenler de hak kazanacaktır…”
DEM sözcüsünün, konuşmasının başlarında Şam’ı, sonlarında Ankara’yı hedef alan sözleri, Devlet Bey’in başlattığı barış ve kardeşlik sürecine tamamen aykırıydı.
Bakırhan, açıkça Gazze’de Türkiye’yle, Golan’da Suriye’yle savaşan İsrail’e öpücükler gönderiyordu.
Bu, açık bir ihanetti ve insan düşünmeden edemiyordu…
Bir tarafta, TBMM’nin tatilde olmasını vatana ve millete hizmet için fırsata çeviren MHP…
Yaz sıcağında ülkeyi şehir şehir dolaşan MHP Milletvekilleri…
Diğer tarafta merkez ordusunun manevi kurucusu, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli’yi Marksist söylemlerle PKK’ya yamamaya çalışan bir DEM Partisi…
Vıcık vıcık ucuz popülizm ve tahrik kokan bu psikopatik hezeyan maalesef alkış da alıyordu.
Huylu huyundan, yılan zehrini saçmaktan vazgeçmiyordu.
Böyle olunca insan, Lider Devlet Bahçeli’nin nasıl bir belâ ile uğraştığını düşünmeden edemiyor; O’nun “yılanı deliğinden çıkaran” strateji dili karşısında bir kez daha şapka çıkarıyordu.
50 yıldır bekâ için can veren Ülkücüler şimdi yine bekâ için ter dökerken…
50 yıldır ülkenin başında belâ olan bölücüler, yine belâ peşinde koşuyordu.
Bakırhan’ın Aleviler’i devlete karşı kışkırtması, DEM’in meşruiyetini ve siyasi manevra alanını genişleterek, süreci dar siyasi menfaate çevirmeye çalıştığını gösteriyor.
Bu konuşmadan 10 gün sonra 26 Ağustos Malazgirt törenlerinde Sayın Cumhurbaşkanı, “kılıçların sessizliğinin çok da uzun sürmeyeceğini” hatırlatan bir konuşma yaptı.
“Yönünü Ankara’ya ve Şam’a dönenlerin kazanacağını, kendisine yeni yabancı patronlar arayanların ise eninde sonunda kaybedeceğini” açık bir şekilde vurguladı.
Ardından Lider Devlet Bahçeli, “gözüm üzerinizde” dercesine “Bu altın fırsatın hebâ edilmemesi” çağrısını yineledi.
Kalem yazmak istemiyor, ama Bakırhan’ın tutumuna bakarsak, “altın fırsat” kaçacak, “kılıç kınından çıkacak” gibi görünüyor.
Milletin temsilcileri bekâ dedikçe… Zilletin temsilcileri belâya yürüyor.