Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


Asıl marifet!

Canlar… Size güven vermeyen kişilere güvenerek yola çıkmayın, inandıklarınızla yola çıkın.


*BİR HAFTA SONU YAZISI…

ELBİSESİ YANANIN ÜZERİNE SU DÖKÜLÜR… SÖNDÜRMEK İÇİN 
KÜREKLE VURULMAZ!

 

 

“Önce yoldaş, sonra yol” denilerek, yola çıkacağımız insanları dikkatli ve rikkatli/“merhametli” seçmemiz tembihlenir.

İlk olarak şunu söyleyelim: 
“-İNSANI, YOL DEĞİL, 
-YOL ARKADAŞLARI YORAR.”

Size güven vermeyen kişilere güvenerek yola çıkmayın, inandıklarınızla yola çıkın.

Yola çıkacağımız insanları yüzde yüz isabetle seçme şansımız ise maalesef yoktur…

Çünkü bu seçimi veya elemeyi, esas itibariyle yapacak olan bizler değilizdir; 
-Yoldur, yolculuktur,
-Yanımızdakinin dostumuz olup olmadığı, yolculuk esnasında ortaya çıkar.

Özellikle siyasette ve ticarette, bu yürüyüşlerin büyük bir kısmı hüsranla sonuçlanır.

Tanıdığımızı sandığımız insanları tanıyamamış olmanın üzüntüsü ve şaşkınlığı, bizi yolculuktan daha fazla yorar.

Kırk yıl birlikte olmuş olsak bile, bir insanı ne kadar tanıyabiliriz?

Asıl marifet, bahar aylarında veya yaz mevsiminde değil,kışın açabilmektir.

Yani iyi gün dostu olmak kolaydır, en mühimi, kötü gün dostu olabilmektir.

Dostlukta kıdem esastır…
Toparlayalım, dünyevi şeyler için “kırk yıllık dostların” birbirini yok saydığı günlerden geçiyoruz.

Hz. Ali (r.a) buyuruyor ki;
“-Hızlı yükselenlere imreniliyor. 
Oysa en hızlı yükselenler toz, duman, saman ve tüydür.

Hesap yapmaktan iş yapmaya veya dostluk kurmaya vakit bulamayanların sayısı da her geçen gün artıyor.

“Sınırsız sabır” insanın fıtratına 
ters…zorlamamak lazım!

Gençler şunu sakın unutmayın;
Bazı şeyler kalbinizi kırar, üzülürsünüz ama gözünüzü açar…

Bu bencil ve hep “ben-ben” diyen narsist “ağır abileri” görünce çocukken lağıma düşen fırıldaklarımız yine aklımıza geldi:

Seyhan Nehri kıyısında bulunan Yavuzlar Mahallesi’nde çocuk iken sokak ortasında yaşıtlarımla “topaç” dediğimiz fırıldakları sarar çevirirdik.

Yine birgün fırıldakı iple güzelce sıkıca sarıp asfalta atttığımda fırıldak döndü, döndü, döndü…Hayy Allah.! Mazgalların arasından lağımın içine düştü.!

Allah kimseyi "oyuncağı elinden alınan çocuğu karşısına çıkarmasın". Serseri mayın gibi oluyor. Gözü dönüyor.!

O sırada sokaktan geçen mahallenin çocukları olarak çok sevdiğimiz ve kelini saklamak için Adana'nın Temmuz  sıcağında bile şapka giyen KEL ABBAS’tan  yardım istedik.

Çocuk iken ne heybetli görünürdü gözüme Kel Abbas.

Geçenlerde sıla-i rahim yaptığım Adana'da sokakta Kel Abbas abimizi gördüm; Hababam sınıfındaki Kel Mahmut hocaya dönmüş. Rabbim sağlık afiyet versin mahallemizin abilerine.

Kel Abbasın kürek yardımıyla lağımdan çıkardığı fırıldak nasıl olmuşsa 10 dakika gibi kısa süre içinde renkleri birbirine girmiş; fırıldağımı tanıyamaz olmuştum.!

Evimizin yanındaki Paktaş fabrikasından akan ABD malı kimyasal atıklar fırıldağımızın renklerini bozmuş, eski parlaklığı kalmamıştı.!

Lağımdan çıkan fırıldağı bir daha elime almadım. Çöp tenekesine attım.! Üzülerekte olsa.

Daha sonraki günlerde fırıldaklarımız mazgallar arasından lağıma yine düştüler ama Kel Abbas abiden yardım istemedik. Çünkü eskisi gibi güzel olmuyorlar.

Dediğmiz gibi…Bazı şeyler kalbinizi kırar, üzülürsünüz ama gözünüzü açar…

Bazı dost bildiklerimiz kırıcı, kıyıcı ve ifşa edici. Oysa dostluk, açmayı değil, kapatmayı gerektirir.

Sözgelimi;
-Dostunun sırrını herkesten saklamak, ayıplarını örtmek,
-Sözüne müdahale etmemek,
-İyiliğini istemek, onun hüznüyle mahzun olmak.

Bütün bunlar, “dostluğun edepleri” arasındadır.

Çünkü dostluk ve kardeşlik, öldükten sonra da devam eden kıymetlerimizden biridir. “Ahiret kardeşliği” diye boşuna denilmiyor.

Ülküdaşlarımıza karşı bitmeyecek bir vefamız, eksilmeyecek bir muhabbetimiz vardır…

Her vakit duamız odur ki…
Hak etmeyeni sevdirme bize Yarabbi.

Umreye giden Ankara İlahiyattan akademisyen bir ülküdaşım Uhud Dağı’na uzun uzun bakıp sormuş;

-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?

Cevap yok..

Tekrar etmiş..
-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?

Sonunda dostları mahçup bir şekilde;

“-Bilmiyoruz hocam” demişler.

İşte o an her birimizin beynini, kalbini titretmesi gereken şu kelamlar dökülmüş dilinden..

-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi? İnanın bunu ben de bilmiyorum...

Aslında hiç kimse bilmiyor.
Bu asla İslam tarihinde de yazmaz..

Hatta o okçular kimdi öz çocukları da bilmez, eşleri de bilmez.

Çünkü Ashab-ı Kiram kimseye söylememiş, saklamış. Ağızlarından bu konu hakkında hiçbir şey çıkmamış.

Hatta ve hatta yıllar sonra Cemel, Sıffın gibi hadiselerde birbirlerine ters düştükleri vakitlerde bile;

“-Sen zaten Uhud'da da tepeyi terketmiştin!" dememişler...
Orada dahi birbirlerini hataları ile vurmamışlar.

Bu nasıl güzel bir ahlak böyle...

Bizler Uhud'un aslında bir yenilgi değil zafer olduğunu yeni anladık..

İslam’a göre, Türk töresine göre dostluk, bir nasip meselesidir ve insanın dışında gelişir…

“-Şununla dost olayım” deyip olamazsınız. Dostluk, yürürken belirginleşen bir şeydir.

Ulucanlar ve Mamak’da kısacası Taşmedrese de bile olsa gördüm ki;
“Gülümsediğinde” her yüz ses hızıyla “gülcemal’e” dönüşüyor, güzelleşiyor. Kalbinizi ve sesinizi yumuşatın…Bu fani dünyada kimsenin mülkü olmaz.

Sabahtan akşama “BEN(!)” diyerek etrafındaki varlığı titreten beşer kendini kainatta güneş  yerine koyarda fark etmez dünyanın onun çevresinde dönmediğini feleğin tokadını yemeden.

Hayat insana, kendi yüzlerini ve insanların binlerce yüzünü gösteriyor!

Yol arkadaşlarınız, dostlarınız, kardeş belledikleriniz ve sevdiklerinizle yaşayıp gidiyorsunuz.

Ama bir zaman oluyor ki, onlarla taban tabana ters düşüyor, doğrularınız ve hak uğruna dilsiz şeytan olmak istemiyorsunuz!

Sözleriniz, başka yüzlerini çıkarıyor ortaya adam bellediklerinizin!

Öyle bir an geliyor ki işte bu deyimi sarfetmek zorunda kalıyorsunuz: 
SIDKIM SIYRILDI!

Sıdk bir kez sıyrıldı mı, yerine dönemiyor bir daha!

Kim, fasulyenin sıyrılan kılçığını yerine yapıştırabilmiştir ki bu güne kadar!

En iyisi, sıdkımızın sıyrıldıklarından uzakta durmak ve de sıdk ile bağlanacağımız dostlar edinmek!

KİBİR...Kendini  beğenme ve bir nevi hastalık belirtisidir. Bu ya aşağılık duygusu denilen bir saplantının değişik bir biçimde tezahürü  veya cehaletin, aldanmanın bir sonucudur.

KİBİR…Kabalığın, hamlığın, yetişmemişliğin, hayalperestliğin tezahürüdür.

Ülkücülük…”EDEP ve Gönül Seferberliği ile SEVGİ” üzerine inşa edilmiştir.

Temeli Türk Töresidir. Türk Töresinde “kadim dosta” kötü sözler söylemek yoktur. Hele de müşterek bir mazi var ise..

Ancakkk…Aksakallı Atalar ki:
“GÖNÜL SOĞUK SÖZ DUYMUŞ,
KIRK YAZ GÖRSE ISINMAZMIŞ.”

Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi:
“-Sana olan kızgınlığım geçer de, kırgınlığıma çare bulamam”

Bizde deriz ki:
İNSAN GÜVENDİĞİNİ SEVER. 
GÜVENİN BİTTİĞİ YERDE, 
SEVGİ DE KUŞ OLUP GİDER.

“Et-tekrârü ahsen velev kâne 
yüz seksen."(Tekrar etmek en güzeldir, 180 kere de olsa!) noktasından hareketle tekrar edersek;

ÖNCE REFÎK…SONRA TARÏK”
(Önce yoldaş, sonra yol) denilerek, yola çıkacağımız insanları dikkatli ve rikkatli seçmemiz tembihlenir.

Çünkü insanı;
“-İNSANI, YOL DEĞİL, YOL ARKADAŞLARI YORAR.”

Canlar…
Size güven vermeyen kişilere güvenerek yola çıkmayın, inandıklarınızla yola çıkın.

-GÜZEL BİR HAFTA SONU 
GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE…

-EVİNİZE “BUĞDAY” YAĞSIN 
İNŞALLAH.

Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER

YAZARLAR