Dr. Ali GÜLER / TARİH


Atatürk'ün sosyal aşağılık duygusuna bakışı 1

Türk milletinin tarihini, kültürünü ve vasıflarını çok iyi bilen Atatürk, önüne inandığı bir lider çıktığı zaman Türk milletinin bütün olumsuzluklara rağmen ne büyük harikalar yarattığını biliyor ve milletine inanıyordu


Tarihten ders alan lider

Atatürk’ün çocukluk ve ilk gençliğini geçirdiği dönem Osmanlı Devleti’nin pek çok bakımlardan sıkıntılar yaşadığı, bilinen sona doğru adeta koşar adım yaklaştığı bir dönemdi. Halk arasında “93 Harbi” olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ve sonrasında imzalanan Berlin Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin tasfiye sürecini başlatmıştı. Arkasından gelen Türk-Yunan Savaşı (1897), Trablusgarp Savaşı (1911-1912), Balkan Savaşları (1912-1913) ve nihayet Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) imparatorluk halkında ve aydınlarında bir moral çöküntüsü yaratmıştı. Milli Mücadele başında millet yorgun ve bezgin, aydınlar umutsuzdu. Kimi aydınlar İngiliz, kimi aydınlar ise Amerikan mandası ile kurtuluşun mümkün olabileceğini düşünmeye başlamıştı.

Kaybedilen topraklar, sayısız insani dramların yaşandığı göçler, yerinden yurdundan edilmiş milyonlarca insanın varlığı aydınlarda bir güvensizlik yaratmış, sosyal psikologların “sosyal aşağılık duygusu” olarak tanımladığı güvensizlik ortamı oluşmuştu. Kendi milletinin tarihini, kültürünü bilmeyen, büyüklüğüne inanmayan bu aydınlar derin bir aşağılık duygusu içine girmişlerdi. Şüphesiz bu duygunun esiri olan insanlarla büyük bir iş başarmak mümkün değildi.

Türk milletine inanan lider

Türk milletinin tarihini, kültürünü ve vasıflarını çok iyi bilen Atatürk, önüne inandığı bir lider çıktığı zaman Türk milletinin bütün olumsuzluklara rağmen ne büyük harikalar yarattığını biliyor ve milletine inanıyordu. İşte bu iman ve inançla 13 Kasım 1918’de Mütareke İstanbul’una geldiğinde, Marmara’da demirlemiş bulunan düşman zırhlılarını gördüğünde, yaverine “Geldikleri gibi giderler” demiştir.

O, kendine ve milletine daima güvendi, inandı. Bunun için milletine ve gençlere “Türk öğün, çalış ve güven” diye seslendi. Sosyal aşağılık duygusunu yıkmak, ortadan kaldırmak için de daima “Türk milleti çalışkandır, zekidir!” dedi.

Türkiye, Atatürk ile bir taraftan akıl, bilim ve teknoloji ile Batı medeniyetine yaklaşırken; aynı zamanda “Türklüğe”, milli benliğine, kendi değerlerine doğru yol alıyordu. Atatürk Türk olmaktan gurur duyan bir Türk milliyetçisi idi. Batı karşısında hiçbir aşağılık duygusuna kapılmadan, Batı medeniyetine yönelmişti.

O, Türk milletinin kabiliyetlerini, cesaretini, sağlam karakterini savaş meydanlarında, Mehmetçik’in şahsında görmüştü. Tarihin en güçlü devletlerini kuran ve yüzyıllarca yaşatan Türk milletinin her alanda başarılı olacağına yürekten inanmıştı.

Cumhuriyet’in Onuncu Yılı törenlerinde yaptığı tarihi konuşmasında, baştan sona Türk milletine olan güvenle, Türk milliyetçiliğinin coşkun ve inançlı ifadeleriyle hitap etmiştir. Devlet Başkanı olarak, “Ne mutlu Türküm diyene” sözünü yürek dolusu iman ve inançla haykırmıştır.

“Derler ki biz adam değiliz ve olamayız!”

Bir düşünce ve devlet adamı olarak Atatürk, sosyal aşağılık duygusu içinde yalan yanlış yerlerde kurtuluş çareleri arayan asker, sivil aydınların bulunduğu bir dönemde, “Ya İstiklâl, Ya Ölüm!” diyerek yola çıkmış ve “milletin kendi azmi ve kararı ile kurtulacağını” ifade etmiştir. Onun bu konudaki tarihi analizleri bugüne de ışık tutacak nitelikte ve güzelliktedir.

Atatürk’ün meseleyi nasıl teşhis ettiğini görelim. O 1919 yılında diyor ki:

“Seyrek olmakla beraber üzüntüyle işitiyoruz ki milletin tarihini okumamış veya millî histen mahrum kalmış olması lâzım gelen bazı kişiler, yabancıların aleyhimizde ileri sürdükleri ithamları reddetmedikten başka, vatanlarını kabahatli göstermekten çekinmiyorlar, bu gibilere lânet!” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C: II., Ankara, 1959, s. 9-10.)

“Âciz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karşısında milletin de hareketsiz kalmasına, çekingen bir hale gelmesine yol açarlar. Beceriksizlik ve tereddütte, o kadar ileri giderler ki, âdeta kendi kendilerini küçük görürler. Derler ki, biz adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olmamıza imkân yoktur. Biz kayıtsız ve şartsız, mevcudiyetimizi bir yabancıya bırakalım. Balkan muharebesinden sonra milletin, bilhassa ordunun başında bulunanlar da, başka tarzda ve fakat aynı zihniyeti takip etmişlerdir. Türkiye’yi, böyle yanlış yollarda batma ve yok olma vadisine sevk edenlerin elinden kurtarmak lâzımdır. Bunun için, bulunmuş bir hakikat vardır, ona uyacağız. O hakikat şudur: Türkiye’nin düşünen kafalarını, büsbütün yeni bir imanla donatmak... Bütün millete taze bir manevî güç vermek!” (Nutuk, C: II. (1920-1927), İstanbul, 1961, s. 637-638.)

“Sinir gevşetici sözlere, telkinlere, ehemmiyet ve itimat gösterilmemelidir. Osmanlı tarzı idare ve siyasetinin yarattığı bu nevi zihniyetler reddedilmelidir. Ordu ile muharebe ile inat ile bu işin içinden çıkılmaz tarzındaki, kaynağı dışarda bulunan öğütlere uymakla, bir vatan, bir millet bağımsızlığı kurtulamaz. Tarih, böyle bir hadise kaydetmemiştir. Bunun aksini düşünerek hareket edeceklerin acı neticelerle karşılaşacaklarına, şüphe yoktur. Türkiye, işte, bu yoldaki yanlış fikirlere, yanlış zihniyetlere sahip olanlar yüzünden, her asır, her gün, her saat biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür. Bu çöküş, yalnız maddiyatta olsaydı, hiçbir ehemmiyeti yoktu. Ne yazık ki çöküş, ahlâk ve manevi değerleri de içine almış görünüyor. Hiç şüphe yok ki, bu büyük memleketi, bu koca milleti yok olma uçurumuna sevk eden başlıca sebep, bu olmuştur.” (Nutuk, C: II., s. 637.)

“Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar dolaşıyor. Bundaki gaye pek aşikârdır ki, millî hareketi neticesiz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır. Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman görüldüğü gibi bizde de kalp ve âsabı (sinirleri) zayıf, kavrayışsız insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve şahsî menfaatini vatan ve milletinin zararında arayan adî kimseler de vardır. Doğu işlerini çevirmede ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek usta olan düşmanlarımız, memleketimizde buna âdeta bir teşkilât haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatını kurtarma gayesiyle çırpınan bütün millet, işbu azim ve mücadele yolunda her türlü güçlükleri muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir.” (Nutuk, C: III. (Vesikalar), İstanbul, 1967, s. 930.)

Milletimizin, okurlarımızın ve arkadaşlarımızın Kurban Bayramı’nı kutlarım. 

YAZARLAR