Sırrı Süreyya Önder, PKK'nın ön şartsız feshedilmesi konusundaki görüş ve talimatlarını almak için İmralı'ya giden heyette buluyordu. Heyette Ahmet Türk ve Pervin Buldan da vardı. Bu üç isim, Devlet Bahçeli'nin "Terörsüz Türkiye" projesine ciddiyetle ve samimiyetle destek verdi. Devlet Bahçeli ne dediyse Abdullah Öcalan şartsız kabul etti. Abdullah Öcalan ne talimat verdiyse, bu heyet de o talimatları aynen kamuoyuna iletti.
Dolayısıyla PKK'nın feshedilmesi konusunda; Türk Devleti, İmralı heyeti ve Abdullah Öcalan arasında açık, net, pazarlıksız, sonuç odaklı, ciddi ve samimi bir trafik hattı oluşturuldu. Gerek PKK'nın, gerek DEM Parti'nin ve gerekse muhalefetin içinde bu süreci tıkamak isteyenler çoktu. Ama bu üç kişilik çekirdek kadro ciddiyetini ve samimiyetini bozmadan, süreci tıkamak isteyenlerin provakasyonlarına yenilmeden, Türk Devleti'ne verdikleri sözü yerine getirmek adına hız kesmeden fesih sürecini nihayete erdirmek için yoğun mücadele verdiler.
Sırrı Süreyya Önder, PKK'nın feshedilmesi konusunda İmralı'ya gidip Abdullah Öcalan ile görüştükten ve onun talimatlarını kamuoyu ile paylaştıktan sonra Habertürk'te Mehmet Akif Ersoy'un programına katılmıştı. Programın her saniyesini dikkatle izlemiştim. Sırrı Süreyya Önder program boyunca üç konu etrafında dönüp duruyordu.
* "Şerefim üstüne yemin ederim ki, gizliden ya da açıktan görüşülen hiçbir pazarlık yoktur!"
(DEM Parti'nin ve PKK'nın içinde pazarlık konusunu gündeme getirip süreci tıkamak isteyenlere cevaben)
"Bu süreçte ortaya şartlar sunmak, pazarlık yapmaya çalışmak yanlıştır! Bunlar barış mücadelesine zarar verir."
* "Üç günlük dünya, hepimiz ölüp gideceğiz. Giderken güzel gitmeye gayret edelim!"
* "Bu vatanı böldürmeyeceğiz! Bu milleti böldürmeyeceğiz!"
Yıllarca PKK'yı desteklemiş birinin bu sözleri söylemesi akıl alır gibi değildi! Sırrı Süreyya Önder program boyunca özellikle bunları sık sık tekrar etmişti. Bir de hastalığından bahsetmişti.
Programı izledikten sonra anlaşıldı ki; Sırrı Süreyya Önder'in hastalığı onu daha fazla yaşatmayacaktı. Kendisi bunu çok iyi biliyordu. Bu yüzden ölümden her bahsettiğinde durgulaşıyor ve duygulanıyordu. Azrail'in onu her an almaya geleceğini biliyordu. Onun deyimiyle "güzel gitmek" istiyordu. Ama güzel gitmeye hazır değildi! Bu nedenle fesih sürecinin sonuca ulaşması için çok uğraştı. Fazla zamanı kalmamıştı. Bir an önce terörü bitirmek ve belki de şehit ailelerinden helâllik alabilmek istiyordu. Ama olmadı. Mücadelesi yarım kaldı.
Onun penceresinden bakarsak, ateşi söndürebilmek için su taşıyan karınca misali elinden geleni yaptı ama ateşi söndüremeden orada yığılıp kaldı.
Sırrı Süreyya Önder'in son zamanlarda ölümden çok bahsetmesi ahiret korkusundandı. Zaten bunu kendisi de dile getiriyordu.
PKK'nın feshi konusunda Sırrı Süreyya Önder'in samimi mücadelesine elbette şahit olduk. Ama bunun için ona teşekkür ya da minnet borcumuz da yoktur! Aksine o Türk Devletine ve Türk Milletine teşekkür ve minnet borçludur. Çünkü ona hatasından dönme fırsatı verildi ve desteklendi. Bu saatten sonra ailesine ve DEM Parti'ye düşen görev bu fırsatı çok iyi değerlendirmektir. Ve unutmasınlar ki, Türk Milleti onlara karşı borçlu değil, aksine hâlâ alacaklı durumdadır.
Sırrı Süreyya Önder'in fesih sürecindeki ciddi ve samimi mücadelesini gördüğüm için öldüğüne sevinmiyorum. Ancak rahmet dileyecek de değilim! Kaldı ki onun ahiretteki akıbetine bizim rahmet okumamız da fayda etmez!
Dünya ekin, ahiret ise hasat yeridir. Bu dünyada ne ekersek, ahirette onu biçeriz. Ahiretteki hesap ve hüküm de yalnızca Allah'a aittir. İman edenler olarak biliriz ki, Allah'ın yargılamasında ve adaletinde haksızlık olmaz! Herkes hak ettiğini alır.