Stalin ona faşist,
Hitler ve Musoluni komunist,
Bazıları ise diktatör.
Türk Milleti ise; ATATÜRK dedi...
Her milletin kendine ait değerleri, o değerlerin sonu ortaya çıkan mücadeleleri ve bu mücadelenin önderleri vardır.
Türk denince akla gelen ilk şey kendisi ile özdeşleşen bağımsızlık karakteridir.
Türkler bu karakterini bilinen bütün tarihleri boyunca yaşamış ve gelecek nesillere de yaşatmıştır.
Türk tarihini göçebe zamanlarından alıp, çağ açıp çağ kapamaya, kurtuluş savaşına giden yola kadar incelediğimizde göreceğiz ki, hangi devir olursa olsun bir millete ait olma şeref ve haysiyeti ile mücadelesini yürütmüş, tarihe ismini altın harflerle yazdırmıştır.
Bu tarihi sürece kısaca göz atacak olursak önümüze iki zaman dilimi çıkmaktadır.
Birincisi 1071 yılında Anadolu’yu yurt edinme çabası ve bu çabanın sonucunu Malazgirt savaşı ile tescilleme.
İkincisi bu tescillemeyi hazmedemeyip 9 asır sonra yani 1915-1918`de milletimizi Anadolu coğrafyasından çıkarma çabaları.
Yıl: 1071
Yer: Malazgirt
Selçuklu devletinin başkumandanı Alparslan, Haçlı seferlerinin akınlarına son vermek ve Anadolu’yu yurt edinmek için kendisinden 3 kat fazla orduyla savaşmak üzere meydandadır ve askerlerine şu konuşmayı yapar:
“Burada Allah'tan başka bir sultan yoktur; emir ve kader tamimiyle O'nun elindedir. Bu sebepten benimle birlikte savaşmakta veya savaşmamak için uzaklaşmakta serbestsiniz.”
Askerlerinin hep bir ağızdan destek vermesinden sonra şöyle devam eder:
"Eğer şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun, zaferi kazanırsak önümüzde çok hayırlı günler olacaktır.
Ey askerlerim ve kumandanlarım!
Daha ne zamana dek biz azınlıkta düşman çoğunlukta olmak üzere, böyle bekleyeceğiz. Düşmanı yenersek arzu ettiğimiz netice olacaktır. Yoksa şehit olarak Cennete gideceğiz. Beni izlemek isteyenler gelsinler. Geri dönmek isteyenler serbestçe dönsünler. Onlara hiçbir ceza verilmeyecektir. Bugün burada ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Ben de sizlerden biriyim ve sizinle birlikte savaşacağım."
Bu konuşmasından sonra oku, yayı atarak kılıcını sıyıran Alparslan, "Bismillah!" diyerek en ön safta düşmana doğru at sürmüştür.
Kumandanlarının arkasından şimşek gibi Bizans ordusu üzerine atılan 54 bin er, düşman ordusunu perişan etmişti. Gün boyu devam eden savaş neticesinde Türkler kesin zaferi kazanarak bu güne kadar gelen tarihinin mührünü basmıştır.
Yıl: 1915
Yer: Çanakkale
Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşına girmiş ve bütün dünya kuvvetleri Çanakkale`ye dayanmış, ülkeyi zaptedecek ve Anadolu`yu ele geçirecektir. Sonrası Türkleri Sibirya çöllerine itmek. Fakat beklemedikleri bir savunma ile karşı karşıyalar. Türk ordusuna karşı kat ve kat fazla oldukları halde bir yanlışlık var bir türlü boğazı geçemiyorlar. Türk askerlerinin çetin bir şekilde yapmış olduğu savunma, düşman kuvvetlerine ilerleme imkânı vermiyor. Düşman kuvvetlerinin yoğun saldırıları karşısında bir komutan sanki 9 asır önceden gelir gibi meydana çıktı ve askerlerine şu emri verdi:
“Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.”
Bu emirle Türk askeri sanki 9 asır öncenin imanıyla ölüme koştu ve düşman kuvvetleri emeline ulaşamadı.
Daha sonrası hepinizin bildiği gibi küllenmiş bir imparatorluktan Türkiye Cumhuriyetine giden yol.
İşte tarihlerin çeşitli çağlarında aynı duruş ve şerefle milletlerine gelecek hazırlayan kumandanlar farklı zamanlarda farklı bedenlerde olsalar da aynı ruhun tecellisi ile görünmektedirler. O ruh Türk Milletinin esarete girmez bağımsızlık ruhudur.
Ebediyete intikalinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen bugün halen fikirleri ile ayakta duran Mustafa Kemal Atatürk bu ruhun son efsanesi, lideridir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurcusu, milletinin kendisine sevgisi yüzündün ATATÜRK soy ismini taktığı onu rütbelerin en büyüğü ile değerlendirdi.
Ona Başbuğ dedi.
Evet Başbuğ!
Başbuğlar Türk tarihinde ender yetişirler, her devlet adamının, kumandanın kolay kolay sıfatlandırılamayacağı bir rütbe.
Türklük kavramı, Orta Asya’dan beri çeşitli ırkların kaynaşarak ortak bir kültürde buluşması ile anlam kazana gelmiştir. "başbuğ" ise, Türk milletinin en büyük başkomutanı anlamındadır. Atatürk, Türk tarihinin en büyük başkumandanlarından biri olup, dünyanın da sayılı büyük kumandanlardan biridir ve devletin kurcusudur.
Başbuğ`lar askeri dehası, devlet adamlığı, Büyük Önder ve Başkumandan olmasının yanı sıra; insanı vasıfları ile de ön plana çıkarlar.
Türk tarihinde Başbuğ sıfatı alanlara kısaca bir bakarsak:
Başbuğ`lar çok müşfik, çok ince, çok vefakâr bir adamlardır. Vefasızlıklara uğrasalar da vefalıdırlar. Hiç kimsenin, hatta düşmanlarının bile ıstırabına, sıkıntı çekmesine asla tahammül ve müsaade etmezler.
Örneğin: 1071`de Bizansı yenerek Romen Diyojen`e özgürlüğünü veren Alparslan ile İzmir`de Yunan`ı denize döken Mustafa Kemal`in önüne serilen bayrağa basmayarak onu kaldırma tepkisi ancak böyle bir tarihi sürecin, böyle bir milletin çıkartacağı evlatlarında saklı olan Başbuğ`luk özelliğidir.
Yine Başbuğ`lar ikiyüzlülerden, riyakârlardan, dalkavuklardan hiç hoşlanmazlar. Hiç kimsenin gammazlık etmesine yahut birbiri aleyhinde dedikodu yapmasına ve bu kabil bayağılıklara müsamaha etmezler.
Sabırlıdırlar. Milleti uğruna aç susuz kalsa da yılmazlar, yıkılmazlar.
Onlar için yaşamak milleti uğruna mücadele etmektir ve o uğurda ölmeyi kendilerine en büyük haz sayarlar.
Evet son asırda Türk Milleti`ne böyle bir Başbuğ geldi, kısacık hayatında milletine dünyaları verdi ve bir 10 Kasım sabahı dünyaya gözlerini kapadı.
Herkes saat 9,5 gece Dolmabahçe`de öldü diye bilir. Ama onun ölüme giden sürecide çok hazindir.
Atatürk çok hastadır ve tabiri caiz ise “Ölümle dans” etmektedir. Bunu kendisine bildiriler ama ortalıkta Hatay meselesi vardır. Atatürk yaverini çağırır ve bu işin gizli kalmasını ister.. Atatürk, hasta yatağında hâdiseyi bütün ayrıntılarıyla takip eder. Bu sırada Avrupa’da Atatürk`ün hastalığı duyulmuş ve ülkeyi kaosa sokacak planlar yapılmaktadır. Bu pilavları bilen Atatürk Hatay meselesini çözmeden ölmek istememektedir. Bu meseleyi çözmek ve Hatay`ı Fransızlara vermemek için hata yatağından kalkarak Mersin'e hareket eder. Daha sonra Adana'ya geçer. Askeri geçit törenleri yaptırır ve ordunun başında olduğunu herkese gösterir.
Yaptıkları işe yaramıştır, dış basında hastalık, hatta "ölüyor" tarzı haberler kesillir ve Fransızlar Hatay konusunda tüm şartları kabul ettiklerini bildirdiler.
Ancak bu seyahat Atatürk'ün hastalığını iyiden iyiye arttırmıştır. Atatürk, İstanbul'a Dolmabahçe Sarayı'na döndü. Bu arada Hatay sorunu da çözüldü ve Türk Ordusu Temmuz ayı başlarında Hatay'a girdi.
Evet Başbuğ Hatay`ı kurtarmıştı ama kendi hastalığının yayılmasına sebep olmuştu. Nihayet onun milleti uğruna verdiği savaşta son noktası olan HATAY sevdası erken ölümünde tetikçisiydi.
Nihayet vakit gelmişti 7 Kasım 1938 günü ikinci ve son defa Atatürk'ün karnından su alınması işlemi yapıldı. 8 Kasım 1938 akşamı saat 19.00'da Atatürk doktoru Neşet Ömer İrdelp'e bakarak "aleykümesselam" dedi ve son büyük komaya girdi ve bir daha ayılmadı.
Onun kurduğu devlet bölgesindeki bütün değişmelere rağmen büyüdü, büyüdü ve kardeş ülkelerinin bağımsızlıkları ile de kucaklaştı. Onun uğruna ölümü göze aldığı o Hatay eğer Türkiye cumhuriyetinde kalmasaydı bugün Suriye`deki çatışmaların merkezlerinde biri olacaktı. Eğer Atatürk Türkiye Cumhuriyetini kurmasaydı bugün o Anadolu ya başkalarının elinde ya da kendi kendini yok eden ülkelerin kaderindeydi. Bu Atatürk`ün günümüz dünyasına kadar uzanan dehasının da bir göstergesidir.
Evet, bir 10 Kasım daha geldi. Milleti uğruna yaşamış, milleti uğruna Hakk`ın rahmetine kavuşmuş Başbuğ Atatürk`ü rahmet ve minnetle anarken emanetinin emin ellerde olduğunu vurgularım.
Ruhu Şad Olsun!
Selçuk Düzgün