Bazı kelimeler vardır, sözlükte karşılığı yazılıdır ama yürekteki yeri satırlara sığmaz. Bayrak mesela…
Kumaş değildir sadece; anamın sandığında sakladığı kırmızı bohça gibidir, gözünü kırpmadan toprağa düşen yiğidin son selamıdır.
Vatan keza… Haritada çizgiyle gösterilir ama her bir karışı, bir ninenin duası, bir yetimin umudu, bir babanın teridir.
Bizim kuşak, ideali kitaplardan değil, sokaktan öğrendi. Mahallede top oynarken direğe bağladığımız yıpranmış bayrak vardı ya, işte ilk vatan dersi oydu. Rüzgâr esse düşmesin diye taşla sabitlediğimiz… Kimse bize “bunu yapın” demedi; içimizden geldi, çünkü bayrak yere düşerse içimiz de yere düşerdi.

İdealist bir yaşam, nutuk atmakla başlamıyor. Sabah işine giderken komşunun selamını almakla, çöpe attığın ekmeğin hesabını yapmakla, yetimin başını okşamakla başlıyor. Vatan dediğin; sadece sınırda nöbet tutan askerin değil, sabahın köründe çocuğunun beslenmesini hazırlayan annenin de omzunda yükseliyor.
profil resmi yapmak kolay, zor olan onu alnında taşımak. İdealist yaşamak; kalabalıkta bağırmak değil, yalnızken de doğruyu yapabilmektir. Kimse görmezken harama el uzatmamak, köşeyi dönmek yerine dosdoğru yürümektir.
Bizim oralarda bir laf vardır: “Adamlık, kalabalıkta değil, dar günde belli olur.” İşte bayrak da, vatan da dar günde tanınır. Toz duman içinde kaldığında bile rengini kaybetmiyorsa, işte o zaman kutsaldır.
Ben idealist yaşamı böyle öğrendim. Mahalle sokaklarda büyürken, bayrağı direğe değil yüreğime diktim. Kimse alkışlamasa da, kimse görmese de, bu topraklara borcumu namus bilerek yaşadım.
Çünkü biliyorum; bir gün göçüp gittiğimizde geriye kalan tek şey, kaç kelime konuştuğumuz değil, bu bayrağın gölgesinde yapmış olduğumuz mücadelemiz yaşayacak.
Şakir Deniz
