Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


BENİ KİM YIKAYACAK?

Şehirle iç içe olan tarihi mezarlıklar, çevrelerinde yaşayan insanlara sanki bu dünyanın “geçiciliğini” fısıldar.


*BİR CUMA GÜNÜ YAZISI

GASSAL/ÖLÜ YIKAYICI:
“-BENİ KİM YIKAYACAK?”

“-BİZ TÜRKLER ÖLÜLERİMİZLE
BİRLİKTE YAŞARIZ.”

 

 

Şehirle iç içe olan tarihi mezarlıklar, çevrelerinde yaşayan insanlara sanki bu dünyanın “geçiciliğini” fısıldar.

Sokaklara, meydanlara, mahalle aralarına serpiştirilmiş mezarlar, türbeler ve hazîreler, insanlara ölümü hatırlatır.

Yabancı bir sefir Türkiye nüfusunun 20 milyon olduğu bir dönemde Yahya Kemal’e sorar:
-Türkiye’nin nüfusu kaç?diye... 
Yahya Kemal hiç düşünmeden:
-200 milyon diye cevabını verir.

Hayretler içinde kalan sefir:
-Efendim, bu nasıl olur? diye karşılık verince Yahya Kemal;
“-Biz Türkler ölülerimizle beraber yaşarız” diyerek, kökü mazide olan ati olma şuuruna ve geçmişimizle barışık olmanın gerekliliğine işaret eder.

Gerçekten de eskiler ölüleriyle birlikte yaşar. Günümüzde olduğu gibi, bu mezarlıklar şehrin dışında değildir, bilakis şehir ile iç içedir.

Mezar taşlarımız…Yaşamakta olduğumuz topraklar üzerinde de var olduğumuzun birer göstergesi, birer TAPU BELGESİ gibi bir tarzı, derinliği ve toplumun karakterini yansıtan, toplumla hayat bulan birer ifade biçimleri aslında.

Selçuklu ve Osmanlı toplumunda hayat ölülerle o kadar iç içedir ki, insanlar evlerinin önündeki bahçeye, yahut her gün gittikleri caminin bir köşesine bile gömülebilmekteydi.

Selçuklu ve Osmanlı mezarlıklarında mezar taşı yazıları çoğunlukla yola bakar. Böylece yoldan geçenler medfun bulunan zata bir Fatiha okumadan geçmez.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.V) “Lezzetleri yıkan eğlencelere son veren ölümü, çok hatırlayınız.!” diye buyurur.

Gönlümün Şeyh Edebalisi rahmetli babam beni ve kardeşlerimi bu nedenle dini bayramlar dışında aile büyüklerimizin kabirlerindeki ağaç ve çiçeklerini sulamak bahanesi ile Adana/Asri ve Buruk mezarlığına götürür ve nasihatler ederdi.

Mezar taşlarının dili Selçuklu ve Osmanlı mezarlarında görülen her bir şeklin bir anlamı vardır.

Mezar taşlarında bulunan başlıklar, mezar sahibinin meslek ve meşrebine göre yapılır.

Kallâvi kavuklar, sadrazam, kubbealtı vezirleri ve kaptanı derya tarafından kullanılır.

Mezar taşlarındaki başlıkların, kişilerin meslekleri yanında meşrepleri hakkında da bilgi verir, örneğin Üçler’deki Mevlevilerin uzun külâhları mezar taşlarına da yansır.

Eğer bir mezarlıkta yazısız bir mezar taşı varsa, bu muhtemelen bir cellada aittir.

Cellatlar her ne kadar vazifelerini mahkeme kararına bağlı olarak yapsalar da, birileri tarafından “bedduaya uğramamak” için mezar taşlarına isimlerini yazdırmaktan çekinirler.

Sonunda cellat da olsan sadrazam da olsan gassalın önünde boylu boyunca cansız yatıp yıkanmak var!

TRT yayına başlayan "GASSAL”dizisi çok ses getireceğe benziyor….

İki haftadır şehir meydanlarında reklam bilbordları "BENİ KİM YIKAYACAK? sorusuyla afişe edildi…

Bu tanıtımdan sonra bu soruya cevap veriliyordu:GASSAL/Ölü yıkayıcı.

Tabii bu soru ve cevap herkesin dikkatini çekmeye yetti.

-Herkes bir gün ölümü tadarak, teneşir tahtasında yıkanacak,
-Kefenlenip tabuta konup musalla taşına getirileceğini biliyordu. 
-Ama ölümün soğuk yüzüyle karşılaşmak hepimizi korkuttuğundan bu gerçekliği düşünmek bile istemiyorduk.

Öyle ya dünyaya gel, çalış çabala en nihayetinde terk-i dünya edip öbür tarafa postalan.

Peki öbür taraf neresi idi? 
Var mıydı, yok muydu?
Günümüz insanı bu dünyanın geçici nimetlerine, zevk ü savaşına, haz ve ihtirasına öylesine kapıldı ki bir gün teneşir tahtasına konup yıkanacağına imkan ve ihtimal vermiyor.

-Inadına bu gerçeklikten kaçıyor ama Azrail'in nefesi bir gün gelip bizi yakalıyor.

İşte Gassal Dizisi'nde hergün birkaç ölü yıkayan gassal bile ölümlü olduğunu işi rutinleştiği için unutuveriyor.

Bir gün cenazeyi defnedip mezarlıkta yalnız yürürken üç beş kimsesiz evsiz barksız gencin saldırısına uğrar ve bıçaklanır…Ancak sustalı gerçek değil sahtedir. Bıçaklandığını zannedip yere düşer ve o an şu soru aklına gelir:
-BENİ KİM YIKAYACAK?

Dizi bu soru üzerine kurulur ve hergün bir ölüyle yüz yüze olan gassal o an ölümün kendini tefekkür etmeye başlar.

GASSAL dizisinin kurgu, olaylar dizisi ve diyaloglarını ve Ahmet KURAL’ın oyun gücünü beğendim. Gerçekten ne bir fazla, ne bir eksik...

Dizinin hedefi belli...
-Unuttuğumuz, unutturulmaya çalışılan ölüm gerçeğini bir dizide göz önüne getirilerek biz fanilere hatırlatmak.

Bizim kadim kültürmüzde hep ölümle hayat iç içedir. Yahya Kemal’in dediği gibi “BİZ ÖLÜLERİMİZLE BİRLİKTE YAŞARIZ.”

-Camiiden çıkar cenaze namazına dururuz. 
-Bir yakınımız öldüğünde hemen taziyeye gider baş sağlığı dileriz. -Onun boşluğu içimizde bir acı olarak kalır.
-Ancak “emr ü fermanın” Yüce Rabbimizden olduğunu da idrak ederiz.

Türkülerimizde, destanlarımızda, mani ve şiirlerimizde ölüm gerçekliği hep vurgulanır.

Uzun lafın kısası can dostlar biz hayatı ölümle beraber yaşarız.

Hassaten tasavvufta/tarikatların hemen hemen hepsinde olmazsa olmaz bir rükun vardır ki o da ölüm rabıtasıdır.

Bu yola baş koyan salik,mürid 
ne derseniz deyin her gün ölüm rabıtası yapar.

Azrail'in geldiğini canını aldığını, yıkanıp kefenlenip namazının kılındığını, ardında defnedildiğini düşünür.

Amaç bellidir ki insanların ağzının tadını bozan ölümün bir gün onun da başına geleceğini tezekkür ve tefekkür etmek.

“-Her nefis ölümü mutlaka tadacaktır. Sonra da bizim huzurumuza döndürüleceksiniz. -İman edip sâlih ameller işleyenleri, cennette altlarından ırmaklar akan yüksek köşklere yerleştireceğiz ve orada ebedî olarak kalacaklardır.
{Ankebût Suresi 57-58}

“-Ben gidersem bu iş yeri batar!” düşünceden öte diyenler için aklımıza gelen bir hikaye bizi gülümsetti;

“Günün birinde bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikayetçi olan bir hasta gelir. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söyler.

Doktor ona sorar:
“-Bu işleri başka biri yapamaz mı? Yahut bir başkası size yardımcı olamaz mı?
-Onları yalnız ben yapabilirim. Bütün işler bana bakar.
-Sana bir reçete vereceğim. 
Bu reçeteyi aynen tatbik edersen kurtulursun.” diyerek bir reçete yazıp verir. Adam reçeteyi eline alıp baktığında hayretler içinde kalır.

Reçetede her gün en az 2 saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve haftanın yarım gününü bir mezarlıkra geçireceksin diye yazmaktadır.

Hasta doktora sorar:
-Yürüyüşü anladık ama mezarlık neden?
-Oraya gidip mezarlara bakmanı istiyorum. Orası kendilerini “vazgeçilmez” sanan insanlarla doludur. 
-Sen de onlar gibi mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkan olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin.”

Bakın yirmi altı şair padişahın en “muhteşemi” MUHİBBÎ/Kanuni Sultan Süleyman…Üzülürken, severken, ağlarken gamlanıp şiire sığınmış ve demiştir ki;
“-Gamına gamlanıp olma mahzun,
Demine demlenip olma mağrur,
Ne dem bâki, ne gam bâki, Ya Hû.”

Allah ondan (KANUNİ) RAZI olsun..

Şu an…Meram Bağları’nda “davudi sesli” müezzinler sabah ezanını okuyorlar..Sizi başka alemlere götürüyor…Böyle güzel bir dinin mensubu olduğunuza şükredersiniz.

BUGÜN CUMA… Cuma’nın hayrı, bereketi, sağlık ve mutluluğu ülkemizin, milletimizin, bütün Türk-İslam Âlemininin üzerine olsun inşallah…HAYIRLI CUMALAR.

Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER…

10 Ocak 2025
Taş Medrrseli
Tarih Öğretmeni
Ali KUZENCİK

YAZARLAR