Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


Bir Cuma günü yazısı...

Türk-İslam Ülküsünün muzaffer ve muazzez bir mevkie gelebilmesi için çok çalışacağız, çok mücadele edeceğiz ve inançlarımızı samimi bir şekilde yaşayacağız.


*BİR CUMA GÜNÜ YAZISI…

-NİYET HAYR…AKİBET HAYR…BİZE DÜŞEN İYİ NİYET VE SAMİMİ GAYRET…

“İNCİRLER OLANA KADAR KALSAYDIN BARİ.”

ANAM:
“-PAMUKLAR TOPLANANA KADAR
KALSAYDIN BARİ OĞUL…”

 

“Anadolu’da bir ilçede müftüydüm. Günlerden Cumartesi…İlçenin pazarı
o gün kurulur.

Devlet daireleri kapalı…Evde oturacağıma müftülüğe gideyim dedim. Daireye vardım, bir çay demledim, camdan dışarı bakıyorum.

Bahsettiğim, pazar yeri, müftülüğün biraz ilerisinde kurulur. Kimi almaya, kimi satmaya, herkes pazara geliyor. 
Çok da kalabalık!

Müftülüğün karşısında bir bakkal var. 
Ben camdan ilçenin cumartesi günlerine mahsus bu hareketli vaziyetini seyrederken, lüks bir otomobil gelip, bakkalın önüne park etti. Bakkal;

"–Beyefendi dükkânın önüne park etme, başka yere çek arabanı!" diye hışımla bağırarak dışarı çıktı, kendi kendine de;

“Zaten bu gün pazarın kurulduğu gün, bakkala gelen yok, giden yok, bir de sen engelleme* diye mırıldanarak adamcağız iyice asabileşti.

Arabanın sahibi de haklı olarak;
“-Yahu burada park yasağı mı var? 
Niye park etmiyor muşum?!." diye çıkıştı.

Baktım gereksiz bir münakaşa çıkacak. Hemen aşağı  indim, arabanın sahibine;
"–Beyefendi, bugün ilçenin pazarı var. Bakkal; ‘Belki satış yaparım’ diye dükkânın önü kapansın istemiyor. Burada arabana zarar gelmesin. Müftülüğün bahçesi müsait park edecek yer var. Ben kapısını açayım, arabanı oraya park edebilirsin." dedim.

“-Olur…" dedi.
Arabayı park ettikten sonra;
“-Beyefendi  müsaitseniz, yukarıda çay demledim, tek başıma içiyorum, istersen buyur birlikte içelim" dedim.

"–Olur, içelim." dedi. Teşekkür etti.

Yukarı Müftülüğe çıktık. Bir yandan çaylarımızı içiyor, bir yandan tanışıyor, konuşuyorduk.

O sırada müftülüğün kapısı açıldı. İçeriye elleri titreyen yaşlı bir hanımefendi girdi.

Elinde içerisine incir doldurduğu küçük bir sepet ile;
“-Oğlum, müftülüğün kapısını açık gördüm de içeri girdim. Kusura bakmayın. Ben bu incirleri bizim bahçeden topladım. Pazara satmaya götürüyorum. Parasını da size getireceğim, İlçemizde kız kuran kursu yoktur, bizim zamanımızda da yasaktı biz cahil kaldık, çocuklarımızın, torunlarımızın okuması için, bir kız Kur’ân Kursu yaptırırsınız diye…"

Küçük bir sepet içinde  incir, 3 veya 4 kilo ya gelir, ya gelmez. Kur’ân kursu yaptırmak için onu pazarda satacak parasını hayır olarak müftülüğe getirip verecek.

Duygulandırıcı bir samimiyet, niyet ve arzu. Ben dondum kaldım. Misafirim de belli ki duygulandı. Hanımefendiye dedi ki:

“-Anne sen bu incirleri kaç liraya satıyorsun."
Kadıncağız da mütevekkil şekilde;
"–Ne verirseniz yavrum?" dedi.
Adam da coştu:
"–Peki, bir Kur’ân kursu yaptırma karşılığında bu incirleri bana satar mısın?"

Yâ RABBİ! Küçücük bir sepet içindeki bir kaç kilo incir ile bir Kur’ân kursu.

Adam bu güzel niyeti gerçekleştirmek için harekete geçti. O kadıncağızın arzusu gerçek oldu…

Tanımadığımız, ilçemize ilk defa gelen şahıs üst kısım cami, alt kısımda tam teferruatlı bir kız kuran kursu yaptırdı ve o ihtiyar ninenin adını yazdırdı.

Siz ne derseniz deyin, bunun adı samimi bir niyetten başka bir şey değildir. Samimi niyetle, ihlâsla istersen; MEVLÂ’m karşılığını hemen, fazlasıyla verir.

O kadıncağız, istemiş, gönülden arzu etmiş. "Benim ne imkânım var ki?" diye düşünmemiş. "Bir kaç kilo incirden ne olur." dememiş. Onu toplamış. "Bana gülerler." dememiş, yola koyulmuş. Bunlar, hep samimi niyetin ve bereketin sırları. Muhabbetle, selam ve dua ile.
                  
Sevgili Müftümüzün bu güzel anlatımından sonra bizde deriz ki;

"Niyet hayır, akıbet hayır" atasözü 
bir işe başlarken kişinin niyetinin iyi olması halinde, sonucun da iyi olacağını ve iyi niyetle atılan adımların, olumlu sonuçlar doğuracağına inanırız.

Hayatımızda karamsarlığa asla yer vermeyeceğiz. Her vakit ÜMİTVAR olacağız, ideallerimizin, hayallerimizin gerçeğe dönüşmesi için çok çalışacağız.

Ümitsiz değilim. Benim can ülküdaşlarım samimi, ihlaslı müslümanlardır.

Çünkü bizi biz yapan, bir makamın arzusu değil bir davanın sevdasıdır.

Türk-İslam Ülküsünün muzaffer ve muazzez bir mevkie gelebilmesi için çok çalışacağız, çok mücadele edeceğiz ve inançlarımızı samimi bir şekilde yaşayacağız.

Böylece rahmetle andığımız aziz ülkü şehitlerimizin yüzünü kara çıkarmayacağız.

Biliriz ki... Ülkümüzün başarı limitini inançlarımızın cesameti, büyüklüğü tayin edecektir.

Bizim Ülküdaşlarımız…Türkiyenin geleceğinde tam ve kesin söz sahibi olacaklardır İnşallahhhh…

Zira KADER GAYRETE AŞIKTIR…
Ulu Çınar Üç Hilal’i güzel günler, 
yıllar bekliyor Allahın izniyle. Boşunamı çekildi bunca çileler…

Taşmedrese de bile olsa… Gördüm ki;
“Gülümsediğinde” her yüz ses hızıyla “gülcemal’e” dönüşüyor, güzelleşiyor.

Kalbinizi ve sesinizi yumuşatın…Bu fani dünyada kimsenin mülkü olmaz.

Ülkücülük…”EDEP ve Gönül Seferberliği ile SEVGİ” üzerine inşa edilmiştir.

Temeli Türk Töresidir. Türk Töresinde “kadim dosta” kötü sözler söylemek yoktur. Hele de müşterek bir mazi var ise..

Dervişe sormuşlar;
-Huzur ve mutluluk nedir.?
Derviş demiş ki;
-İnandığım yolda inandığım kişiyle yürümek.

Hayatta dünyanın merkezinde olmak önemli değil… Bizi seven insanların kalbinin merkezinde olmak önemlidir.

Aynı bağın bülbülüyüz biz. Güle birlikte yanarız, yeter ki gaflete düşüp de dikene kurban gitmeyelim. Hoşgörü elbiselerimizi ütüleyelim güzelce.

Akşam dergaha dönen dervişe iki soru sorulurmuş:
1-Bugün kalp kırdın mı.?
2-Namazlarını kıldın mı.?
Birinci soruya EVET diyen dervişe ikinci soru sorulmazmış.

Bu soruyu soracak tekke kalmadı bugün. Ama soru eskimez ve her asırda güncelliğini  kaybetmeyecek bir soru.

“SAHİBİ HÜRMETİNE KULU 
İNCİTME GÖNÜL

KİBİRLE YÜRÜYEREK YOLU 
İNCİTME GÖNÜL”

Meram Bağları’ında bugün olduğu gibi sabah namazından yarım saat önce yazıyı kaleme aldığım…Gece en karanlık ve ebedi göründüğü zaman gün ışığı en yakındır.

Her gecenin bir sabahı vardır. Karanlıklardan aydınlığa, zulmetten Nûr'a çıkmak ümidiyle.

Eğer tavrınız ve davranışınız bir iman hareketi ise o zaman hesâbî olanlar değil hasbî olanlar kazananlardır.

HESÂBÎ…kendi menfaatini düşünerek başkasının sırtından geçinmeye çalışır.

HASBÎ ise sadece Allah-u Tealanın  “rızası” için hareket eder. Neticesini düşünmez bile zira gaye Allah rızasıdır.

Bu kutlu dava;
-İstemezmisin ya Ömer! sorusuna
“-Bu dünya onların olsun ahiret bizim” davasıdır cevabını vermektir.

Bu dava başkanlık, vekillik davası değil, ALLAH DAVASININ DAVACISI OLABİLMEK DAVASISIDIR.

-Biz kısık sesler…TOHUM EKMEYİ ÖĞRETİYORUZ; HASATI DA ANLAYANLAR KALDIRIR İNŞALLAH.

-1970'lerdeki ülküdaşlarımın mücadelesi bir kahramanlık destanıdır.

-O yıllarda ülkücü mücadelede yer almış olanların hepsi birer kahramandır.

-1970'li yıllarda o şanlı mücadelenin içinde yer almış olmaktan her zaman gurur duydum.

-Bu durum benim en şerefli mirasımdır.

O YILLARIN…HAYALİ, DOSTLUĞU, YAŞANMIŞLIĞI VE ÜLKÜDAŞLIĞI 
CİHAN DEĞER.

Dava ve ülkü arkadaşlarımıza karşı bitmeyecek bir vefamız, eksilmeyecek bir muhabbetimiz vardır…

Her vakit duamız odur ki;
Hak etmeyeni sevdirme bize Yarabbi.

Öyle yapmacık sevgiler, göstermelik saygılar pek tutmaz Ülkü Ocaklının yüreğinde. Ülkücü sevdimi “yürekten” sever….Yürek başka birşey…

Popüler kültürün dayatmalarını pek göremezsiniz BOZKURT Yüreklerde.

Ülkü Ocakları…Mazinin iftihar edilecek övüncünü atiye taşıyan kutlu bir kervanı menzile ulaştırmaya ant içmiş vatan evlatlarının ilk göz ağrısı, ilk sevdası, ilk mekanıdır.

Hayatta dünyanın merkezinde olmak önemli değil… Bizi seven insanların kalbinin merkezinde olmak önemlidir.

Yukarıda İNCİR denilince aklıma güzel bir şarkı sözü geldi…

“Onlarca sözden birini tutsaydın bari,
Beni böyle habersizce alıp giderken,
Bavuluna kalbimi de atsaydın bari,
İNCİRLER OLANA KADAR KALSAYDIN BARİ.”

“….KALSAYDIN BARİ” denilince hep rahmetli anam aklıma gelir ve hala içim acır…

Üniversite yıllarımda Ankara’dan Adana’ya geldiğimde mahallemizin (Sinanpaşa/Yavuzlar) yanında akan Seyhan Nehri’nin kenarındaki sazlığından gelen sivrisineklerden korunmak için bahçelikli evin 2.katın damında tül ÇİBİNDİRİK içinde yatarken sabaha karşı seher vaktinde can anam sessizce üzerimi örter ve bilirdim ki beni koklar, hasretle  seyreder...her daim söylediği “gurbannn olurum seni veren Allah’a” derdi.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin öğretime açılması 15 Eylül’de idi. Ama ben Site Yurduna ve Ankara’ya kavuşmak için babamı 15 gün önceden ikna ettim.

Can Anam;
“-Oğul… pamuklar toplanana kadar kalsaydın bari..” derdi.

Keşke kalsaymışım… Gençlik işte…Hatırladıkça içim acır…

Anam, sabahın dördünde gün ağarırken sabah ezanıyla kalkar, gece yatsı namazına kadar gerçek bir ağır işçi gibi çalışırdı.

Yatağa düştüğünde, uyudu mu, bayıldı mı belli olmazdı. Ama anamın hiçbir şeyden şikâyet ettiğini duymadım, mutsuz halini de görmedim.

Yine bir gün…
Anam ateşi yakıp sisli kazanda kemikli et kaynatırken bahçeye gelen anamın eltisi Huriye yenge;

“-Kız kele bacım! Bütün mahalleyi et kokusu sarmış kaynattığında et olsa bari…çoğu kemik!” deyince…

Seyhan Nehri kenarındaki çoğu çırçır fabrika sahibi ve pamuk çiftçisi Ceyhanlı ve Karataşlı varlıklı ailelerin oturduğu mahalleye taşınan anamın verdiği arifçe cevap;

“Olsun…Ovalılar demesin bu aç Gavurdağlılar nerden geldi!”      

Babam Adana’nın girişinde Motor Meslek Lisesinden mezun olunca rahmetli Menderes zamanında inşaatı süren Seyhan Barajında ABD’li mühendislerden oluşan  komisyonda ingilizce mülakattan geçerek makine teknisyeni olarak işe başlamış.

Seyhan kıyısında bulunan Yavuzlar Mahallesindeki evimiz sobalıydı. Sobayı tutuşturmak ise annemin göreviydi.

Annem dermiş ki;
“-Bey...İş yerinde makine-motor temizlemek için kullanıp attığınız yağlı bezleri bir poşete koyup getirirsen sobayı tutuşturmak kolay olur.”

Bu isteğe karşın babamda cevaben;
“-Devletin malıdır... Çöpe atsak da ne olur ne olmaz hanım...Belki de haramdır. Allah bize GAZAP verir” der.

Rahmetli annemin biz daha çocukken defalarca “bilerek” anlattığı rahmetli babamla ilgili hatıratı o gün bugündür her zaman çok korktum ben bilhassa haramdan, Allah’ın gazabından.!

Bereketli Çukurova…Baba ocağı… Yüreği güzel insanımın bol olduğu bir şehir, incir bahçeleri ve pamuk tarlaları… çocukluğumun geçtiği yerler.

Ahhh.. O günleri çok özlüyorum.

Memleketi özlediğinizi sanırsınız, 
gider bakarsınız ki, özlediğiniz gençliğinizmiş…

Bir allı turna olsam, kendi  göğümde uçsam.

ADANA…Vatansever ve milliyetçi oldukları kadar da cömerttir, eli açıktır, aziz misafirlerini  en iyi şekilde ağırlar...

Onlarca Yeşilçam filmlerine konu olan “Çukurova zenginliği” sevdiğim bir Adana türküsündeki sözü Rabbim göstermez inşallah bu cömert insanlara;

“ADANA’NIN YOLLARI TAŞLIK, 
YOK CEBİMİZDE BEŞ PARA HARÇLIK.”

Allah kimseyi gördüğünden geri bırakmasın...

BUGÜN CUMA…
Cumanın hayrı, bereketi, mutluluğu ülkemizin, milletimizin, bütün Türk-İslam Âleminin, üzerine olsun inşallah.

*Bilge Lider Devlet Beyimizin sağlığının iyi olması soğuk Meram Bağları’nı  “Gedavet/ılıman, Akdeniz iklimine dönüştürmüştür…Çok şükür.

Meram Bağları’ndan;
SEVGİ ve MUHABBETLE
 

7 Mart 2025
Taş Medreseli 
Tarih Öğretmeni
Ali KUZENCİK

YAZARLAR