Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


Bir hafta sonu yazısı

Bir hafta sonu yazısı


BİR HAFTA SONU YAZISI…

“GURBANNN  OLURUM SENİ VEREN ALLAH’A”…. BİLİRDİM Kİ BU SÖZ:

“SENİ SEVİYORUM OĞUL”DEMEKTİR.

 

 

Sevgili Vekilimiz Ihsan Barutçu’nun sayfasında bu güzel videoyu görünce
bizimde aklımıza Adana’da çibindirik içinde damda yattığımız yıllar geldi…

Üniversite yıllarımda Ankara’dan Adana’ya geldiğimde mahallemizin yanında akan Seyhan Nehri’nin bataklığından gelen sivrisineklerden korunmak için bahçelikli evin 2. katın damında ÇİBİNDİRİK içinde yatarken sabaha karşı seher vaktinde  anam sessizce üzerimi örter ve bilirdim ki beni hasretle  seyreder..

Gece iki üç sefer kalkıp evladının üstü açık kalmış mı diye kontrol eden anam uyandığım zaman “GURBAN OLURUM SENİ VEREN ALLAH’A” bilirdim ki bu söz:
“SENİ SEVİYORUM OĞUL” demektir.

Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin öğretime açılması 15 Eylül’de idi. Ama ben Site Yurduna ve Ankara’ya kavuşmak için babamı 15 gün önceden ikna ettim.

Can Anam:
"-OĞUL… PAMUKLAR TOPLANANA KADAR KALSAYDIN BARİ…” derdi.

Keşke kalsaymışım… Gençlik işte…Hatırladıkça içim acıyor.

Ahhh.. O günleri çok özlüyorum.

Memleketi özlediğinizi sanırsınız, 
gider bakarsınız ki, özlediğiniz çocukluğunuz ve gençliğiniz…

ADANA…Vatansever ve milliyetçi oldukları kadar da cömerttir, eli açıktır, aziz misafirlerini  en iyi şekilde ağırlar...

Onlarca Yeşilçam filmlerine konu olan “Çukurova zenginliği” sevdiğim bir Adana türküsündeki sözü Rabbim göstermez inşallah bu cömert insanlara;

“ADANA’NIN YOLLARI TAŞLIK, 
YOK CEBİMİZDE BEŞ PARA HARÇLIK.”

Allah kimseyi gördüğünden geri bırakmasın...
                      *****
Anam, sabahın dördünde gün ağarırken sabah ezanıyla kalkar, gece yatsı namazına kadar gerçek bir ağır işçi gibi çalışırdı.

-Yatağa düştüğünde, uyudu mu, bayıldı mı belli olmazdı… 
-Ama anamın hiçbir şeyden şikâyet ettiğini duymadım, mutsuz halini de görmedim.

Yine bir gün…
Anam ateşi yakıp sisli kazanda kemikli et kaynatırken bahçeye gelen anamın eltisi Huriye yenge;

“-Kız kele bacım! Bütün mahalleyi et kokusu sarmış kaynattığında et olsa bari…Çoğu kemik!” deyince…

Seyhan Nehri kenarındaki çoğu çırçır fabrika sahibi ve pamuk çiftçisi Ceyhanlı ve Karataşlı varlıklı ailelerin oturduğu mahalleye yeni taşınan anamın verdiği arifçe cevap;

“OLSUN…OVALILAR DEMESİN BU AÇ GAVURDAĞLILAR NERDEN GELDİLER!”
                    *****

Ankara/Ulucanlar’da, Sevgili Başkanım rahmetli Selahattin ARPACI ağabeyim tabloya fırça atıp o güzel eserlerini ortaya çıkarırken bende ranzada Dil-tarih’ten hocam Prof.Dr.Faruk Sümer'in OĞUZLAR kitabını yeni bitirmiş, heyacanla yeni çıkan Bahaeddin Özkişi'nin yazdığı KÖSE KADI'yı "soluksuz" okumaktayım.

Zaman zaman arkadaşlarım özellikle rahmetli Ali Bülent Orkan, Hayret Yıldız, Behçet Kemal Gürsoy, Gürol Delice ısrarla beni avluya VOLTA atmaya çağırmalarına rağmen Köse Kadı romanının etkisinde olup volta atmayı ertelemiştim.

Bir müddet sonra koğuşa Yozgatlı Başgardiyan Hasan amca geldi.

“-Ziyaretçin var Kuzencik." dedi ama ben "ne ziyaretçisi ya Hasan amca.? Hem bugün ziyaretçi günü değil ki" der demez bana;

"-Gelen ziyaretçi baban evladım baban…Savcı odasında seni bekliyor.!”

-BABAM MI.?! Elimdeki KÖSE KADI yere düştü.!

Oysa babamla çocukluğumdan beri ARKADAŞ gibi idik.

Öyle ki… Adana'da beraber FENERBAHÇE maçlarına gider baba oğul dürüm yaptırır yerdik. Sadece bir kere kulağımı çekmişti.

İlkokul bire giderken mahallemizin yakınında akmakta olan SEYHAN NEHRİ'nde girdaba kapılıp boğulmak üzere iken KEL ABBAS Ağabey ile bugün ünlü dizi ve film aktörü komşumuz Menderes SAMANCILAR beni kurtarıp yuttuğum suları boşaltıp eve getirdiklerinde babam o şokla kulağımı çekmişti.

Kendimi bildiğim bileli babamdan öğrendiğim Hz.Hamza'nın "gözümün gördüğü hiçbir dünya varlığından korkmam" sözünü kendime rehber edinmiştim.

Güzel bir Kerkük türküsünde söylendiği gibi "alem şirin uykusunda iken” ocaktaki arkadaşlarımla kavga yıllarımızda Ankara'nın "karanlık sokaklarını, geniş ve aydınlık meydanlarını” ezberleyen, Ankara Emniyetini ve Karşıyaka Mezarlığını komşu kapısı yapan bir kişi olarak gardiyanla beraber savcı odasında beni bekleyen babamın yanına yine Seyhan Nehrinde boğulmakta olan suçluluk halet-i ruhiyesiyle koridoru ve merdivenleri adımlıyoruz.

Bir yandan da "İÇERDE" olduğumu babama kim haber verdi, onu kim üzdü diye yumruklarımı ve dişlerimi sıkıyorum.!

Babam Osmaniyeli hemşehrisi eski Bayındırlık Bakanı Adalet Partili  Selahattin Kılıç'ı devreye katarak beni savcı odasında beklemekte...

“Güvercin tedirginliği” ile savcı odasına girdim…

Mahçup bir şekilde otururken babam;
“Oğlum Ali... Sen buraya hırsızlıktan, ahlaksızlıktan veya yüzkızartıcı bir sebebten değil SİYASİ sebebten milliyetçi vatansever bir genç olarak girdin. 27 Mayıs’ta Demokrat Partili olarak beni de bir müddet içeri aldılar-bıraktılar.! Kaldır kafanı ve gel seni bir kucaklayım" deyince kendime geldim.

Gavurdağlı Babam belki yedi evladından birini kucaklamıştı ama ben sanki bizim TOROS DAĞLARINI kucaklamıştım.

Babamın sinesi bugün yaşadığım Meram Bağlarında çok bulunan IHLAMUR ve İĞDE gibi mis kokmaktaydı..

Babam Adana’nın girişinde Motor Meslek Lisesinden mezun olunca inşaatı süren Seyhan Barajı’nda ABD’li mühendislerden oluşan  komisyonda ingilizce mülakattan da geçerek makine teknisyeni olarak işe başlamış.

Seyhan kıyısında bulunan Yavuzlar Mahallesi’nde ki evimiz sobalıydı. Sobayı tutuşturmak ise annemin göreviydi.

Annem dermiş ki;
“Bey...İş yerinde makine-motor temizlemek için kullanıp attığınız yağlı bezleri bir poşete koyup getirirsen sobayı tutuşturmak kolay olur.”

Bu talebe karşın babamda cevaben;
“Devletin malıdır... Çöpe atsakta ne olur ne olmaz hanım...Belki de haramdır. Allah bize GAZAP verir” der.

Rahmetli annemin biz daha çocukken defalarca “bilerek” anlattığı rahmetli babamla ilgili hatıratı o gün bugündür her zaman çok korktum ben bilhassa haramdan, Allah’ın gazabından.!

İnsanlar şirin uykusunda uyurken... Vatanını SEVDA derecesinde sevmekten başka bir suçu olmayan oğullarının peşinden mahkeme mahkeme, şehir şehir gezen, bayramları zehir olan çilekeş gönüldaşlarımın Rahmeti Rahmana kavuşmuş babalarına ve hiç kimseyi eliyle, diliyle davranışıyla incitmeyen Sevgili Babama Rabbim RAHMET eylesin, hayatta olanların ellerinden hürmetle öperim..

Babası yakınında, yanı başında olan kardeşlerim, çok şanslısınız, size imreniyorum. Çünkü;

-Sırtınızı dayadığınız koca bir Uludağ’ınız var.

-Yaşlansada yatalak olsada hala gölgesinde huzur bulacağınız ulu çınarınız var.

-Vakit varken sokulun koynuna…
Onun sinesi bizim Meram Bağları’ndaki ıhlamur ağacının yeni açmış çiceği gibi kokar. Öpün o gül kokulu ellerini.

-İhtiyaç hissetmeseniz bile fikrini sorun. İnanın “evladıma faydam dokunacak” diye Şeyh Edebali’nin halet-i ruhiyesini görürsünüz veya oğlu Sultan Veled’e her daim öğüt veren Hz. Pir’i ve yol gösterici, devlete/mülke nizam veren Hasan Bin Ali’yi yani Nizam-ı Mülk’ü…

-Sizinle övünç duymasına imkan verin. Uzaktaysanız telefon açın. Telefonla ulaşamayacağınız günler gelmeden her gün hatırını sorun.

Hani…Yaşlı amca telefonunu tamirciye götürmüş ya…Usta tamircide demiş ki;
-Telefon sağlam...
-Sağlamsa o zaman çocuklarım beni neden hiç aramıyor?

Annenizin ve Babanızın size ettiği dua ile...Bak nasıl evinize BUĞDAY (bereket/huzur) yağarda haberiniz olmaz…

Ayrıca…
Gönlümüze kibirden soğuk 
İngiliz kaleler inşa etmeyelim…

Sevgi ,emektir." diyor 
Cengiz Aytmatov, Selvi Boylum 
Al Yazmalım adlı eserinde.

"Sevginin kantarı, fedakarlıktır." diyor Hz. Mevlana’da.

Cevr-ü cefaya, naz ile ezaya tahammüldür sevgi. Şikayet erbabının, rahatlık düşkünlerinin sevgiden nasibi olamaz.

Yunus Emre ne güzel söylemiş
“Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” diye.

Bir insanın dili güzel mi, her şeyi güzeldir. Dili kötü mü, isterse yüzü ay parçası olsun.

Dil güzelliği Rıza-yı Bârî için kimseyi kırmamaktır.

Yaradılışı güzel insanın dilide güzeldir. Işık olma yolunda ışık saçar etrafına. Kainatın sadece bir zerresi olduğuna idrak etmiş tevazu sahibi gönüller rahmete, nimetlere şükreder…

Dava arkadaşlarına gönüldaşlarına yol gösterirler.

Ruhî-i Bağdadî'de der ki:
"Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler..."

{Ey hoca sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.}

Akşam dergaha dönen dervişe iki soru sorulurmuş:
1-Bugün kalp kırdın mı.?
2-Namazlarını kıldın mı.?
Birinci soruya EVET diyen dervişe ikinci soru sorulmazmış.

Bu soruyu soracak tekke kalmadı bugün. Ama soru eskimez ve her asırda güncelliğini  kaybetmeyecek 
bir soru.

-Dervişliğiniz yoksa…Kibir abidesi fitne, fesat, münafık iseniz;
-CİHANGİR OLSANIZ NE YAZAR.!

Okunan Hatm-i Şeriflerden hasıl olan sevabı dağıtmak kolay…

Asıl önemli olan yapılan ticaretten hasıl olan KÂRI DAĞITMAK…

Milli şairimiz M.Akif’in en çok önem verdiği, durmadan işlediği konulardan birisi de milli birlik ve beraberlik ruhudur.

Çünkü ona göre bir milleti bölmeden-parçalamadan yok etmek mümkün değildir.

Milli birliği geliştirmenin yollarından birisi de insanların birbirleriyle yardımlaşması, birbirlerini iyi ve kötü günlerinde ziyaret etmeleridir.

Hz. Mevlana der ki:
“Dostlarını daima vefa ile hatırla.
Arayan sen ol, bulan sen, tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen. Kula vefası olmayanın, Hakka vefası olmaz.”

Anadolu’da gönül tellerimizi titreten güzel bir türkü vardır;

“Kadir Mevlam senden bir dileğim var,
Beni muhannete muhtaç eyleme,
Yedi deryalara gark eyle beni,
Yine de muhannete muhtaç eyleme.”

Rabbim bizleri açıklıkla yoklukla musibetle terbiye etmesin.

Eylül Ayı’na girdik.Yani Sonbahara..
Konya’da seher vaktinde havalar soğumaya başladı.Odun kömür ve erzak ihtiyaçları olanlar için Sevgili 
Peygamber Efendimiz “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” demiştir.

Peygamber efendimizin hadislerini kulak ardı etmeyelim. Birbirimizden yardımlarımızı esirgemeyelim.

İnanın bu hareketiniz Rabbimizin hoşuna gider. Sizi her türlü beladan, musibetten korur.

Gerçi bizim Meram Bağları’nda ki mahallede eski mücahitler, müteahhit olunca yerli  arabaların arkasındaki “HUZUR İSLAMDA” yazıları silindi…Sakallar kısaldı;kirli sakala dönüştü.

Meram Bağları’ndaki camiiden;
Tarihi Bedesten’e giden canlar…
Tezgahınızın müşterisi bol olsun.

Eylül Ayı’nda Konya’da Hazan mevsimi havasını  yavaş yavaş hissettirir.

Sabah namazı çıkışı fırından ekmek almak için dışarı çıkıp o çok soğuk değilde serin rüzgarın surata çarpışıyla hatırlarsınız hazanın gün be gün yaklaştığını..

Yağmur yağar mı ki.? Şemsiyemi nereye koymuştum yahu.?

Anlayacağınız soru üstüne sorudur hazan  mevsimi…Üşüyüp montuna daha sıkı sarıldığın an şekillenir aklındakiler.

Koskoca tabiat değişiyorken bizim buna kayıtsız kalmamız da pek mümkün değil gibi.

Bestekar şairlere  nağme kazandıran hazan mevsimi… Duygusal şarkılarda dinleriz kendimizi. Hep bir başka hissederiz. Çünkü hazanda 
her şey başkadır.

Niyeyse böyle öğrendik. Aşklar başkadır, sevdalar, kavgalar başkadır, ayrılıklar. Toprağın sıcaklığı, ağaçların ıslığı başkadır. Yağmurun kokusu bambaşka. Sırf bunun için bile sevebilirsin hazan mevsimini…

-Bulutlar insana yakın, 
-Göğün mavisi biraz dargın,
-Herkesin dilinde Orhan Veli, 
-Paylaşımlar biraz sancılı. 
-Özenle hazırlanmış bitki çayları ve yanında "okumaya kıyamadığınız" yeni çıkan kitaplar.

Duyguların cumhuriyeti, hazan mevsimidir…Hele birde gazeller 
yavaş yavaş dökülmeye başladı ise…

Hani...İbrahim Sadri’nin şiirinde der ya:

“İsmini bir duvara yazmaya cesaretim olsaydı, Türkan ŞORAY yazardım.

Bırakıp giderken beni gücüm olsaydı,
İzzet Günay olur, oturur ağlardım.”

-Eeeee...Mahallenin güzel kızını Ediz Hun’a kaptıran İzzet Günay rolünü oynuyorsan ben sana ne diyebilirim ki şair.!

Nihal ATSIZ Hocam da TÜRK KIZI Şiirinde der ki;

“Kıralların tâcları
Beni bağlar büyü mü?
Orduları açamaz
Gönlümdeki düğümü.
Saraylarda süremem
Dağlarda sürdüğümü.
Bin cihâna değişmem
Şu öksüz Türklüğümü.”

HAFIZ-I ŞÎRÂZİ’de der ki;

“Eger ân Türk-i Şîrâzî be-dest âred dil-i mârâ

Be-hâl-i hindûyeş bahşem Semerkand û Buhârârâ.

{Eğer o Şirazlı Türk güzel gönlümüzü alsa,

Onun siyah benine Semerkand ve Buharayı bahşederim.}

Hazan…Belki de koskoca yılın hengamesinde kendimizi duyduğumuz son vakitler.

Düşününce rota çizmek için hoş bir zaman aslında. Yeni aldığımız kitaplarımızın kapağını açabiliriz.

Bolca okuyup kelimeleri sonbahara tutturabiliriz. Muhabbeti arttırabiliriz. 
İnsanla, doğayla yeri geldiğinde yağmurla bulutla paylaşabiliriz.

Hayat mevsim kadar romantik davranmıyor bazılarımıza. Onları hatırlayabiliriz...

Kış kapıya dayanmadan sonbahara dair ne varsa içimizde kalan, onlar için çabalayabiliriz.

Meram Bağlarının insanı olarak size sözcüklerle harika bir sonbahar tablosu çizebilirim. Ama önce sen, hava kapalı diye içine büzüşen can, haydi kalk yerinden. Hareket etmezsen acı üstünde birikir Allah korusun.

Bu sonbahar belki de yaşayacağımız son bahar.

Hani…Bir türküde diyor ya;
“Geçen gün ömürdendir” diye. 
Tam olarak mevzu bu aslında.

Filmin sonunda kendi elini sinesine vura vura; “tükendiiii naktiiii ömrüüüm dildee sermaye bir âh kaldı gülüüüüm amaaan” diye bulmak istemiyorsan uyan dön bak bir çevrene. Uşşak makamında güzel bir şarkı sözü var; 
“ZAMAN GELİP GEÇİYOR, 
DUR DEMEK KOLAY DEĞİL.”

Zaman gençliği, gücü ve kuvveti alıp götürür. Mevki, makam zaten emanettir. Her an gidebilir.

Ölüm ise insanı malından ve  servetinden ayırır. İnsanlar ebedi yolculuğa ancak bir kefenle yola çıkar.

“Gençlik ve yakışıklılık” yaz mevsimi meyvesi gibi geçicidir. 
Allah kişiye sağlık ve afiyet versin.

Her ne kadar Konya’da hava açık ve serin olmasına rağmen “haydi kalk yerinden canlan biraz” diyorsamda televizyon haber kanallarında Gazze ve Mübarek Kudüs’ten özellikle sabilerin ölüm haberleri bana Türk Sanat Müziğinde Hicaz makamındaki şarkı sözlerini hatırlatıyor;

“Geçti gitti hüsn-i ömrüm 
GÜL-İZÂRI neyleyim,

Açtı, soldu tüm çiçekler, 
LÂLEZÂRI neyleyim,

Kaçtı gece uykularım 
ben HAZÂRI  neyleyim,

Bir gönülde yatar na'şım,
ben MEZÂRI neyleyim “

-GÜZEL BİR HAFTA SONU 
GEÇİRMENİZ DİLEĞİYLE…

-EVİNİZE BUĞDAY (Bereket)
YAĞSIN İNŞALLAH.

Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER.

YAZARLAR