“AÇMA YARAM KAN GİDER…”
ÇOĞU HASTASINI ÜCRET ALMADAN;
“SADECE ÜLKÜCÜ ŞEHİTLERİMİZE DUA EDİN YETER” DİYE GÖNDERİYORDU…
BUGÜN 17 MAYIS…ÜLKÜCÜ ŞEHiDİMİZ:
*DR. HÜSEYİN KABASAKAL

İlk ve orta öğrenimini Kadirli’de yaptı.
Tıp fakültesi eğitimini tamamladıktan sonra çok sevdiği memleketine dönerek Rasim Ünal mahallesinde ikamet ediyordu.
Mesleğini de Kadirli’de sürdürüyordu. MHP Kadirli ilçe teşkilatı yönetiminde görevliydi.
Nişanlıydı…Evine yakın yerde açmış olduğu muayenehanesinde Cuma günleri ücretsiz muayene yaparak, sevdiği insanına hizmet etmenin şevkiyle mutlu oluyordu.
Bütün ilçe halkının sevgisini kazanan ülküdaşımız, çoğu hastasından ücret almadan "sadece ülkücü şehit gardaşlarına dua edin yeter" diye gönderiyordu.
Onun bu düşüncesi halka halka büyüyor, Kadirli insanı ülkücülüğün yolunun insana hizmetten geçtiğinin şuuruna eriyordu...
Her türlü sevgiyi kazanan ülküdaşımız için artık kendi yuvasını kurmanın zamanı gelmiş ve nişanlanmıştı.
Kısa zaman sonra düğün yapacaktı.
Ülkü Ocakları Kadirli teşkilatında verdiği seminerde şöyle diyordu;
“-Hepimizin var oluş kaynağı Mevlâ'dır.
-Onun yarattığı insana hizmet de bizim görevimizdir.
-Türk milliyetçileri bu şuurla hareket etmeli, bayrağına leke getirmemelidir.”
O bu sorumluluk içerisinde ocaktan ayrıldı. Şehir merkezinde birkaç yere uğradı. Nişanlısına hediye aldı ve evinin yolunu tuttu...
Dar sokakta kurulan kahpe pusudan habersizdi.
Evine 50 metre kala kızıl kurşunlar akşamın erken kararacağının belirtisi olarak yılan kıvraklığında ülküdaşımızın alnına yol aldı...
Şakağından vurulan ülküdaşımız vücuduna aldığı kurşunlarla şehadet şerbetini içerken cansız bedeninden geriye, nişanlısına hediye olarak aldığı bir küpe, çanta içinde bir bluz, boynunda bir cevşen...
Her yan kızılca kıyametti. Her yan kan deryası...
Kabasakal ailesinin, ülküdaşlarının ve onu sevenlerin çığlıkları Yılankale'nin surlarına çarpıp tekrar kendi göğüslerinde son buluyordu...
Kadirli'de toprağa verildi.
Cenab-ı Allah’ın “topraktan geldiniz, toprağa döneceksiniz” buyruğuna en büyük sevgilinin, Hz.Peygamberin yanına dönmelerinde şehitlerimizin zerre üzüntüleri yoktur…
Belki şehit olmalarına sebep, kendi vatanlarında, kendi bayrağı altında yaşayanlardan gelmiş olmasıdır tek üzüntüleri..
Biliyoruz ki...”unutmak; tükenmektir."
Biliyoruz ki...”Ahde vefasızlık, aynı zamanda imansızlıktır…”
Şehitlerimizin kabrinin yanıbaşında “Fatiha” okuduğumuz zaman gönlümüz Kutup ikliminden, bizim Akdeniz iklimine dönüşmektedir.
Rabbim onu gufran, rahmet döşeğinde ağırlasın...İmanım gereğince inanıyorum ki zaten öyledir, şehittir; güzel makamı vardır..
Uğrunda can verdikleri ulu Türk Devleti ve Aziz Milletimiz ebed-i müddet olsun inşallah.
-1970'lerdeki ülküdaşlarımın mücadelesi bir kahramanlık destanıdır.
-O yıllarda ülkücü mücadelede yer almış olanların hepsi birer kahramandır.
-Çok şükür ki Anadolu’muzun, Türk Milletinin güzel gençleriyle aynı dönemi yaşamışız.
-O yılların…Hayali, dostluğu, yaşanmışlığı: CİHAN DEĞER.
-1970'li yıllarda o şanlı mücadelenin içinde yer almış olmaktan her zaman gurur duydum. Bu durum benim en şerefli mirasımdır.
-12 EYLÜL ÖNCESİNDE, GENÇKEN YAŞLANMIŞTIK…Civan ülküdaşlarımızı kara toprağa vermekten!
Erzurum/Aşkale’den Muzaffer Sarısözen’in derlediği türküde der ki;
“AÇMA YARAM KAN GİDER.”
Şehit haberlerini dinleyince…
Aynı anda… “GÖMDÜM OĞLUM, SENİ TOPRAĞA GÖMDÜM.” türküsü aklıma ve dilime düşer.
Nasıl bir acıyla söylenmiş ve türküye yakılmışsa bu sözler, sanki sihirli bir el tarafından bütün acılı hallere sürülecek ilaç gibi dağılıyor yurdun dört bir yanına...
“Açma yaram kan gider”... Yara derin, yara ağır... Ve yara kanlı. Açsan bir türlü, açmasan bir türlü...Ve bin türlü söz ortada.
Yaralı evler, yaralı ana ve babalar. Eşlerin, çocukların yaraları.! Açtıkça kanayacak yaraları.
Ateşin düştüğü yeri nasıl yaktığını 12 Eylül öncesi Ankara Ocağı ve Genel Merkez “teşkilatlandırma masası” ile birlikte “şehit aileleri ile ilgilenme” görevi ile yakınen bu tarifsiz acılara şahit olmuşumdur.
Hem de yüzlercesine. Hepsinin ayrı bir hikayesi vardır. Aklıma geldikçe hala içim yanar.
Yukarıda dedim ya Canlar… 12 Eylül öncesinde, gençken yaşlanmıştık. Civan ülküdaşlarımızı kara toprağa vermekten.!
Şimdi vatani görevini yapan delikanlıların bedenleri bir “gül bahçesine” girercesine seriliyor vatan toprağına.
O zamanlar bizi kınayan “NEME LAZIMCI” mıymıntılar şimdi vatanın bir karış toprağını aziz bildikleri için bedenlerini toprağa bulayanları da kınayacaklar mı acep.?!
Hani...
Sağ-sol çatışmasıydı.?!
Hani...
Gölgelerle mücadele etmiştik.?!
Hani...
Kullanılmıştık değil mi.!
Şimdi “kullanılan” kim peki.?!
Belki otuz yıl sonra, bugün şehit
düşen bu civanyiğitlerin ailelerine ve yakınlarına, arkadaşlarını da “siz kullanılmıştınız, ortada bir tehlike yoktu.” diyenler olur.
…Ve bu “iğrenç anlayış” bizim için hiç şaşırtıcı olmaz.
Mesele...Türk Vatanının bütünlüğü, Türk Devletinin ve Türk Milletinin bekasıdır..
1980 öncesi de buydu, şimdi de bu. Bugün, aktörlerin makyajları ve sahneleri değişti sadece.
Değişmeyen bir şey var;
Vatanını canından aziz bilen Ülkü Ocakları’nda yetişen “Vatansever Türk Evlatları.”
Dün Çanakkale ve Sakarya’da nasıl şehit düştüler ise bugün Hakkari-Şırnak-Mardin-İzmir-Kuze Suriye ve Kuzey Irak’da şehit oluyorlar. Tek bir farkla; O gün düşmanlar ve hainler dışarıdaydılar ve yabancıydılar.
Gençleri polise saldırtan Manisalı Fetöcü Eczacı CHP’li Özgür’ün İP’siz yoldaşları:
“Ülkü Ocakları terörist ve haydut oluşumdur. YPG de bize saldırmaz zaten." der, sonra da "İzmir’in dağlarında çiçekler açar.” Ve arkasından müziğinin ritmine uyarak eski İzmir Belediye başkanı Soyer’le birlikte ÇAV BELLA öyle mi?!
“Alem şirin uykusunda iken…”
Ankara’nın karanlık dar gecekondu sokaklarını/aydınlık geniş meydanlarını birlikte gezdiğimiz eski arkadaşlarımda bunların peşine takılırlar… YAZIKLAR OLSUN.!!
Türk Devletinin ve Milletinin varlığı daim olsun inşallah.
Yusuf Yüzlü Aziz Şehitlerimiz…Ne sizi unuturuz…Ne sizi şehit eden hainleri…
Ne de sizin katillerinle kol kola siyaset yapanları UNUTMAYACAĞIZ! Sizi vuran hain eller kırılsın!
“Geçti gitti hüsn-i ömrüm
GÜL-İZÂRI neyleyim,
Açtı, soldu tüm çiçekler,
LÂLEZÂRI neyleyim,
Kaçtı gece uykularım
ben HAZÂRI neyleyim,
Bir gönülde yatar na'şım,
ben MEZÂRI neyleyim.”
Bugün 17 Mayıs….
Rabbim... Bu mübarek vatan için şehit olan tüm şehitlerimize rahmet eylesin. Kavga yıllarımızda (1976-80) Ankara/Karşıyaka mezarlığını “komşu kapısı” yapan bir ülküdaşın olarak deriz ki:
Nezd-İlahi’de makamın âli olsun inşallah…Sizleri minnet ve şükran duygularımızla yadediyoruz.
*******
Canlar biraz önce yazdığım gibi…
1980 öncesi de buydu, şimdi de bu. Bugün, aktörlerin makyajları ve sahneleri değişti sadece.
Değişmeyen bir şey var;
Vatanını canından aziz bilen Ülkü Ocakları’nda yetişen “Vatansever Türk Evlatları.”
Dün Çanakkale ve Sakarya’da nasıl şehit düştüler ise bugün Hakkari-Şırnak-Mardin-İzmir-Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’da şehit oluyorlar.
Tek bir farkla; O gün düşmanlar ve hainler dışarıdaydılar ve yabancıydılar.
Şehidimizin anne ve babasının Afyon’daki bir hatırası ile yazımıza son verelim…Zaten biraz sonra da Meram Bağları’nda müezinler davûdi ses tonlarıyla sabah ezanını okuyacaklar…
Her camiide ezan okunur.
Ancakkk…Meram Bağları’ndaki camilerde ezan bir başka güzel okunur…Sizi başka alemlere götürür. Böyle güzel bir dinin mensubu olduğunuza şükredersiniz.
Hadi şimdi Meram Bağları’ndan; Afyon’a gidelim…
“JANDARMA; soğuk bir kış günü Afyonkarahisar'da trafik uygulaması yapmaktadır.
Yaşlı bir amca ve yanında seyahat eden eşinin aracını kontrol için çevirirler.
Kontrolden sonra bir kaç eksiklikten dolayı amcaya ceza yazılır.
Amca makbuzunu alıp aracına doğru giderken geri döner ve Jandarma Astsubay Zeki Marmara'ya;
- Evladım sana bir kere sarılabilir miyim? der.
Astsubay Zeki Marmara insanların ceza yazıldıktan
sonra söylenmesine alışıktır.
- Hayırdır amca niye sarılacaksın? diye sorar.
Amca:
- İçimden geldi evladım... der.
Astsubay Zeki; sıcak bir tebessümle;
- Gel sarılalım! der...
Sarılırlar...
Ayrıldıklarında amcanın gözleri yaşlıdır. Ve hızla aracına doğru yürüyüp biner.
O esnada Astsubay Zeki Marmara hiçbir şey anlamadığı bu durumu açıklaması için;
- Amca niçin ağladığını bana söyleyeceksin? diye ısrar eder.
Amca gözleri buğulanmış olarak yanında ki hanımına dönüp bakar…Teyze de ağlamaktadır.
Bu esnada uzman çavuş Faruk Yayla'da yanlarına gelmiştir. Amca ısrara dayanamaz.
Astsubay Zeki Marmara'ya şefkatle bakar ve;
- Oğlum yaşasaydı senin yaşlarında olacaktı. Cizre'de şehit düştü. der..
Astsubay Zeki Marmara ve Uzman Çavuş Faruk Yayla KURŞUN yemiş gibi sarsılırlar.
Bir müddet gözleri birbirlerine takılı kalır. O an zaman durur, dünyevi tüm sıkıntılar mis kokulu evlatlar unutulur.
Afyon'un soğuğunda yürekleri alev alev yanmaktadır.
Amca aracını vitese takar yürümek üzereyken aracını durdurup ceza makbuzunu geri isterler.Zorla da olsa elinden alırlar…Amcanın ellerini öpüp;
-Biz de senin evladın sayılırız ve evlatlar babalarının cezasını öderler. Gerçi bu cezanın bedeli Cizre'de çoktan ödenmiştir. Lakin kabul edersen bir kerede biz ödemek istiyoruz…deyip amcayı hürmetle uğurlarlar.”
Rabbim...Bu mübarek vatan için şehit olan tüm şehitlerimize rahmet eylesin…Nezd-i İlahi’de makamları âli olsun inşallah...
Yunus der ki;
“Bu dünyada bir nesneye
yanar içim göynür özüm,
Yiğit (genç) iken ölenlere
gök ekini biçmiş gibi.”
Biz de deriz ki;
Peygamber miraca çıktı;
ÜMMETLE döndü,
Yunus buğday için gitti;
HİMMETLE döndü,
Elbet bütün insanlar gitti bir
yerlere,
Kimi ELİBOŞ, kimi CENNETLE
döndü.
Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER
17 Mayıs 2025
Taş Medreseli
Tarih Öğretmeni
Ali Kuzencik