BUGÜN AREFE…YARIN BAYRAM
HEM DE MÜBAREK RAMAZAN
BAYRAMI…
BİZİM GÖNÜL COĞRAFYAMIZ…
İÇİMİZ KIPIR-KIPIR, TİTRER DE
TİTRER…SILAY-I RAHİM YAPMAK.
GÖZÜ YAŞLI BABA:
“TELEFONUM SAĞLAMSA…
O ZAMAN ÇOCUKLARIM BENİ
NEDEN HİÇ ARAMIYOR?”
“KARA TREN GECİKİR... BELKİ HİÇ GELMEZ.”

Üstad Şair Yahya Kemal BEYATLI’nın SÜLEYMANİYE’DE BAYRAM SABAHI” şiirinde çizdiği coğrafya…Bizim “GÖNÜL COĞRAFYAMIZI” ne de güzel hatırlatıyor bizlere.
SÜLEYMANİYE’DE BAYRAM SABAHI şiirini her okuduğumda gönül tellerim titrerde titrer…TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ yanıma, kalbimin odacıklarına kan taşıyan bir ana damar olur.
*SÜLEYMANİYE’DE BAYRAM SABAHI
“Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede,
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye’de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi.
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu,
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu.
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir,
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık,
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık.
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı,
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin,
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu
kudsî tepeyi.
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi,
mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne.
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları,
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin
mîmârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum,
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum.
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi,
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi.
Senelerden beri rüyâda görüp
özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını,
Görüyor varlığının bir yere toplandığını.
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes,
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses.
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at
yelesi.
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri,
Dinliyor vecd ile tekrar alınan
Tekbîr’i.
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mümin neferin,
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî
eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu,
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu.
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli.
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz,
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz.
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o.
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmuş gibigül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine,
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisar’dan mı? Kavaklar’dan mı?
Bursa’dan, Konya’dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa.
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd’den, Van’dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher,
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer.
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor.
Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan,
Anıyor her biri bir vakayı heybetle bu an.
Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra
dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor.
Adalar’dan mı? Tunus’dan m, Cezayir’den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi.
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor,
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mâbedde karıştım vatanın
birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu
saatlerde yine.
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı,
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.”
Şairin ulu mâbed Süleymaniye’de diz çöküp vatanın birliğine karışması “fena fid devle ve’l mille” halet-i ruhiye noktasına ulaşması, o an yanında hissettiği atalarımızın ruhlarıyla MUHABBET eylemesidir.
Deriz ki...Her baba küçük oğlunun elini tutup yarın sabah Bayram namazına götürmeli…
Çünkü;
-Çocuk, bayram namazında babasıyla saf tutar.
-Orada protokol olmadığını görür.
-Cemaatin bir parçası olur.
-Güzel giysiler alınır. El öper, harçlık verilir.
-El üstünde tutulur, adam yerine konulur.
-Kendinin önemli olduğunu hisseder.
Bayram, çocuğun millete dahil olduğu gündür. Bayram namazı milletin şenliğidir. Aslolan kendini oraya ait hissetmektir.
Evlatlarımız bizlere Allah’ın bir nimeti, gözlerimizin nuru, evlerimizin neşesi, soyumuzun devamı, milletimizin istiklali, ahiretimizin duacısı ve Allah’ın emanetidir.
Onlarla sevinir, onlarla üzülür, onlarla istikbale yürürüz. Onlarında beden ve ruh yapıları vardır.
Beden sağlıklarını en iyi şekilde takip ederken, ruh yapılarınıda inanç ve ibadetlerle, Türk-İslamın temel ahlak prensipleriyle beslemek, anne/baba ve eğitimcilerin ortak görevidir.
Ruh yapılarıda mensubu olduğumuz Türk Milletinin örf ve adetleriyle, milli geleneklerimizle doldurmak zorundayız..
Türkistan’dan…Bosna'ya kadar, şehirlerden dağ başlarına kadar bayram aynı üslûp üzre yaşanır. Bayramlar yaşadıkça millet de yaşar.
-Selatin Camilerinde sabah namazını kılmak,
-Ziyaretlerde bulunmak,
-Sılayı rahim yapmak,
-Büyüklerin ellerinden öpmek, sevdiklerine sarılabilmek...
üç yıl önceki pandemi yıllarında gördük ki büyük nimettir.
Bu liste sayfalarca uzayabilir...
Ne güzel bir cümle;
“Her şeyin başı SAĞLIK"
Mart Ayı sonuna doğru Konya’da Bahar mevsimi havasını yavaş yavaş hissettirir.
Sabah namazı çıkışı fırından ekmek almak için dışarı çıkıp o soğuk değilde “asılan ciğeri kokutmayan serin gedavet rüzgarının” surata çarpışıyla hatırlarsınız baharın gün be gün yaklaştığını..
-Yağmur yağar mı ki.? Şemsiyemi nereye koymuştum yahu.?
Anlayacağınız soru üstüne sorudur bahar mevsimi…
Hafifce üşüyüp montuna daha sıkı sarıldığın an şekillenir aklındakiler.
Koskoca tabiat değişiyorken bizim buna kayıtsız kalmamız da pek mümkün değil gibi.
-Bestekar şairlere nağme kazandıran bahar mevsimi… -Duygusal şarkılarda dinleriz kendimizi.
-Hep bir başka hissederiz. -Çünkü baharda her şey başkadır
Niyeyse böyle öğrendik.
-Aşklar başkadır, sevdalar, kavgalar başkadır, ayrılıklar, buluşmalar,
-Toprağın sıcaklığı, ağaçların yeşillenmesi başkadır.
-Yağmurun kokusu bambaşka. Sırf bunun için bile sevebilirsin bahar mevsimini…
-Bulutlar insana yakın,
-Göğün mavisi biraz dargın,
-Herkesin dilinde Orhan Veli,
-Paylaşımlar biraz sancılı.
-Özenle hazırlanmış bitki çayları ve yanında "okumaya kıyamadığınız" yeni çıkan kitaplar.
Duyguların cumhuriyeti, bahar mevsimidir…Hele birde bademler çiçek açtı, kuzular melemeye başladılar ise Meram da…
Bugün Arefe….Yarın Ramazan Bayramı…Yine düştü Analar/babalar gönlümüze gardaş…
Haniii…Güzel bir Kerkük türküsünde diyor ya;
“İnsanlar ŞİRİN uykusunda uyurken... “ Vatanını SEVDA derecesinde sevmekten başka bir suçu olmayan oğullarının peşinden mahkeme mahkeme, şehir şehir gezen, bayramları zehir olan çilekeş Rahmeti Rahmana kavuşmuş babalara ve Analara Rabbim RAHMET eylesin, hayatta olanların ellerinden hürmetle öperim..
Babası yakınında, yanı başında olan kardeşlerim, çok şanslısınız, size imreniyorum. Çünkü;
-Sırtınızı dayadığınız koca bir Uludağ’ınız var.
-Yaşlansa da yatalak olsa da hala gölgesinde huzur bulacağınız ulu çınarınız var.
-Vakit varken sokulun koynuna…
Onun sinesi bizim Meram Bağları’ndaki ıhlamur ağacının yeni açmış çiceği gibi kokar. Öpün o gül kokulu ellerini.
-İhtiyaç hissetmeseniz bile fikrini sorun. İnanın “evladıma faydam dokunacak” diye Şeyh Edebali’nin halet-i ruhiyesini görürsünüz veya oğlu Sultan Veled’e her daim öğüt veren Hz. Pir’i ve yol gösterici, devlete/mülke nizam veren Hasan Bin Ali’yi yani Nizam-ı Mülk’ü…
-Sizinle övünç duymasına imkan verin. Uzaktaysanız telefon açın. Telefonla ulaşamayacağınız günler gelmeden her gün hatırını sorun.
Hani…
Yaşlı amca telefonunu tamirciye götürmüş ya…Usta tamircide demiş ki;
-Telefon sağlam...
-Sağlamsa o zaman çocuklarım beni neden hiç aramıyor?
Annenizin ve Babanızın size ettiği dua ile...Bak nasıl evinize BUĞDAY (bereket/huzur) yağarda haberiniz olmaz…
Sevgi ,emektir." diyor
Cengiz Aytmatov, Selvi Boylum
Al Yazmalım adlı eserinde.
"Sevginin kantarı, fedakarlıktır." diyor Hz. Mevlana’da.
Cevr-ü cefaya, naz ile ezaya tahammüldür sevgi. Şikayet erbabının, rahatlık düşkünlerinin sevgiden nasibi olamaz.
Yunus Emre ne güzel söylemiş
“Yaratılanı severiz Yaradan’dan ötürü” diye.
Bir insanın dili güzel mi, her şeyi güzeldir. Dili kötü mü, isterse yüzü ay parçası olsun.
Dil güzelliği Rıza-yı Bârî için kimseyi kırmamaktır.
Yaradılışı güzel insanın dilide güzeldir. Işık olma yolunda ışık saçar etrafına. Kainatın sadece bir zerresi olduğuna idrak etmiş tevazu sahibi gönüller rahmete, nimetlere şükreder…
Dava arkadaşlarına gönüldaşlarına yol gösterirler.
Ruhî-i Bağdadî'de der ki:
"Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,
Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler..."
{Ey hoca sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.}
Akşam dergaha dönen dervişe iki soru sorulurmuş:
1-Bugün kalp kırdın mı.?
2-Namazlarını kıldın mı.?
Birinci soruya EVET diyen dervişe ikinci soru sorulmazmış.
Bu soruyu soracak tekke kalmadı bugün. Ama soru eskimez ve her asırda güncelliğini kaybetmeyecek
bir soru.
-Dervişliğiniz yoksa…Kibir abidesi fitne, fesat, münafık iseniz;
-CİHANGİR OLSANIZ NE YAZAR.!
Okunan Hatm-i Şeriflerden hasıl olan sevabı dağıtmak kolay…
Asıl önemli olan yapılan ticaretten hasıl olan KÂRI DAĞITMAK…
Milli şairimiz M.Akif’in en çok önem verdiği, durmadan işlediği konulardan birisi de milli birlik ve beraberlik ruhudur.
Çünkü ona göre bir milleti bölmeden-parçalamadan yok etmek mümkün değildir.
Milli birliği geliştirmenin yollarından birisi de insanların birbirleriyle yardımlaşması, birbirlerini iyi ve kötü günlerinde ziyaret etmeleridir.
Hz. Mevlana der ki:
“Dostlarını daima vefa ile hatırla.
Arayan sen ol, bulan sen, tanıyan sen ol, kucaklayan yine sen. Kula vefası olmayanın, Hakka vefası olmaz.”
Anadolu’da gönül tellerimizi titreten güzel bir türkü vardır;
“Kadir Mevlam senden bir dileğim var,
Beni muhannete muhtaç eyleme,
Yedi deryalara gark eyle beni,
Yine de muhannete muhtaç eyleme.”
Rabbim bizleri açıklıkla yoklukla musibetle terbiye etmesin.
Meram Bağlarının insanı olarak size sözcüklerle harika bir ilkbahar tablosu çizebilirim. Ama önce sen, hava kapalı/yağmurlu diye içine büzüşen can, haydi kalk yerinden. Hareket etmezsen acı üstünde birikir Allah korusun.
Hani…Bir türküde diyor ya;
“Geçen gün ömürdendir” diye.
Tam olarak mevzu bu aslında.
Filmin sonunda kendi elini sinesine vura vura; “tükendiiii naktiiii ömrüüüm dildee sermaye bir âh kaldı gülüüüüm amaaan” diye bulmak istemiyorsan uyan dön bak bir çevrene. Uşşak makamında güzel bir şarkı sözü var;
“ZAMAN GELİP GEÇİYOR,
DUR DEMEK KOLAY DEĞİL.”
Zaman gençliği, gücü ve kuvveti alıp götürür. Mevki, makam zaten emanettir. Her an gidebilir.
Ölüm ise insanı malından ve servetinden ayırır. İnsanlar ebedi yolculuğa ancak bir kefenle yola çıkar.
“Gençlik ve yakışıklılık” yaz mevsimi meyvesi gibi geçicidir.
Allah kişiye sağlık ve afiyet versin.
Her ne kadar Konya’da hava açık ve serin olmasına rağmen “haydi kalk yerinden canlan biraz” diyorsamda televizyon haber kanallarında Gazze’de özellikle sabilerin ölüm haberleri bana Türk Sanat Müziğinde Hicaz makamındaki şarkı sözlerini hatırlatıyor;
“Geçti gitti hüsn-i ömrüm
GÜL-İZÂRI neyleyim,
Açtı, soldu tüm çiçekler,
LÂLEZÂRI neyleyim,
Kaçtı gece uykularım
ben HAZÂRI neyleyim,
Bir gönülde yatar na'şım,
ben MEZÂRI neyleyim “
Bayramlarda rahmetli babam, annemi beni ve Hacer bacımı Adana Garı’ndan kara trene bindirir Konya’ya hem “bayrama” hem de “yaylaya” gönderirdi.
Seyhan Barajının kumanda merkezinde teknisyen olarak çalıştığından babam ancak arefe günü Konya’ya gelirdi.
Canım anam... Memleketine/Konya’ya gidince ne çok sevinirdi.
Eeee..Hem kavurucu sıcaktan hem de “çibindirik” içine bile giren sivrisineklerden kurtuluyorduk.
Ama Çukurova’nın da kışı ve
iki baharı çok güzeldir. Kış aylarında şehirleri kömür kokusu sararken, bereketli Çukurova coğrafyasını mis gibi “portakal çiçeği” kokusu sarardı.
Kara tren saatler sonra Çiftehan Kaplıcaları’nda yolcularını indirir vagon boşalırdı.
Çok sayıda Toros tünellerinden geçen kara tren Ulukışla Garı’na girer burada Kayseri’den gelecek kara treni bir saate yakın beklerdik..
Anam hem benim,hem de bugün İskenderun’da öğretmen olan Hacer bacımın elinden tutar tren garının karşısında Öküz Mehmet Paşa Hanı’nın yanında l.Dünya savaşı’ndan kalma taş-toprak karışımı yapımı bakkala girer oradan pişmiş renkli top yumurtalar alırdık, ekmeğin içine koyar yerdik.
KARA TREN...Hasret-sıla-özlem-kavuşma velhasıl bize dair ne varsa yaşamamıza neden olmuştur..
YARIN BAYRAM…HEM DE MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMI…Bayramın hayrı, bereketi, sağlık ve mutluluğu ülkemizin, milletimizin, bütün Türk-İslam Âlemininin üzerine olsun inşallah…
-EVİNİZE BUĞDAY (Bereket)
YAĞSIN İNŞALLAH.
Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER.
29 Mart 2025
Taş Medreseli
Tarih Öğretmeni
Ali KUZENCİK