Bundan 12 yıl önceydi. Cumhuriyetin temellerine yapılan saldırılar karşısında en azından bizim gençlere bir işaret fişeği olsun diye:
“Saltanat Şirk, Cumhuriyet Farz, Laiklik Sünnettir!..”
başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Başlık, bazı arkadaşlara biraz “itici” gelmişti.
Molla değildik, hafız değildik; biz ne anlardık farzdan sünnetten!..
O günlerde bazı efsunlu gözler, bu yazıya “ofsayt” demiş ve golümü vermemişlerdi.
Ama görüldüğü gibi şimdi efkâr-ı umumiye bir miktar uyandı ve golün ne kadar da geçerli olduğu, her geçen biraz daha iyi anlaşılıyor.
Bu iddialı yazı, benim 311. Köşe yazımdı.
Önceki yazılarım, gençler arasında epeyce ses getirmiş; “büyük”lerden de olumlu tepkiler almıştı. Ama benim için gençlerin okuması daha önemliydi, çünkü onlar bizim geleceğimizdi.
Genel Merkezdeki görevim esnasında ziyaretime gelen Ocaklı gençlerden birine, fakültelerdeki durumu sorarken: “arkadaşlar ne yapıyor” dediğimde: “İyiler de hocam; size biraz kızıyorlar!” cevabını alınca başımdan aşağı kaynar sular dökülür gibi olmuştu.
“Laiklik sünnet filan demişsiniz ya!” diyordu.
Durum anlaşılmıştı…
Bizim çocukların, “dine ve dine dair her şeye duydukları aşırı saygı” engeline takılmıştık.
Ayrıca anlaşılan o ki yazıyı değil sadece başlığı okumuşlardı.
Ağzımızla tuttuğumuz “310 kuş” birden bire, geri uçmuştu!
Gönüllerin bekâ âleminde çürük çıkmak için tek yanlış kelâm yetmiş de artmıştı!
Ben o yazıyı “Fetih 1453” filminin vizyona girmesinden hemen sonra yazmıştım.
Filmin kurgusundan da fena halde huylanmıştım:
Sanki Tayyip bey, “çalışınca başaran” Fatih oluyordu!..
Atatürk de “kötü adam Karamanoğlu Mehmet Bey!..”
Sinemalarda kapalı gişe, belediye destekli “varoş Osmanlıcılığı” oynatılıyordu.
Gençlerin “Cumhuriyet”in ne olduğunu tam olarak bildiğinden de emin değildim.
Onun için kaleme davranmıştım.
Gardrop Atatürkçülüğü, devrim yobazlığı veya jakoben papyonu, bizim boynumuzda durmazdı. Ama tabii ki gençler de bizi pek tanımıyordu.
Cumhuriyeti anlamak için Saltanatı bilmek gerekiyordu.
Saltanatın insanları genel olarak “şirk”e doğru sürüklediğini anlatmak lazımdı.
Saltanatla geçen 1300 yıl boyunca dedelerimizin bunları keşfetmiş olması imkânsızdı.
Keşfetse bile kimseye anlatamazdı. Anlatsa kağıda dökemez, kitabını yazamazdı.
Zaten problem de burada başlıyordu.
Bir faninin sözlerini ve kararlarını Allah kelamı gibi tartışmasız onaylamak, bence Allah’a eş koşmaktı!
Cumhuriyet ise çocukluğumuzdaki gibi “halkın kendi kendini idare etmesi” ezberinden biraz daha farklı anlaşılmalıydı.
Çünkü sistem krallığın yerine geldiğine göre Cumhuriyetin işareti “devletin başındaki adam”dı.
Devlet başkanı, verasetle geldiyse kraldı; seçimle gelmişse Cumhurbaşkanıydı.
Bunun için saltanatın kalkması ve Cumhuriyetin ilan edilmesi lazımdı.
“Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” diyen Milliyetçiler, 1 Kasım 1922’de ve 29 Ekim 1923’te bunları yapmıştı.
İslam Devletinde Saltanat, 4 Halife devrinden sonra Emevilerin başlattığı cehlî bir “irtica”ydı.
Hz. Muhammed’den 30 yıl sonra İslam Devleti, Arap cahiliye devrine doğru savrulmuştu.
Ama 1300 hicrî yıl boyunca bu durum, öyle bir kanıksanmıştı ki, hiç bir Müslüman: “neden kendi ailesinden bir halife çıkamayacağını” asla sorgulamamıştı.
İşte o yazı bunları anlatıyordu. Yazı, aslında Milliyetçiliğin tam da orta sayfasındandı!
Milli Egemenlik, son sözü milletin söylediği Milliyetçi bir yönetim ilkesiydi. Bunun karşıtı, “tekil egemenlik” yani “monarşi”ydi.
Cumhuriyet, aslında Milliyetçiliğin evladı, Cumhuriyet bayramı da Milliyetçilerin siyasi mevlit kutlamasıydı!
1789’a kadar dünyada bunlar yoktu. O yüzden o çağlarda neden böyle yaptınız diye atalarımızı sorgulamıyorduk.
Ama bugün uyanmış ve kula kulluk yapmaktan, şirkten saltanattan kurtulmuşken tekrar uykuya dalamazdık.
O yüzden de dini siyasete alet ederek Cumhuriyeti yıkmak isteyenlere karşı Laikliği savunuyorduk.
Laiklik yolundan çıkarılır ve kötüye kullanılırsa onu da yoluna sokan yine biz olacaktık.
İdeal bir demokraside inanç, fikir ve ifade hürriyeti sağlanmalı, Müslüman’ın eli fikir ve sanata tembel alışmamalıydı!
Bu konuları rahatça, özgürce düşünüp tartışmamıza imkân veren Laiklik, Hz. Muhammed’in “Çin’de de olsa alın” dediği türden bir bilimsel emtiaydı, sosyal barış ve aydınlanma davasıydı.
Kalem o yüzden yerinde durmuyordu.
Şimdi üç beş yıldır, Laiklik olmayınca sadece rejimin değil, devletin de elden gideceği görüldü.
Cumhuriyet olmayınca, bayrağın ve vatanın da tehlikeye girdiği fark edildi.
Müslüman’da akıl ve fikir olmayınca, canının, malının, ırzının ve namusunun da olmadığı, Arap baharları çiçek açtıktan sonra daha net anlaşıldı!
Laiklik konusu, 15 Temmuz’dan beri artık daha düzgün okunuyor!
Seyirci pozisyona uzak kalsa da…
Vuruş nizami olunca, hakem geç de olsa golü veriyor!
Milliyetçiliğin şuuruna vardıkça, Cumhuriyet bayramı daha bir kutlu oluyor.
Bayramımız Kutlu Olsun!
29 Ekim 2024
Şükrü Alnıaçık (Arşiv)