Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


Eski Ocak Başkanlarına derim ki...

Eski Ocak Başkanlarına derim ki...


HALK TV VE BENZERİ KANALLARDA SIRITAN AHDE VEFASIZ ESKİ OCAK BAŞKANLARINA DERİM Kİ:

YANARIM YANARIM DA…ERMENİYE “KARŞILAMA DAVUL’U ÇALMAYAN” ABDAL HALİL AĞA KADAR OLAMADINIZ.

 

 

Maraş’ın Fransızlar tarafından işgal edileceği haberi şehirde yayılmaya başlayınca Ermeniler çok sevindiler. Ermenilerin ileri gelenleri Agop Hırlakyan’ın konağında toplandılar.

Fransızlar işgal kuvvetlerini ve onlarla birlikte gelecek olan Ermeni lejyonerlerinin güzel bir törenler karşılamak için görüşlerini dile getirmeye başladılar.

Agop Hırlakyan’ın konağında yapılan toplantının neticesinde birçok karar alındı. Buna göre; İşgal kuvvetlerinin geleceği güzergâhtaki evlerin Fransız ve Ermeni bayraklarıyla donatılmasına karar verildi.

Yol boyunca Ermeniler sağlı sollu bir kortej oluşturacaklardı. Fransız askeri birliğinin komutanına Ermeni kızları çiçekler sunacaktı.

Askerlerin geçeceği caddeyi çevreleyen binaların damların işgal kuvvetlerinin üzerine çiçekler atılacak hep bir ağızdan “Kahrolsun Türklerin padişahı, kahrolsun Türkler Yaşasın Fransızlar, yaşasın Ermeniler!” sloganları atılacaktı.

Agop Hırlakyan, tüm bunların yanında Fransız işgal kuvvetlerini davullar ve zurnalar eşliğinde bir bayram havasında karşılamanın doğru olacağını belirtti.

Agop Hırlakyan’ın fikri diğer ileri gelen Ermeniler tarafından da uygun görüldü.

Bu tarz eğlencelerde genellikle yabancı misyonların mızıka grupları kullanılmaktaydı. Fakat Ermenilerin niyeti çok daha büyük bir karşılama töreni düzenlemekti.

Bunun üzerine Agop Hırlakyan oğlu Setrek’i, Abdallar Aşireti Reisi Halil Ağa’ya gönderdi. Setrek, Agop Hırlakyan ile birlikte Ermeni ileri gelenlerinin düşüncesini Abdal Halil Ağa’ya iletti.

Setrek, yanında getirdiği hatırı sayılır bir miktardaki parayı Abdal Halil Ağa’ya uzatıp;
“-Halil Ağa yarın Fransızlar şehre gelecekler. Senden aşiretindeki tüm davulları ve zurnaları toplayarak yarın karşılamada olmanı istiyoruz.” dedi.

Abdal Halil Ağa’ya ilaveten yanında getirdiği tüm davulcuların ve zurnacıların istedikleri parayı da vereceklerini ekledi.

Abdal Halil Ağa, mert ve vatansever bir adamdı. Fransızların şehre geleceği yönündeki haberlerin şehirde yayıldığı vakitler Müslüman ahalinin yaşadığı korkuyu ve üzüntüyü görmüş, yayılan haberlerden dolayı kendisi ve aşireti de derin bir üzüntüye düşmüştü.

Abdal Halil Ağa, kendisine yapılan teklifi duyduğunda en ufak bir tereddüt dahi göstermedi. Agop Hırlakyan’ın hatırı sayılır miktarda bir para ve karşılamada davul çalması teklifiyle gönderdiği oğlu Setrek’e;

“-Agop Ağa’ya söyle; gönderdiğim davulların kasnağını altınla dolduracak olsanız bile yine de bir tek davul, bir tek zurna göndermem!"

Kendinden emin bir tavırla ve net ifadelerle Setrek’i tersleyen ve Ermenilerin teklifini kesin bir dille reddetti.

Abdal Halil Ağa ve aşireti ekonomik anlamda zor günler geçirmesine rağmen Maraş’ın en zengin adamı olan Agop Hırlakyan’ı hatırı sayılır bir para ile yaptığı teklifi reddettiği haberi kısa süre içerisinde şehirde yayıldı.

Agop Hırlakyan ve Ermenilerin planlarını bozan Abdal Halil Ağa, Türk halkının büyük takdirini kazandı. Zor şartlarda olmasına rağmen vatan sevgisiyle hareket eden Abdal Halil Ağa, Maraş Milli Mücadelesi’nin psikolojik safhasının ilk kahramanı oldu.

İmanın imkâna karşı galip geleceğinin ilk işareti olan bu olaydaki vakur duruşuyla Abdal Halil Ağa, tarihe geçti.

Ocak ettikleri yeminlerine oek sadık kalmayan Ahde Vefasızlar Abdal Halil Ağa’yı pek sevmezler.

Abdal Halil Ağa, Kahramanmaraş’a Malazgirt sonrası ilk yerleşen Oğuz boylarından birisi olan Abdallar oymağının 1919 yılındaki ağasıdır. Abdal oymağı Beydillilerle beraber güney illerine Horasan’dan gelmişlerdir.

Cumhuriyet kurulduktan sonra kendisine ev, arazi verilmek istenmiş fakat Abdal Halil Ağa bunları da kabul etmemiştir. Soyadı kanunuyla “Davulcubaşı” soyadını almıştır.

Halk tv gibi zillet tv’lerde eski Ocak Genel Başkanlarının birbiri hakkında konuşmak için en ufak bir fırsatı kaçırmayan, hatta “amaan olanı söylüyorum, benim niyetim temiz” diye nefsini aldatıp ağzından akan kardeşinin ölü etinin kanlarını temizleyeceği en ufak bir fırsatı kaçırmayan bizlerin buradan alacağı çok ders var...

İslam’a göre, Türk töresine göre dostluk, bir nasip meselesidir ve insanın dışında gelişir…

“-Şununla dost olayım” deyip olamazsınız. Dostluk, yürürken belirginleşen bir şeydir.

KATLANDIĞIMIZ DEĞİL, 
RAZI OLDUĞUMUZ İNSANLAR
DOSTLARIMIZDIR.

“-Önce refîk, sonra tarîk”
(Önce yoldaş, sonra yol) denilerek, yola çıkacağımız insanları dikkatli ve rikkatli seçmemiz tembihlenir.

Canlar…İlk olarak şunu söyleyelim: 
“-İNSANI, YOL DEĞİL…YOL ARKADAŞLARI YORAR.”

Size güven vermeyen kişilere güvenerek yola çıkmayın, inandıklarınızla yola çıkın.

Yola çıkacağımız insanları yüzde yüz isabetle seçme şansımız ise maalesef yoktur…

Çünkü bu seçimi veya elemeyi, esas itibariyle yapacak olan bizler değilizdir; 
-Yoldur, yolculuktur,
-Yanımızdakinin dostumuz olup olmadığı, yolculuk esnasında ortaya çıkar.

Özellikle siyasette ve ticarette, bu yürüyüşlerin büyük bir kısmı hüsranla sonuçlanır.

Tanıdığımızı sandığımız insanları tanıyamamış olmanın üzüntüsü ve şaşkınlığı, bizi yolculuktan daha fazla yorar.

Tam da burada şunu sormalı:
-Kırk yıl birlikte olmuş olsak bile, bir insanı ne kadar tanıyabiliriz?

-Rakamlar maddiyatı, 
-Harfler ise maneviyatı temsil eder…
Dolayısıyla, rakamlar (ve hesaplar) üzerinden sahici bir dostluk oluşmaz, sadece ortaklık kurulur.

Taraflar, ancak bir harfin (anlamın) ucundan tutarlarsa, dost olabilir veya kalabilirler.

Rakam ile harfi toplamaya kalkışırsanız eğer, bu işlem, sizi Nurettin Topçu’nun şu sözüne götürür:
“Menfaat yaşamak, ahlak ise yaşatmak ister."

Şöyle ki;
Asıl marifet, bahar aylarında veya yaz mevsiminde değil,kışın açabilmektir.

Yani iyi gün dostu olmak kolaydır, en mühimi, kötü gün dostu olabilmektir.

Dostlukta kıdem esastır…
Toparlayalım, dünyevi şeyler için “kırk yıllık dostların” birbirini yok saydığı günlerden geçiyoruz.

Hz. Ali (r.a) buyuruyor ki;
“-Hızlı yükselenlere imreniliyor. 
-Oysa en hızlı yükselenler toz, duman, saman ve tüydür."

Hesap yapmaktan iş yapmaya veya dostluk kurmaya vakit bulamayanların sayısı da her geçen gün artıyor.

Bazı dost bildiklerimiz ise kırıcı, kıyıcı ve ifşa edici. Oysa dostluk, açmayı değil, kapatmayı gerektirir.

Sözgelimi;
-Dostunun sırrını herkesten saklamak, ayıplarını örtmek,
-Sözüne müdahale etmemek,
-İyiliğini istemek, onun hüznüyle mahzun olmak.

Bütün bunlar, “dostluğun edepleri” arasındadır.

Çünkü dostluk ve kardeşlik, öldükten sonra da devam eden kıymetlerimizden biridir. “Ahiret kardeşliği” diye boşuna denilmiyor.

Ülkü Ocakları…Mazinin iftihar edilecek övüncünü atiye taşıyan kutlu bir kervanı menzile ulaştırmaya ant içmiş vatan evlatlarının:
-İlk göz ağrısı, 
-İlk sevdası, 
-İlk mekanıdır.

Ülkü Ocakları…Her zaman devletin bekasını, milletin birliğini hep esas almış Türk gençlik teşkilatı olmuştur.

Bu amaçla milli değerleri benimsemiş bir gençlik yetiştirmeyi hep ön planda tutmuştur. Bunda da başarılı olunmuştur.

Ülküdaşlarımıza karşı bitmeyecek bir vefamız, eksilmeyecek bir muhabbetimiz vardır…

Her vakit duamız odur ki…
Hak etmeyeni sevdirme bize Yarabbi.

Umreye giden Ankara İlahiyattan akademisyen bir ülküdaşım Uhud Dağı’na uzun uzun bakıp sormuş;

-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?

Cevap yok..

Tekrar etmiş..
-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi?

Sonunda dostları mahçup bir şekilde;

“-Bilmiyoruz hocam” demişler.

İşte o an her birimizin beynini, kalbini titretmesi gereken şu kelamlar dökülmüş dilinden..

-Okçular tepesini terk eden sahabeler kimdi? İnanın bunu ben de bilmiyorum...

Aslında hiç kimse bilmiyor.
Bu asla İslam tarihinde de yazmaz..

Hatta o okçular kimdi öz çocukları da bilmez, eşleri de bilmez.

Çünkü Ashab-ı Kiram kimseye söylememiş, saklamış. Ağızlarından bu konu hakkında hiçbir şey çıkmamış.

Hatta ve hatta yıllar sonra Cemel, Sıffın gibi hadiselerde birbirlerine ters düştükleri vakitlerde bile;

“-Sen zaten Uhud'da da tepeyi terketmiştin!" dememişler...
Orada dahi birbirlerini hataları ile vurmamışlar.

Bu nasıl güzel bir ahlak böyle...

Bizler Uhud'un aslında bir yenilgi değil zafer olduğunu yeni anladık..

Meram Bağları’ndan;
SEVGİ ve MUHABBETLE

YAZARLAR