Muhittin GÜMÜŞ / TANRI DAĞLARI'NDAN


Fârâbî...

Bizim Türk filozofumuz Fârâbî 10. yüzyılda yaşamıştır. Bugünkü Kazakistan topraklarından çıkmış, önemli bir düşünür.


Felsefe dendiğinde ve beraberinde filozof dendiği zaman insanımızın pek çoğunun maalesef zihnindeki çağrışımlar hiç de iyi değil. Filmlerdeki veya toplum içindeki bazı algılar sonucunda pek de pozitif değerlendirilmez. Oysa 10. yüzyıldan itibaren Türk dünyasının tarihine bakıldığında nice düşünürler, filozoflar var. 

Filozof, genel itibariyle felsefe ile uğraşan kişiye verilen bir isimdir.

Bilgelik ve hikmet dostu anlamına gelir.
Bilgelik (hikmet) ise varlık, bilgi ve değer üzerine tam ve bütün bir bilginin ortaya çıkması veya bir insanın böyle bir bilgiye sahip olabilecek ölçüde olgunluğa ermesi hâlidir. Genel anlamda felsefe, Sokrates’in dediği gibi “neleri bilmediğini bilmek” ve “kendini bilmek”tir. Aristoteles’in dediği gibi ilkeler ya da ilk nedenler bilimi’dir, mutlu bir yaşam sağlamak için tasarlanmış eylemsel bir sistem’dir. Platon’un dediği gibi doğruyu bulma yolunda fikri çalışma‘’dır; eş deyişle, gerçeklere ve doğrulara akılla, düşünmekle varmaya çalışmaktır. Felsefenin temel konusu ise evren ve hayattır. Felsefe, Augustinus’a göre ‘Tanrı’yı bilmektir, gerçek felsefeyle gerçek din özdeştirler."
Peki bizim insanımızdan çıkan bilge, hikmet sahibi Farabi kimdir? Cevabı aşağıda... 

 



KİM BU FÂRÂBÎ? 

(Sayın Prof.Dr. İ. Kalın’ın Sohbetinden)
Bizim medeniyetimiz hezârfen   insanlar üzerinde yükselmiş bir medeniyettir ve bu hezarfenlik yani çok yönlü olmak sadece bireysel deha ile açıklanabilecek bir şey değildir.

Kültürel vasatın, o toplumun, kültürün, medeniyetin ürettiği bir vasat vardır. Onun üzerine bu insanlar, bu yıldızlar yükseliyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri de Fârâbî’dir. Bizim Türk filozofumuz Fârâbî 10. yüzyılda yaşamıştır. Bugünkü Kazakistan topraklarından çıkmış, önemli bir düşünür. Kendisi Bağdat civarına geldiğinde şöhreti ulema arasında yayılmıştır. Herkes merak ediyor. Kim bu Fârabi?  Mantık, Yunanca, felsefe, kozmoloji biliyor diyorlar. Farklı ilimlerde kendini çok iyi yetiştirmiş Fârâbî, bahir, derinlikli bir alim, filozof düşünür diyorlar.  Bir rivayete göre Bağdat uleması biraz da şunun boyunun ölçüsünü alalım derler ve bir gün Sultan’ın huzurunda bir ilim divanına davet ederler.

Farabi de daveti kabul eder. Davet vaktinde büyük bir salona giriyor. Sultan Halife, salonun öbür ucunda biraz yüksekçe bir yerde oturuyor. Etrafında da bütün Bağdat uleması, dilciler, fakihler, mantıkçılar, filozoflar, tarihçiler, siyerciler, tefsirciler hepsi oturmuşlar ve kapıdan giren kara kuru zayıf adama bakıyorlar. Fârâbî öyle ince yapılı bir adammış ve rivayete göre de bir çoban kıyafetiyle, mütevazı bir hayata sahip olduğunu gösterir halde gelmiştir. Salona girince oradaki mihmandar:
Hoş geldin. Bu salonda bu mecliste ilmen layık olduğun yer neresi olduğunu düşünüyorsun git oraya otur der. Fârâbî salonu bir baştan diğer başa kadar yürür ve Sultan’ı yerinden kaldırır ve oraya oturur. Bir anda salonda büyük bir gürültü patırtı kopar, homurdanmalar başlar. Bu ne cüret, kim bu küstah adam? Kendini Sultan’dan bile yüksek görüyor, derler.  Sultan'ın adamları hemen davranırlar kılıçlarına. Sultan da durun durun bir görelim bakalım, kimmiş neymiş bu adam? der ama o sırada yanında sadece o bölgede kendi aralarında kullandıkları lehçede bir Arapça ile eğer bu adam toplantının sonunda rüştünü ispat etmezse kellesini istiyorum der. Fârâbî aynı lehçede cevap verir:

-Sultanım.  Merak etme göreceksin der.

Tekrar hayrete düşer herkes. Bu dili, bu lehçeyi nereden biliyor bu?  İlmi münazara başlar. Önce adet olduğu üzere ulumu nakliyeden yani dini ilimlerden sorular sorulur. Bu sorular sorulur fıkıh, tefsir, hadis, siyer…

Fârâbî, bir bütün sorulara çok çarpıcı cevaplar verir. Birinci fasıl tamamlanır.

Ulema der ki…  Tamam evet ulum-u nakliyede belli ki ciddi birikimi olan bir adamdır derler.  Ulûm-u akliyeye geçerler; İkinci fasılda yani akli ilimler, felsefî ilimler.

Faslın sonuna doğru ulema biraz hafif homurdanmaya başlar, çünkü Sultan’ın huzurunda biraz zor duruma düşüyorlar, boyunun ölçüsünü alamıyorlar. Ne sorsalar çok yetkin cevaplar geliyor bu adamdan.  Bir ara verilir. Bu arada birkaç kişi aralarında toplanır. Der ki ya bu adam gerçekten birçok alanda büyük bir ilim sahibi birisi. Belli ki biz bunu pek köşeye sıkıştıramayacağız.  Öyle bir şey düşünelim ki yani böyle ilmi ve akli nakli ilimlerin dışında bir alandan birkaç soru soralım der. Biz bunu o zaman kesin köşeye sıkıştırırz.Tama ama ne olabilir derler. Üçüncü fasıl başlar. Üçüncü oturumda birisi söz alıyor:

-Ey Fârâbî, sen kendini akli ve nakli ilimlerde kendini çok iyi yetiştirmişsin. Biz sana farklı bir alanda soru soracağız. Gerçekten alim olup olmadığını o zaman anlayacağız. 

Farabi de buyurun der.
-Müzik hakkında ne biliyorsun, diyor. Fârâbî hafif şöyle bir tebessüm ediyor ve başlıyor anlatmaya…

Makam sistemi budur, harmoni sistemi şudur, pitagorastan gelen harmoni kavramı budur, destgâh sistemi şudur, müzik şöyle ortaya çıkar, titreşim budur, farklı makamlar bunları anlatır, farklı makamlar farklı halleri ifade eder der. 

Hayretler içerisinde dinliyor ulema… Tabii Fârâbî'nin 5 ciltlik  Kitâbu’l-Musika El-Kebir adlı kitabı yazdığını bilmiyorlar. Fârâbî de o yüzden tebessüm ediyor. Artık ulema teslim olmak üzeredir. Ne sorsak bu adam her şeyi cevaplıyor ama biz de zor bir durumdayız ne yapacağız, ne yapacağız diye düşünürken bir tanesi diyor ki:
-Tamam anladık. Sen bütün nazarı ilimleri yemiş yutmuş bir adamsın. Çok bilgilisin. Bir müzik çalabilir misin? diyor. 

Farabi gene tebessüm ediyor abasının altından bir rivayete göre bir kaval, bir rivayete göre ney ya da nefesli çalgı çıkarıyor. Taşıması da kolay olduğu için nefesli çalgılar rahat taşınır çok böyle sevimli sevinçli bir makamda bir şeyler çalıyor. Neyle bir makamda bir şeyler çalıyor ve herkes el çaparak ritim tutuyor, daha sonra Fârâbî makamı değiştiriyor; çok hüzünlü bir makamda birkaç eserdir icra ediyor ve herkese ağlıyor. Ondan sonra Fârâbî makamı değiştiriyor, hiç kimsenin duymadığı bilmediği bir makamda öyle bir eser icra ediyor ki, herkes uykuya dalıyor. Fârâbî tasını tarağını topluyor, salona girdiği gibi bir ucundan diğer ucuna doğru yürüyerek gidiyor ve bir daha da Bağdat'a uğramıyor.

Bu hikâyenin Fârâbî için anlatılmış olması çok manidardır. Onu farklı bilim dallarında kendini nasıl yetiştirdiğini ve bütün bu bilgileri sentezleyerek nasıl bir varlık, insan, düşünce tasavvuruna ulaştığını göstermesi açısından çok anlamlı bir hikâyedir. Bu hikâyenin bir başkası değil de Fârâbî hakkında anlatılmış olması çok anlamlıdır. Tarihi olarak, bilimsel olarak olay gerçekten böyle mi oldu bunu çok bir önemi yok. Önemli olan hakkında sonraki nesiller tarafından anlatılmış olmasıdır.

Bu da onun bütünlüklü bakış açısını yani nakli ilimlerden akli ilimlere, teorik ilimlerden uygulamalı ilimlere kadar her alanda varlığa bir bütün olarak bakabilme kabiliyetinin en güzel örneklerinden birini teşkil eder. Bizim bu Fârâbî, genellikle erdemli şehir kavramının mucidi olarak, kaynağı olarak hatırlanır ama biliyoruz ki eserlerinde mantıktan felsefeye, kozmolojiden siyaset bilimine kadar her alanda çok köklü eserler bırakmış ve Aristo'dan sonra düşünce tarihinde ikinci hoca; muallim-i sani olarak bilinmiş büyük bir filozoftur, büyük bir düşünürdür.  Büyüklüğü de her şeye bu bütünlük zaviyesinden bakabilmesinden geliyor. En temel siyaset felsefesi eseri olan El Medinet-ül Fazıla’nın tam ismi Mebadi aray-ı ehl-i medineti’l- Fazıla’dır yani erdemli şehrin sakinlerinin görüşlerinin temel ilkeleri.  Çok uzun bir risale değildir bu; 60-70 sayfalık farklı edisyonlara göre 80 sayfalık eserdir. Risalenin üçte ikisinde Fârâbî; varlık, metafizik, ontoloji, epistomoloji, bilgi, kavram bütün bunları anlatır insan ive insanın ortaya çıkışı ancak kitabın son üçte birlik kısmında, son 15-20 sayfasında bugün siyaset felsefesi dediğimiz şehir ve şehir türleri, yönetim, adalet gibi kavramları anlatır. Verdiği mesaj şudur: Köklü bir metafizik olmadan siyaset olmaz. Gökleri anlamadan yerdekini yönetmezsiniz. 

Sema ile bağ kurmadan yerde adaleti tesis edemezsiniz.  Başınızı göğe çevirmeden yeryüzüne nizam veremez kitap boyunca da Fârâbî hep bu mesajı verir. Bugün bizim bu bütünlüklü bakış açısını her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.  

(İbrahim Kalın; Kim Bu Farabî? 25 Şubat 2023) Röportajdan alıntı.

YAZARLAR