Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


Gaflet ötesi ihanetler....

Türk tarihinin en dramatik olaylarından biridir. Avrupalı ülkelerin savaş çıkmayacağına dair söyledikleri sözü güvence kabul edip hiçbir tedbir almayan Hariciye Nazırı ve gafletten öte hain paşalar yüzünden Balkanların tümü elimizden gider...


GAFLET ÖTESİ İHANETLERLE BALKANLARI KAYBETTİK.
BALKAN TÜRK “MUHACİRLERİ” İLE 
ARAP KÖKENLİ “SIĞINMACILARIN” 
BİR TUTULMASI KABUL EDİLEMEZ.

 


 

Yıl 1912...Hariciye Nazırı Asım Bey’e sorarlar; "Balkanlar'da kötü şeyler olacak deniliyor. Nedir durum?" 
Hariciye Nazırı Asım Bey, tarihe geçen o meşhur cevabını verir: 
“BALKANLAR’DAN İMANIM KADAR  EMİNİM.” 

…Ve bu talihsiz  sözden sonra kısa bir süre içinde Balkanlar tümüyle kaybedildi. 

Türk tarihinin en dramatik olaylarından biridir. Avrupalı ülkelerin savaş çıkmayacağına dair söyledikleri sözü güvence kabul edip hiçbir tedbir almayan Hariciye Nazırı ve gafletten öte hain paşalar yüzünden Balkanların tümü elimizden gider…

Geçen ay ki yazımda tek bir kurşun atmadan Selanik’i teslim eden Hasan Tahsin Paşa’yı… Bugünkü yazımda tedbirsiz Hariciye Nazırı Asım Beyi yazınca ve gaflet, dalalet içindeki bu devlet adamlarımıza bakınca… Türk Sanat Müziğinde Hüzzam Makamında şarkı akla gelir:
“Şu göğsüm yırtılıp baksan, dikenler 
aynı güldendir,
Şikâyet bilmeyen kalbim kanar hep aynı eldendir.”

Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın soyundan gelen Dışişleri Bakanı, Tarihçi Ord.Prof.Dr. rahmetli Fuad Köprülü Hocamız yazdığı TUNA Şiirinde der ki;
“Kırık minareden duyulmaz ezan,
Hep ocaklar sönmüş devrilmiş kazan,
Bir inilti duydum sandım bir ozan,
Sesime ses veren karlı dağlarmış..”

Dört küçük Balkan ülkesi, Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ birleşerek o sırada İtalya ile savaşan Osmanlı İmparatorluğu'na saldırdılar. 
Avrupalılar, Balkan Savaşı'nın başlaması üzerine, Osmanlı Devleti'nin yenileceğine ihtimal vermedikleri için, savaşın sonucu ne olursa olsun statükonun değişmeyeceğini ve kazanılan toprakların iade edileceğini ilân ettiler. 
Ancak Osmanlı Devleti mağlup olunca bu sözlerini unutacaklardı. 

Osmanlı Devleti, İtalya'yla anlaşarak Trablusgarp'tan dolayı başlayan savaşı bitirdi.

Hükümet, Balkan Savaşı çıkarsa bu durum dünya savaşına neden olur, bu yüzden de büyük devletler bir Balkan Savaşı'na izin vermez diye düşünmüştü. 

Bu yüzden de Anadolu'dan Balkanlar'a yapılacak asker sevkiyatı ve ikmali gecikmişti. 

Balkan Savaşı, Doğu'da Trakya, Batı'da Makedonya ve Arnavutluk cephelerinde cereyan ederken, denizde Yunan donanması Ege adalarına saldırarak işgale girişti. 

Ancak Osmanlı donanması Çanakkale'den dışarı çıkamadığı için adaların işgali engellenemedi. 

Yunanistan'ın AVEROF kruvazörü, hızı ve top menzili bakımından, Osmanlı donanmasına ait gemilerden daha üstündü. 

Osmanlı donanmasının iyi durumda olmadığı için savaş meydanlarında kullanılamadığı gibi Balkanlar'a deniz yoluyla ikmal de yapılamadı.

Hükümet, Balkan Savaşı çıkarsa bu durum dünya savaşına neden olur, bu yüzden de büyük devletler bir Balkan Savaşı'na izin vermez diye düşünmüştü. 

Bu yüzden de Anadolu'dan Balkanlar'a yapılacak asker sevkiyatı ve ikmali gecikmişti. Balkanlar'daki birliklere takviye olarak çok geç kalınmıştı.

Osmanlı ordusunda istihbarat zaafının yanısıra bir koordinasyon da yoktu. 

Lojistik zaaflar yaşanırken, salgın hastalıklarla da boğuşuluyordu. 

Asker arasında da büyük firarlar yaşanıyordu.

Havacılık alanındaki gelişmeler yeterince değerlendirilememişti. 1912'de Osmanlı Devleti'nin çoğunu Avrupalı pilotların kullandığı 17 tane uçağı vardı. 

Bu pilotlar istedikleri zaman uçtular istemedikleri zaman uçmadılar. Daha çok gözlem amaçlı kullanılan uçakların bakım ve ikmali de yeterince yapılamadı. 

Sırbistan ve Bulgaristan'ın uçaklarını Rus pilotlar, Yunanistan uçaklarını Fransızlar kullandıkları için daha başarılı olmuşlardı.

Allah içimizdeki hâinlere fırsat vermesin. 15 Temmuz’da helikopterle Yunanistan'ı kendileri için emin bir sığınak görmeleri herşeyi izah etmeye yeterli!

1913'te imzalanan Londra Anlaşması ile sona eren savaşta Osmanlı İmparatorluğu, Edirne dâhil olmak üzere bütün Rumeli'yi kaybetti.

Midye - Enez hattı sınır oldu. Yüzbinlerce Müslüman katledilirken, vatanlarını kaybeden yüzbinlerce Türk, İstanbul ve Anadolu'ya göç etti. 

İkinci Balkan Savaşı'yla Edirne başta olmak üzere kayıplarımızın bir kısmını geri alacaktık.

Yakın Tarihe ilgi duyan bir tarihçi olarak deriz ki;

“BALKANLAR VE ANADOLU TÜRK MİLLETİ İÇİN VARLIK SEBEBİDİR”

Maalesefff…Balkan Savaşı sonunda Türk Milletinin en bereketli topraklarını Batı yakasını kaybettik…

İlber Ortaylı Hoca; “Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen 1912'de sona erdiğini” belirtir.

GAFLET ÖTESİ İHANETLERLE BALKANLARI KAYBETTİK!!!

-Bulgaristan ile Sırbistan'ın Osmanlı'ya karşı ittifak haberleri İtalya basınında yer aldı. İstanbul'daki gazeteler de Nisan ayında bu haberleri yayınladı. 

-Ancak bu dönemde İttihatçılar ile Hürriyet ve İtilafçılar arasında "SOPALI SEÇİM” kavgası olduğundan dolayı bu tür haberler görmezlikten gelindi.

-Hariciye Nazırı Asım Bey'e sorarlar; "Balkanlar'da kötü şeyler olacak deniliyor. Nedir durum?" 

Hariciye Nazırı Asım Bey, tarihe geçen o meşhur cevabını verir: 
“BALKANLAR’DAN İMANIM KADAR  EMİNİM.” 
…Ve bu talihsiz  sözden sonra kısa bir süre içinde Balkanlar tümüyle kaybedildi. 

-Balkan Savaşı'nda Osmanlı ordularının arka arkaya mağlup olmasında ordunun içine siyasetin girmesinin ve bu yüzden komutanlar arasında yaşanan siyasî çatışma ve anlaşmazlıkların büyük rolü vardı. 

-Komutanlar arasında siyasi çekişmelerden dolayı bir birlik yoktu ve taraflar birbirlerinin başarısını istemiyorlardı. 

-Kıskançlık ve çekememezlik gibi şahsi zaaflar da bu duruma eklenince birlik ve disiplin ortadan kalktı. 

Orduda birlik ve beraberlik ruhu sarsılınca kısa sürede büyük mağlubiyetler alındı.

Bugün halen Balkan Coğrafyasında yaklaşık 2 milyon soydaşımız bulunuyor. 

Balkan Türkleri, sadece “zor günlerde” Türkiye’yi hatırlamaz, fiziki olarak Türkiye sınırları dışında olsalarda ruhen yaşamlarını Türkiyeyi düşünerek  ve İstanbul-Bursa sohbetleriyle idame ettirirler.

Manastır-Üsküp-Köstence-Gümüşcine-Prizyen-Kırcaali-Mostar-Ohri  vb gibi bir çırpıda sayacağımız onlarca şehirlerde yaşayan soydaşlarımızın sofralarına oturmak bu gerçeği gözlemlemek için yeterlidir.

Can Balkan Coğrafyası... 
Evlad-ı Fatihan... Sana nasıl kıydılar.! Hain-kansız-soysuz “devşirme paşalar” başta Selanik olmak  üzre birkaç gün içinde seni elin gavuruna nasıl teslim ettiler.! 

Balkanlar denilince bir Aziz Türk Milletinin bir evladı olarak ciğerim her daim kavrulur.

Tarih Öğretmeni olarak muradımız;
Bu gibi durumların sebep ve sonuçlarını çok iyi muhasebe edilip Türk gencine ve nesillere çok iyi anlatmak gerekir.
Elbette Tarih aynı zamanda ders almak içindir. Hasan Tahsin/ Asım Bey/Damat Ferit Paşalar/Hüsnüyadis gibileri her zaman olacaktır. 

İşte onları iyi tanıyıp Devletin kritik noktalarına getirmemek gerekir…Çünkü bir bölge değil “BALKAN” İSİMLİ VATAN KAYBEDİLİYOR!

Gaflet ve dalalet  içindeki devlet adamları “devletin beka sorunu yok” diye diye devletin sınırları 1699 Karlofça Antlaşmasından 1921’de Sakarya Nehrine kadar çekilmiş, küçücük bir Anadolu’ya sıkışıp kalmışız.!

-Ey Haçlı Dünyası…
-Abe More… Bilesiniz ki:
Artık Anadolu Türk’e dar geliyor.!

Büyük milletlerin hayatı, büyük denizlere benzer. Türk Milleti bir okyanustur. Medleri ve Cezirleri vardır.

Anadolu topraklarında yaşayan Batı Türklüğünün Med’di yani yükselmesi Sakarya’dan başladı, Viyana’ya, Yemen’e, Cezayir’e, Don-Volga’ya dayanmıştı.

Cezir yani geri çekilme yine Sakarya’da bitti. Şimdi Med halindeyiz. Sakarya’dan çıktık. İzmir’e, Edirne’ye, Hatay’a vardık. 

Misak-ı Milli sınırları dışında kalanları bu aziz millet ergeç milli sınırları içerisine alacaktır. Bu arzumuz uzak değildir.!

Çünkü birinci Med için Yahya KEMAL 
der ki;
“Gelmiştik bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan,
Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan.”

Dünyanın kilit taşının üzerinde oturuyoruz…Tarihin, coğrafyanın, inançlarımızın ve ideallerimizin üzerimize yüklediği vazife çok ağır.

Eski Dışişleri Bakanımız…Rahmetli Fuat Köprülü Hoca “TUNA” Şiirinin son kıtasında der ki;
“Söğüt dallarında hasta serçeler,
Eski akın destanını heceler,
Tuna ağlıyormuş bazı geceler,
Göğsünde kefensiz şehitler varmış.”

 

 

Doğup büyüdüğüm Seyhan Nehri kenarında Yavuzlar Mahallesine bitişik mahalle Köprüköyü Mahallesinde, Adana'da, Balkanlar'dan göç edenlerin yaşadığı mahallede 1930'da yapılan Köprüköy Camisi(Yeşil Cami) dış duvar ve minaresini kaplayan şirin ki şirin sarmaşıkla dikkati çekiyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde Balkanlar'dan Anadolu'ya göç eden muhacirlerin yerleştirildiği merkez Yüreğir ilçesi Köprüköyü Mahallesi'nde, dönemin önde gelen iş adamlarından Bosnalı Salih Efendi öncülüğünde yapımına başlanan Köprüköy Camisi, 1930'da ibadete açılmış.

Yeşil Camii’in çevresi, zamanla vatandaşların katkısıyla düzenlendi. Bahçesine dikilen sarmaşık, cami duvarlarını ve minareyi kapladı. Minaresi, “çam ağacını” andıran cami, bu özelliğiyle halk arasında "yeşil cami" olarak anılıyor.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında “mübadeleyle” gelen göçmenlerle o dönem köy olan mahallenin nüfusu arttınca bir cami yapılması ihtiyacı ortaya çıkıyor. 

O dönem öne çıkan iş adamı ki kendisi de Balkanlar'dan gelmiş olan Bosnalı Salih Efendi, cami yapılmasına öncülük ediyor ve inşaata başlanıyor. 

Salih Efendi, caminin ahşap ve kerestesini karşılarken, inşaattan haberi olan Atatürk de çinko ve diğer malzemelerin teminini sağlıyor. Kendisi de Selanik doğumlu olan Atatürk, muhacirler ile arasındaki hemşehrilik duygusundan hareketle caminin yapılmasına destek vermiş.

Halk arasında "Yeşil Minareli Cami" veya "Yeşil Cami" olarak anılıyor.

Sarmaşıklar kadar caminin bahçesindeki rengarenk çiçeklerin de yapıya ayrı güzellik katıyor…

Caminin etrafını saran sarmaşıklar doğal bir klima vazifesi görüyor. Camiye gelen cemaat avluda oturarak, yaptığı ibadetin manevi hazzını yeşillikler içerisinde yaşıyor.

Rahmetli babamla zaman zaman bu hazzı duymak için Cumaları bitişik mahallemizdeki bu güzel camide Cuma namazını kılardık…Güzel yıllardı.

Burada nur yüzlü muhacir dedeler Balkanlardan göç ederken Bulgar ve Rus zulmünü o kadar acıklı anlatırlardı ki hepimiz haliyle Moskof düşmanı olurduk.!

Her ne kadar aileden gelen milli duygular var ama göçmen dedelerin Rus zulmünü, bizim mahalledeki Türkistanlı aksakallıların Çin zulmünü anlatmaları Yüreğir ilçesinin “Bozkurt yuvası” olmasının en önemli kilometre taşı olmuşlardır.

Allah o nur yüzlü aksakallılardan RAZI OLSUN.

Gelelim HaberTürk kanalında bu tonton nur yüzlü Balkan muhacirlerine “cahilce” söz söyleyen, “Balkanlar’dan gelenler Türk değil” diyen  Profesör’e Fuzuli der ki;
“Söylesem faydası yok, söylemesem, sussam, gönlüm RAZI DEĞİL..!!
CAHİLLİK insanlık için büyük bir tehlike ve en korkulacak İNSAN MODELİ.!

Laf söz anlamazlar.! Yüzyıllar önce Hz. Pir Mesnevi’sinde der ki;
“Sen ne söylersen söyle, söylediğin karşıdakinin anladığı kadardır.”
Eğer karşındakinin aklı ne kadar eriyorsa, yaptıklarının hükmüde o kadardır.
 

Hz. İsa;
“Ben ölüleri dirilttim fakat cahilleri diriltemedim.!” buyurmuştur.

Hz. Ali;
“Faziletli kişiler hakkında HASET edilir...Cahillerde ilim sahiplerine DÜŞMAN kesilirler” der.

Endülüs’te bir alimin yaptığı hatadan dolayı onu cezalandırmak için ya cahil bir kimse ile ya hapsederler yada bir arada yaşamaya zorlarlarmış.

CAHİL, her şeyin dış yüzünü görür, kabukta kalır, her şeyi bildiğini sanır, boş iddialarda bulunur. Cahilin tedbiri düşüncesi köksüz ve çürüktür. Bundan dolayı cahiller için; “Cahil... yaşayan ölüdür.!” denilmiştir.

Bu yüzden Hz. Mevlana yüzyıllar önce yazmış olduğu Mesnevi’sinde der ki;
“Cahil bir kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol.!” Çünkü olgunun halini ham kişi anlayamaz.

Gerçi ehil olmayana sabretmek ehil olanı parlatır ama cahiller laftan, sözden, bilgiden, belgeden, kaynaktan anlamazlar ağzına geleni söylerler.!

Mensubu olmakla övünç duyduğum Aziz Türk Milleti'nin son derece erdemli, faziletli, ferasetli, anlayışlı bir millet olduğuna inanırım.

Kıt tarihi bilgisiyle sosyolog efendiye deriz ki;
-Kuyumcunun mesleği demirciye gitmez.!

Diyanet takviminin “arkasını” okuyup, Şeyhül-İslam Ebu Suud Efendi kesilenlerden Allah’a sığınırım.!!

Bu Sosyolog profesör gibi çok bilmiş” tipler için Hz. Mevlana Mesnevi’sinde der ki;
“Bin sene okusam...
Ne biliyorsun deseler...
HADDİMİ derim.!”

XlV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’dan Rumeli’ye yönelik yapılan Osmanlı fetih hareketleriyle birlikte Balkanlar’ı VATAN YAPMAK ve “şenlendirmek” için Anadolu’daki Oğuz Türkleri özellikle Konya ve Karaman ile İçel dolaylarından Oğuz Türkleri Balkanlar’a yerleştirildi.

Dolasıyla gönderilenler; Türk oğlu Türk’tür...Evlad-ı Fatihandır...Yörüktür.

Kadim bir Türk Yurdu olan Balkanlar, Osmanlı Devleti öncesinde de Avarlar-Bulgarlar-Uzlar-Kumanlar gibi farklı Türk boylarının yerleşim yeri olmuştur. Biz Türkler İstanbul’dan çok daha önce Balkanlarda idik.

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşından (93 Harbi) günümüze değin Balkanlar’da Misak-ı Milli dışında kalan soydaşlarımız maruz kaldıkları katliam, baskı, zulüm ve asimilasyon politikalarının etkisiyle anavatanları Türkiye’ye göç etmişlerdir.!
Gerek mübadele yılları gerekse İnönü-Menderes-Demirel ve Özal hükümetleri dönemindeki nüfus hareketliliği;Türk’ün Türk vatanına göçünden başka bir şey değildir efendiii.!

Balkan Türklerini, ülkemize sığınan  ARAP kökenli sığınmacılarla bir tutulması kabul edilebilir değildir.!

Tarih bilgisinden yoksun, Türk Tarihini ve Balkan Türklerini hiç tanımamış bir profesörün; “Balkan göçmenleri Türkiye’ye TÜRK diye gelmediler, buraya sığınmak için geldiler, bunlar Türk değil göçmendiler” demesi hem Türkiye’de hemde Balkanlar’da yaşayan Türkleri derinden üzmüştür. 

Bilmem ki ne diyek gardaş…

-Ekâbir, kibir, ahir kabir.

Üstad Necip Fazıl KISAKÜREK bu cahil okumuşlar için ne de  güzel söylemiş;
“İnsanda yok ise 'Edep' neylesin medres-mektep, 
Okusa Alim olsa yine merkep, yine merkep.!”

Meram Bağları’ndan;
SEVGİ ve MUHABBETLE
 

YAZARLAR