Muhittin GÜMÜŞ / TANRI DAĞLARI'NDAN


Haddini aşmak

"Sen seni bil sen seni. Sen seni bilmezsen patlatırlar enseni." diye bir halk sözü vardır. Sahiden ense patlatmada milletimiz tecrübelidir. İnanın buna!


İnsanlar konuşarak iletişim kurarken sahip oldukları kelime hazinesinden eğitim ve kültür seviyesine uygun olanlarını seçerler, böylece duygu ve düşüncelerini de rahatça ifade ederler. Bu rahatlık içinde ölçülü, ayarlı, düzenli, mantıklı, kararlı biçimde haddini bilerek ve adabı muaşeret kurallarına da dikkat etmesi beklenir.

"Herşeyin bir haddi hududu vardır" deriz. İnsanların ağzından çıkan her sözün muhatabını rencide etmeyecek ölçüde, zarif ve nazik olması arzu edilir. Maksadı aşan ifadeler kavgaya, üzüntüye, küskünlüğe ya da kalp ve  gönül kırıklığına sebep olur. Haddini aşanlar makbul insan sayılmazlar. Eğer siz, Yunus gönüllü iseniz edep ve hayâdan nasibini almış; iyi niyetli, temiz kalpli, yüce gönüllü birisiniz demektir.

TDK Güncel Sözlük’te “haddini aşmak” sözü; ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek olarak kısaca tanımlanmış. Başka sözlüklerde de benzer anlamların yanı sıra “hızlı koşmak, sınırı aşmak, tecavüz etmek” anlamında kullanıldığı da görülür. Anlam ilişkisi bakımından ele aldığımızda "taaddi" kelimesi de  bir eylemin “hedefine ulaştığı halde hızını kesemeyen kimsenin daha ileri noktalara gitmesi”  ve bundan hareketle “ölçüyü ve sınırı aşmayı, taşkınlık yapmayı, haklılık sınırını geçmeyi, başkalarına saldırmayı” da  ifade eder.  

Haddi aşmak ve özellikle Allah’ın kulları için belirlediği sınırları ihlâl etmek “ilâhî emirleri çiğnemek” mânasına gelir. "Taaddî"nin “aşırılık ve taşkınlık” anlamından dolayı Kur’an’daki gulüv, isrâf, tuğyân ve zulm (bir şeyi yerli yerine koymamak, bir hakka tecavüzde bulunmak) terimiyle bağlantısı vardır. (İ. Çelik, 2010;TDV; İslam Ansiklopedisi, c.39, s.283-284).
Yüce Allah, insanoğlunu diğer varlıklardan üstün ve güzel yaratmış, insanın da bu özelliğini koruyup sürdürmesi için konulan kurallara, emir ve yasaklara uyması için sınırlar belirlemiştir. Kuralların ihlâli Allah nezdinde haddi aşmaktır. İnsanın haddi aşan tutum ve davranışları alışkanlık hâline gelir de istekler ve düşünceler sürekli değişirse, insanın insanlık fıtratı ve nitelikleri de bozulur. İnsanı insan yapan değerler çürüdüğünde insanlıktan söz etmek mümkün olmaz. Barış ve adalet dini olan İslamiyet savaşta bile haddi aşmayı yasaklamıştır. İşkence yapmak, cesetten burun, kulak kesmek bile men edilmiştir. Savaşa katılmayan kadın, çocuk, yaşlılar ile din adamlarını öldürmek, ihtiyaç duymadığı halde ağaç kesmenin veya hayvan öldürmenin haddi aşmak olduğunu bildiren bir dinin mensuplarının buna muhalif davranışları asla kabul edilemez. 

Yine millî sözlüğümüzde “haddini bilmek” sözü “kendi değer ve yeteneğinin farkında olmak, konumuna, durumuna uygun davranmak.” diye tanımlanıyor.  

Türk töresi, Türk ülküsünün ayrılmaz bir parçasıdır. Türk insanı töresine bağlı ve yüksek ideallerine kavuşmak için şahsiyet sahibi olarak değerlerine bağlıdır. Türk töresinin temel şartlarından biri de haddini bilmektir. Haddini bilmek dendiğinde insan ne kendini dev aynasında görecek ne tepeden bakan kibir abidesi olacaktır.

Türk; kendini aşağı, mahcup ve kompleksli biri olarak hep başkalarına hayranlık gösteren biri olmaz. Türklük gurur ve şuurunun İslâm ahlâk ve faziletiyle bir bütünlüğü vardır. Hiçbir Türk töresi dini hükümlere, akla, mantığa, millî, manevi ve evrensel değerlere aykırı değildir. Haddini bilmek ölçülü olmayı, kurallar çerçevesinde, belli bir disiplin içinde davranmayı gerektirir. Haddini aşmayanlar haddini bilenlerdir. 
Türk töresinin bir şartı da yüksek vazife duygusu olup aldığı vazifeyi her ne pahasına olursa olsun yerine getirmektir. Buna bağlı olarak da millet için her tür fedakârlığı yaparak şahsi menfaatlerden, şahsi zevklerden feragat etmek de bizim töremizin esaslarındandır. Türk milletinin büyüklüğü fedakâr, çalışkan, sır saklayan, nefsine hâkim olan, adalet duygusu gelişmiş, gözü kara kahramanlarla daha bariz hâle gelir. Bu tür nitelik ve değerlere sahip olanların en güzel özellikleri haddini bilmektir.    

“İslâm her şeyde orta yolu öğütleyen, aşırı gitmeyi yasaklayan, beden ve ruhla uyum içinde insanı insanlık onuruna yakışır düzeye ulaştıran bir ölçü ve denge dinidir (el-İsrâ 17/29, 110; el-Furkān 25/67). İslâmiyet yemede ve içmede aşırı gitmeyi yasakladığı gibi Allah’ın helâl kıldığı temiz rızıkları, meşrû lezzetleri din adına kendine haram kılmayı (el-Mâide 5/87; el-En‘âm 6/119), Allah ve resulünün öngördüğü ibadetleri azımsayıp yeni ibadet şekilleri ortaya çıkarmayı da yasaklamıştır.(İ. Çelik, 2010;TDV; İslam Ansiklopedisi, c.39, s.283-284)).”

Bilgece edilen sözlerden birinde “Her şeyi bilmene gerek yok; haddini bil yeter. Rabbini bilen, haddini bilir.” denmektedir.

Bir toplumda bir âlime, bilgeye, ilim ve irfan ehline, liyakatli kişilere haddini aşan sözleri sarf edenler veya kaba davranışta bulunanlar mazur görülüyorsa, onların bu eylemleri kanıksanarak dolaylı biçimde affediliyorsa ayakların baş olduğu, haddini bilmeyenlerin muktedir olduğu, hadsizlerin topluma yön verdiği bir memleketteyiz demektir. Bu durumda o memlekette birlik, dirlik, refah, huzur ve güven olmaz. 
Halkın hür iradesiyle seçtiği temsilcilere, aydınlara, bilgelere, ilim ve irfan ehline, hak ve adalet yanlılarına, helal kazanç sağlayanlara, erdem sahiplerine sırf paranın gücüyle elde ettiği tanınmışlığa dayanarak haddi aşan sözler sarf edenlerin toplumca topyekün protesto edilmesi, dışlanması, düşkün ilan edilmesi, tecrit edilmesi, sahip olduğu her maddi değerle baş başa bırakılması gerekir. Bunu gerçekten yapan toplumlar haddini aşanlara, haddini bilmeyenlere haddini bildirmiş olurlar. 

Türk milletinin tevazu sahipleri Peygamberimiz Hz.Muhammed Mustafa (SAV) 63 yaşında vefat ettiği için bu yaşı henüz aşmış olanlara yaşları sorulduğunda mahcup bir dille “Haddi aştık” demektedir. 70 yaşına girmiş biri "Haddi aşalı 7 yıl oldu" derken bile yüzü kızarır...

Türklerin manevi hayatı üzerinde asırlarca müessir olmuş Hoca Ahmet Yesevi'nin şahsiyetini ve  büyüklüğünü 63 yaşından itibaren yer altına yaptırdığı bir hücrede münzevi tarzda yaşamak isteğinden anlıyoruz.
“Yesevi, bir tasavvuf adamıdır ama, milli unsurlarla İslami unsurları yoğurmuş, bir diğer tabirle, dini hükümlerle tasavvufu dost etmeyi bilmiştir. O'na göre dine dayanmayan bir tarikat bâtıldır. Yesevi bir misyon adamı olup İslam'a zarar veren cereyanlarla mücadele etmiş ve onlara karşı cephe almıştır. Ehl-i sünnet akidesinin Orta Asya'da yayılması onun sayesinde olmuş hatta Türklerin Müslüman oluşunda Yesevi'nin payı büyüktür. Yesevi bir İslam ahlâkçısıdır. Onun bu konudaki görüşleri: Haddini bilmek, Allah'a ve insana saygı duymak ve geniş hoşgörü altında toplanabilir. Yesevi, gurur, kibir ve riya gibi menfi sıfatlan insana hiç yakıştırmaz. İnsan ne yaparsa yapsın sınırlı bir güce sahiptir. Başkalarını hor görmesi ve gururlanması yersizdir. İnsan mükemmel olmak için çalışmalıdır. Gurur ve kibir mükemmelliğine gölge düşürür. Yaratıcısı ile arasında perde oluşturur. (İ, Yakıt; 1994, Hoca Ahmet Yesevi ve Türk Düşünce Tarihindeki Yeri)”

Yüksek ahlâk sahipleri hadlerini aşmazlar; gurur, kibir, riya gibi aşağılık belirten sıfatlara sahip olmazlar. İnsan olduğunu unutanların sözün, kelâmın hazzına vararak haddini aşmalarıyla toplum huzurunu da bozmaya sebep olurlar. 

Haddini aşanlara haddini önce hukuk bildirsin deriz. 

"Sen seni bil sen seni. Sen seni bilmezsen patlatırlar enseni." diye bir halk sözü vardır. Sahiden ense patlatmada milletimiz tecrübelidir. İnanın buna!

Muhittin Gümüş 
Tanrı Dağları'ndan
04.12.2024

YAZARLAR