İmaj bırakmak, algı yaratmak, haksız yere "-mış gibi göstermek" vb sözler sözlüklerdeki anlamından uzak görünüyor artık. Tanımları güncellemek gerekir.
Neden? Çünkü helalinden yiyip içmeyi, alın teriyle kazanmayı, azimle başarmayı, namusluca elde etmeyi beceremeyince reklamla, kuru sözle, bozacının şahidi şıracı misali oluşturmak istediği algıyla itibar kazanmak arzusuyla yanıp tutuşan ebleh ruhlular arttı.

Devlet malını yalam etmek için yahut helal kazanç sahiplerini rüşvet ve irtikâp yoluyla yani makamını kullanarak menfaat elde etme maksadını güdenler her dönemde görüldü. "Türkiye'ye uzun yıllar (1950'li yıllardan sonra) sağ iktidarlar hizmet etti, sol ise arazide yedi içti..." derler. Biz ise sağ ve sol diye birşey olduğuna hiç inanmadık ve asla inanmış değiliz. Çalanlara bakınca hayat tarzları hiç farklı değil. Sadece hayalleri farklı bence.
"Halk adına paralara el koyuyoruz!" diyerek Ziraat Bankasını soyanları tarih bilenler bilir. "Solcular çalmaz, onlar zaten fakirdir" imajıyla ve algısıyla neler yaptılar neler?... (Ayrıntılı bilgi için Sinan Onuş'un kitabını okuyunuz.) 1990'lı yıllardaki Türk Ticaret Bankası vb olaylar sağ sol meselesi hiç değildi. Hırsızın sağcısı solcusu, bilmem necisi yoktur. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: 2002 yılında bankaları batırarak nice insanın hakkını yiyenlerin hiçbiri Türk milliyetçisi değildi; özellikle ülkücü hareketin, merhum Başbuğ'un yetiştirdiği kişilerden olmadığı gibi sempati duyanı da yoktur.
Bizim "Kızılelma" idealine sahip olan kimse yoktur onlar arasında. Hatta tarih boyunca millî karakterli bir partiye de oy vermemişlerdir; liberaller, liberal demokratlar, sol liberaller, holding sahipleri vs hiç biri... TÜSİAD mensubu olanlar en başta. Ekmeği sağdan yeseler de sola oy verdiklerini daima söylemişlerdir.
Yerli malları, yerli üretimleri protesto edip de bu ülkede milliyetçilik yaptığını söyleyenler yalnızca kendilerinin inandıklarının doğru(!) olduğunu söyleyen subjektif zihniyettir. Onların hayat tarzları, yiyip içtikleri, gidip geldikleri yerler, oturup kalkış usûlleri aynıdır.
Kendi ülkesini başkalarına şikâyet eden mandacı, çakma demokrat kafalardan aşağıda anlatacağımız hikâyedeki gibi bir Japon gencinin Amerika'da okurken yaptığı asil davranışı bekleyemeyiz.
Japon genç Amerika'nın ünlü üniversitelerinden birinde burs kazanır ve eğitimine başlar. Bütün eğitim hayatı boyunca tek elbise, aynı gömlek ve aynı ayakkabı ile üniversiteye gider. Son sınıftayken gömleğinin üst düğmelerinden biri düşer. Bir düğme alıp dikmek yerine boş bulduğu bir kola kutusunun kapak çengelini düğme yerine takar. Etrafındaki sınıf arkadaşları gülerler, dalga geçerler. Ses çıkarmaz. Dönem birincisi olarak mezun olurken kürsüde kendisine
söz verilir.
" Düğmem düştüğünde yerine düğme almadım diye gülüp dalga geçtiniz benimle. Çünkü ben Hiroşima ve Nagazaki'de atom bombasıyla çoluk çocuk demeden atalarımı öldürenlere yeni atom bombası parası kazandırmak istemedim. Yoksa sizin hepinizi satın alacak kadar param da var aklım da var." der…
Onun için her Japon çocuk önce Hiroşima ve Nagazaki'yi görür ondan sonra okumaya başlar. Biz ise hâlâ Çanakkale Şehitliğini anlatamadık, Millî Mücadele'yi anlatamadık, Gazi Mustafa Kemâl ve arkadaşlarını anlatamadık, Türk milletinin geçmişten bugüne kurduğu bütün devletleri başkasının ağzından düşmanın diliyle anlattık. Maşallah (!) çalmakta, çırpmakta, dolandırmakta, yalanda dolanda mahir(!), devletine söven, ağzını yaya yaya, gevşek bir üslûpla "Bu ülkede yaşamak istemiyoruuum! Gidicaaam, bi daha gelmiyceam... Kahretsin yaaa" diyen ve güya ilerici (!)nesiller yetiştirdik(!).
Fikri hür, irfanı hür nesiller yerine; vicdanı sızlamayan, merhametsiz, hoşgörüsüz, inançsız, davasız, hedefsiz, ülküsüz; sorgulamak yerine ön yargıyla nefret eden; bir mum yakmak yerine hep şikayet eden, hiç bir şeyden memnun olmayan, daima negatif enerji sarf eden; kimliksiz tiplerden yalnızca algıda, imajda sözde önde olan ama içi boş hatta bomboş olanlar yetiştirdik.
Koloniyal kafalar başkasına öykünmeyi / gıpta etmeyi tapınmaya dönüştürür. "Efendimiz başımızda olmayınca, biz özgür olup da başımız göğe mi değecek?" der.
Biz fotoğraftaki gibi yeni ayakkabı alındığı için sevinen ve mutluluk duyan tok gönüllü nesiller istiyoruz. Sanayide, teknolojide, sanatta, edebiyatta, medeniyette, ilim ve irfan yolunda çığır açan ve bütün dünyayı adaletin, hakkaniyetin, merhametin hüküm sürdüğü bir muhtevaya kavuşturmak izzetine sahip aziz milletimizin güzel evlatları çoktur. Güvenimiz sonsuz. Hedefe giden yolumuz kısalsa da engeller çoğalır zaman zaman. Sabrın da haddi olduğunu bilen yiğitler vardır.
Köpekler havlıyor diye korkacak değiliz.
Yedikçe azan, azdıkça cumburlop götüren değil, hırsıza sahip çıkmak için devlete sövenlerle hesabımız mutlaka olmalıdır. Hukuk çerçevesinde karşılığını fazlasıyla almalıdır onlar.
Hedefsiz iseniz, aslında hedef sizsinizdir. Vesselam!
Tanrı Dağları'ndan
Muhittin Gümüş
20 Nisan 2025