Ali KUZENCİK / MERAM BAĞLARI


Kardeşliklerin oluşturduğu dost meclisinde bulunmak...

Kardeşliklerin oluşturduğu dost meclisinde bulunmak...


*BİR HAFTA SONU (PAZAR) YAZISI…

GÖNÜLDAŞLARIN BİRBİRLERİYLE BULUŞMALARI… ZİHİN İÇİN CİLA, 
KALP İÇİN ŞİFADIR.

“HER AN DİLİMİZDE DOSTUN 
KELAMI,
UĞRA DOST OBASINA EYLE 
SELAMI,
TENHADA BULURSAN EMRAH 
CANANI,
DAİM EZBERİMDE O LEYLİ LEYLİ 
LEYLİ.”

 

 

Kitaplardan sadece bilgi elde edilirken, şahıslardan hem bilgi hem de kişilik elde edilir. İlmi sadece kitaplardan elde edenlerde bazı kişilik sapmaları olabilir.

Bunun içindir ki, kardeşliklerin oluşturduğu dost meclisinde bulunmak, sohbet etmek, ciltler dolusu kitap okumaktan daha faydalı görülmüştür.

İnsanın yetişmesi ve olgunlaşması açısından sohbet ne kadar önemli ise sohbetin iyi insanlarla olması da o kadar önemlidir.

Rasûlullah Efendimiz’e;
“–Sohbet edeceğimiz insanların en hayırlıları kimlerdir?” diye soruldu.

Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:
“–Yüzüne baktığınızda size Allâh’ı hatırlatanlar,
-Konuştuklarında ilminizi artıranlar ve amelleri âhireti hatırlatanlardır.”

Bu vasıfta insanları bulmanın ne kadar zor olduğunu da şu hadisten öğrenmekteyiz:

“İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, üç şeyden daha kıymetli bir şey olmayacak: 
-Helâl kazanç…
-Kendisiyle ünsiyet edilecek bir dost ve takip edilecek yol.”

Günümüz dünyasında helâl rızık elde etmek gibi dost bulmak da zorlaşmıştır.

Çoğu zaman ya; «Bir dost bulamadım gün akşam oldu» türküsünü terennüm etmek zorunda kalıyoruz.

Hani… Bir türküde diyor ya;
“Geçen gün ömürdendir” diye. 
Tam olarak mevzu bu aslında. Filmin sonunda kendi elini sinesine vura vura; “tükendiiii naktiiii ömrüüüm dildee sermaye bir âh kaldı gülüüüüm amaaan” diye bulmak istemiyorsan uyan dön bak bir çevrene.

Hani…Uşşak makamında güzel bir şarkı sözü var; 
"ZAMAN GELİP GEÇİYOR, DUR DEMEK KOLAY DEĞİL.”

Zaman gençliği, gücü ve kuvveti alıp götürür. Mevki, makam zaten emanettir. Her an gidebilir.

Ölüm ise insanı malından ve  servetinden ayırır. İnsanlar ebedi yolculuğa ancak bir kefenle yola çıkar.

Alim bir kişiye “Dostlukları devam ettirilecek insanlar kimlerdir?” diye sorulunca şu cevabı vermiştir:

“–Dîni bütün ve aklı kâmil olanlardır. 
Bu özelliklere sahip olanlar;
-Sana  yakın olmayı menfaatine âlet etmez, 
-Senden uzaklarda olsa seni unutmaz, 
-Ona yaklaştığında sana yakın olur, uzakta olduğunda seni görüp gözetir, 
-Kendisinden yardım istediğinde yardımına koşar, 
-Muhtaç olduğunda ise yardım eder ve fiilî yardımı sözle yardımından daha çok olur.”

“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” atasözü, iyi insanlarla beraber olmanın önemini vurguladığı gibi zararlı insanlarla hem dem olup sohbet etmenin tehlikelerine de işaret etmektedir.

Hazret-i Peygamber Efendimiz de hadislerinde;
“Kişi, arkadaşının dîni üzeredir. 
O hâlde sizden biri kiminle arkadaşlık ettiğine dikkat etsin.” buyurmuştur.

Hazret-i Ömer (R.A) dost bulmanın ne kadar önemli ve ne kadar zor olduğuna şu sözü ile işaret etmiştir:
“Sizden birine kardeşi tarafından dostluk eli uzatılırsa ona sağlamca tutunsun, çünkü her zaman bu dost elini bulamaz.”

Diğer bir sözünde ise şöyle der:
“Dostların birbirleriyle karşılaşmaları…Zihinler için cilâ, Kalp için şifadır.”

Yûnus Emre ise dertsizlerin, gamsızların ve nâdanların sohbet meclislerine alınmaması gerektiğini dile getirir ve şöyle der:
“Erenlerin sohbeti artırır mârifeti,
Bî-dertleri sohbetten her dem süresim gelir.”

Aslında insanın dünyalık adına sahip olduğu en kıymetli şeyi dostlarıdır. Dost edinme hususunda gayreti olmayan insan en zavallı insandır.

Yaradılışı güzel insanın dilide güzeldir. Işık olma yolunda ışık saçar etrafına. Kainatın sadece bir zerresi olduğuna idrak etmiş tevazu sahibi gönüller rahmete, nimetlere şükreder.

Dava arkadaşlarına gönüldaşlarına yol gösterirler.

Her zafer bedel ister, sabır ister, akıl ister, gönül ister, mücadele ve fedakârlık bekler.

Kutlu bir mücadele esnasında, nefesi kesilenler, nefsine esir düşenler, dünyevi menfaatlere yenilenler çıkmıştır, bundan sonra da çıkmaları muhtemeldir.

İnsanoğlu çiğ süt emmiştir, yanılması, yozlaşma akıntısına kapılıp yanlış istikametlere sürüklenmesi beklenmelidir.

Geçmişin kuytu köşelerine şuurumuzun merceğiyle baktığımızda buna dair hazin ve hüzünle perçinlenmiş pek çok ibretlik misal verilebilecektir.

Hesap yapanlarla hasbi davrananları, davanın omuzuna basanlarla davayı omuzlayanları tarif ve tefrik etmek zorunludur, mümkündür, elbette tecrübeyle sabittir.

“Ben” diyen, bencilliğe gömülen, dünyanın kendi çevresinde döndüğü zehabına aldanan, ben merkezli ve çıkar odaklı tutuma savrulan nice insan bu dünyadan gelip geçmiştir.

Merhum Ahmet Arvasi isabet ve ihtimamla şunu ifade etmişti:

‘BEN’ sayısız parçacıkları birlik prensibinde tutmaya muvaffak oldukça yaşar.

Bir olmayı amaçlamayan , birlik ruhuna aidiyet duymayan, ‘BİZ’ duvarında harç olmayı önceliğine almayan ‘ben’ anlayış ve algısı her zaman fitneyi körüklemiş, fesadı kamçılamıştır.

Yapılanı yıkmak, olanı yok saymak, cahilce tribünlere oynamak bunların sonucundan da müftehir/övünen  olmak asla marifet değildir.

Kendini tanımak, atasını tanımak, davasını tanımak, değerlerini tanımak, geçmişini tanıyıp geleceğiyle ilgili inisiyatif üstlenmek gerçek manada marifetlerin marifetidir.

Dava adamı dediğimiz insan da böyle olandır.

Kendini aşma iradesi olmayandan, uzak hedefleri ruh ve akıl potasında eritmeyenden dava adamı olmaz, gerçek anlamda davaya sadakat görülmez.

Hiç kimse davadan daha önemli değildir.

Hiç kimse vazgeçilmez değildir.

Ne yaptığımızı, neyi amaçladığımızı, nereye varmak istediğimizi dar ufkuyla, güdük aklıyla, çürük ahlakıyla sorgulayıp demagoji ve dedikodu çarkında dönenler yoldan çıkıp yolunu şaşıranlardır.

Şunu bilmenizi isterim ki, yoldan çıkan davanın önünde engeldir.

“Ben” diyenler, sinsi plan ve tasarım yapanlar samimiyetsizliğin emir eridir.

Dava insanı akıldan önce adanmış bir yüreğe ihtiyaç duyacaktır.

Milli şairimiz M.Akif ERSOY ne de güzel söylemiş;
“-Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum 
başka yol.”

Yeri gelmişken her daim söylediğimiz gibi:

VEFA;
Yangın varken seçtiğindir. Söndükten sonra seçsen ne yazar, vazgeçsen ne yazar.

Her seher vaktinde duamız odur ki;
Hak etmeyeni sevdirme bize Yarabbi..!

Hz.Pir Mesnevi’de der ki:
“Köpeği köpeklikten çıkartıp insana dost yapan ‘sadakat ve vefa’ dır. İnsanı insanlıktan çıkartıp köpekten daha aşağı yapanda sadakatsizlik ve vefasızlıktır.”

Vefa, bizim için yalnızca İstanbul’daki bir semtin veya bir faninin adı değildir.

Vefa adam olmaktır, ahlaklı olmaktır, mertliktir, iman ve vicdan alametidir.

Dava ve ülkü arkadaşlarımıza karşı bitmeyecek bir vefamız, eksilmeyecek bir muhabbetimiz vardır.

Türk töresinde kadim dosta kötü söz söylemek yoktur. Hele hele geçmişte şanlı bir mazi varsa:

Yıl 1978…Sabah Dil-tarih’in kantinine geldi. Baktım ayağı sarılı ve terlikli. Kurşun yarası ve hala bugün bile kurşun ayağında.!

Dedim;
“-Eve git…İstirahat et Semih Gardaşım daha yaralısın…
-Kurşun hala ayağında” dedim.

Dedi;
“-Ali Başkanım…Bugün DEV-GENÇ’Lİ komünistler ve DDKD’lı bölücüler çok kalabalık geldiler. Dil-tarih’deki ülküdaşlarımı yalnız bırakamam. Bunu benden isteme.!”

Hadi buyur….
Gel de bu yiğit (yiğido) Sivaslı delikanlıyı sevme…Zaten ben Ankara’da olaylardan kaçan YİĞİDO görmedim…Ne karanlık sokaklarda ne aydınlık geniş meydanlarda ne de Taş Medrese de.!

“Adana tabiri” diye bir şey var. Onlardan biri de sevdiğimiz insana “ALLAHINA GURBAN GARDAŞ” dememiz.

Öyle yapmacık sevgiler, göstermelik saygılar pek tutmaz Adanalının yüreğinde. Adana insanı sevdi mi “yürekten sever”.

Yürek başka birşey. Popüler kültürün dayatmalarını pek göremezsiniz onlarda.

Üç Hilal ve Bozkurt sevdalı 16 tarih kitabı yazarı Prof.Dr. Semih Yalçın Hoca…Yüksek lisans yapan gençleri başkaları gibi cemaat tipli mıymıntı ve sinsi gençlerden değil civan ülkücü gençlerden seçerdi.

Samimi konuşmalarını tarihi olaylarla bağlantı kurarak ders niteliğindeki “hoş sohbetiyle” meclisinde bulunanları kendi Sivaslı olmasına rağmen bizim sıcak “Akdeniz iklimine” çeken taş medreseli gazi ülküdaşım, aynı zamanda gençlik yıllarından beri teşkilatçı ve demokrat bir kişiliktir.

Bugün eğer Keçiören milliyetçi insanların yaşadığı güzel bir beldeyse bunda rahmetli şehidimiz Alper Tunga Uytun, Ertuğrul Alparslan ve Semih Yalçın gibi ülküdaşlarımın çok büyük katkısının olduğunu o dönemin Ankara Ocağı yöneticisi olarak “yakınen” bilmekteyim. Rabbim bu civanyiğitlerden razı olsun.

-Kavga yıllarımızdan beri davasından, çizgisinden hiç sapmayan, 
-Günümüz DIRAR MESCİDİ’NİN fitne, münafıklarına her daim haddini bildiren, 
-Lider Devlet Bey’e olan “gönülden bağlılığı” özellikle Fetöcülerin ve bölücü hainlerin tepkisini çekmekte.

Ocak’tan yetişme…Üç Hilal sevdalısı yavrusunu toprağa verdikten hemen sonra teşkilattaki görevine başlayan değerli  kardeşimi her daim sevgi ile kucaklıyorum.

Türk’ün karargahında görevli tüm ülküdaşlarımın Cenab-ı Allah yar ve yardımcısı olsun inşallah...

FETÖ ve PKK gibi gerçek  düşmanlarıyla kavgaya korkan İP’sizler kadim dostlarını düşman yaparlar ve ne yazık ki onlarla kavga eder duruma gelirler.!

Bakın...Niyazî-i Mısrî kimlerle anlaşabileceğimizi çok güzel ifade etmiş;

“Dünyaya muhabbet ve rağbet edenler bizi anlayamazlar...Bizi 
ancak Allah’a aşık olanlar anlayabilir..”

Mesnevi’de Hz. Mevlana der ki;

“Kötü havalarda insan dosta aç olur, 
Bir araya gelse dost dosta ilaç olur, 
Bahçede tek gül bir şeye benzemez, 
Öbek öbek olduğunda bahara taç olur.”

Rahmetli Hocamız Prof.Dr. Necmettin Hacıeminoğlu’nun dediği gibi:
“-Kimse bizi zorla veya türlü vaadlerle Ülkücü yapmadı…Kendimiz inanarak ve koşarak bu yolu tuttuk ”

Ülkü Ocakları…Mazinin iftihar edilecek övüncünü atiye taşıyan kutlu bir kervanı menzile ulaştırmaya ant içmiş vatansever evlatlarının ilk göz ağrısı, ilk sevdası, ilk mekanıdır.

Her zaman devletin bekasını, milletin birliğini hep esas almış bir siyasi teşkilat olmuştur.

Bu amaçla milli değerleri benimsemiş bir gençlik yetiştirmeyi hep ön planda tutmuştur. Bunda da başarılı olunmuştur.

Ülkü Ocakları…
Bu ülkenin ve ülkücü hareketin mihenk taşıdır, vatanın teminatı ve Allah’ın izniyle yıkılmaz son kalesidir.

Dündar TAŞER büyüğümüzün dediği gibi;

“Ülkücülerin kanaatları sağlam, imanları bütün, fikirleri berraktır. Serttirler ama odun gibi değil elmas gibi pırıl pırıl.”

Bu dualı,şühedalı kutlu ocaktan yetişmeyenler bizi anlayamazlar.

“Delinse yer çökse gök, yansa kül olsa dört yan.
Yüce dileğe doğru yürürüz yine yayan” diye marş söylerken laf olsun diye söylemiyorduk.

1976-80 yılları arasında yüksek öğrenim gördüğüm Dil-tarih’ten mezun olduğumda çıkışımı alıp, bahçede ihtişamlı binasına bakınca bu 4 yılın; ne mücadelesini anlatabilmek mümkün ne de sevdasını..

Ankara’ya ara sıra gittiğimde bu tarihi okulun önünden geçerken, ona bakarken “kavga yıllarımızın” sevdası da, insani korkusu da  yüreğimizde kalırken  Sıhhiye’nin kaldırımında yürüyen insanların görmesini istemediğim iki damla gözyaşı irademin dışında gözümden aşağıya doğru süzülüyor...

İşte bu güzel duygular ki her yıl düzenlenen DTCF buluşmalarında benim ülküdaşlarım birbirlerini hasretle kucaklarken çocukluğumun Adana-Taşköprü yakınlarında karayoluyla gelen Hacıların yakınları ile kavuşmalarındaki kucaklaşmalar gelir hep aklıma..

Hani...Uşşak Makamında güzel bir Türk Sanat Müziği şarkısı var ya;
“Her günüm mazide kalmış günlerimden gün arar..!”

Çok şükür ki Türkiye Cumhuriyetimizin temel taşlarından birisi olan A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde okumuşuz..

Çok şükür ki DTCF’nin sosyal tarihinin en önemli (12 Eylül öncesi/1976-80) dönemlerinden birisine tanık olmuşuz...

Çok şükür ki Anadolu’muzun, Türk Milletinin güzel gençleriyle aynı dönemi yaşamışız.

12 Eylül öncesi kavgamızın şehri Ankara’yı bölücü DDKD’ye (Bugünkü PKK) hainlere dar eden DTCF’li ülküdaşlarıma Meram Bağlarından SELAM OLSUN.

Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER
 

2 Şubat 2025
Taş Medreseli
Tarih Öğretmeni
Ali KUZENCİK

YAZARLAR