21. yüzyılın en temel gerçeklerinden biri, tehditlerin sınır tanımadığı bir dünyada yaşadığımızdır. Pandemiler, iklim değişikliği, yapay zekâ kaynaklı güvenlik açıkları, siber saldırılar ve gıda krizleri gibi sorunlar yalnızca bir ülkeye özgü değil; insanlığın tümünü ilgilendiren küresel krizlerdir. Bu krizler karşısında Yuval Noah Harari gibi düşünürler, milliyetçiliğin çözüm üretme kapasitesini sorgulamakta ve küresel iş birliğini önermektedir. Ancak bu yaklaşım, zaman zaman bir kimliksizleşme çağrısı gibi algılanmakta, milliyetçilik kavramına karşı örtük bir düşmanlık içerdiği yönünde eleştirilere neden olmaktadır.
Bu yazı, küresel iş birliği ihtiyacı ile ulusal kimlik ve milliyetçilik arasındaki dengeyi kurmayı amaçlamakta; “kimliğini bırak da gel” çağrısı yerine, “kimliğinle katkı sun” anlayışını temel almaktadır.
Küresel İş Birliği, Kimliksizleşmeyi mi Dayatıyor?
Küresel iş birliği çağrıları, temel insan hakları, çevresel sürdürülebilirlik ve bilimsel dayanışma gibi evrensel değerler etrafında şekillenir. Ancak bu söylem, yerel ve kültürel aidiyetlerin bastırılmasını ima edecek biçimde sunulduğunda, haklı bir dirençle karşılaşır. Çünkü ulusal kimlikler, yalnızca birer siyasi form değil; tarihsel hafızanın, toplumsal dayanışmanın ve bireysel aidiyetin taşıyıcılarıdır.
Küresel kimlik fikri, kapsayıcı bir zeminde sunulduğunda değerli olabilir. Ancak bu anlayış, bireyleri ya da toplumları kendi geçmişlerinden, dillerinden, inançlarından ve millet aidiyetlerinden soyutlayarak gerçekleşemez. İş birliği, çok katmanlı kimliklere saygı temelinde kurulmalıdır.
Milliyetçilik: Sorun mu, Kaynak mı?
Tarihsel olarak milliyetçilik, etnik merkezli dışlayıcı bir söylem olarak da ortaya çıkabilir; ancak kültürel ve sosyal bağlamda şekillenen milliyetçilik -Türkiye örneğinde olan Türk milliyetçiliği- gibi, toplumları bir arada tutan ve kriz anlarında harekete geçmelerini sağlayan bir dinamiktir. Kültürel milliyetçilik, toplumsal seferberliğe güç katar, ortak değerleri diri tutar ve uluslararası platformlarda saygınlık sağlar.
Milliyetçiliği toptan bir reddediş değil; onu tarihsel bağlamda değerlendirerek sağlıklı bir formda yaşatmak gerekir. Küresel krizler karşısında çözüm, “milliyetçiliği silmek” değil, “milliyetçiliği evrensel sorumlulukla dengelemektir.”
Ulus-Devletin Krizlerdeki Rolü
Pandemide olduğu gibi, felaket anlarında ulus-devletin yapısı, organizasyonu ve vatandaşlarına karşı yükümlülükleri ön plana çıkar. Bu süreçlerde eleştirilen şey, ulus-devletin varlığı değil; dar görüşlü, içe kapanmacı ve paylaşımı reddeden yönetim tarzlarıdır. Aksi halde, ulus-devlet olmadan, kamusal sorumluluk ve sosyal dayanışma ağları da ayakta kalamaz.
Kimlikli İş Birliği Mümkün Mü?
Evet, mümkündür. İnsanlık aynı anda hem ulusal hem küresel olabilir. Türk, Arap, Fransız, Japon ya da Nijeryalı olmak; aynı zamanda insanlığa karşı sorumluluk duymakla çelişmez. Kültürler arasında köprüler kurmak, kimliklerden vazgeçmeyi değil, onları tanımayı gerektirir. Dolayısıyla küresel iş birliği ancak kimlikleri bastırmayan, onları tanıyan ve birlikte yaşatma iradesi taşıyan bir zeminle mümkündür.
Sonuç: Kimliğinle Var Ol, İnsanlıkla Yol Al
Küresel krizlerle mücadelede başarı, sadece iş birliği çağrısında değil, bu çağrının nasıl yapıldığında gizlidir. “Birlikte çözebiliriz” diyen bir ses, “önce sen kimliğinden vazgeç” dediği anda meşruiyetini kaybeder. İnsanlık, birlikte hareket etmeli; ama bu birlikte hareket, kendi olabilme hakkını bastırmamalıdır.
Kimliğinle var ol.
İnsanlıkla yol al.
Birlik, ben olmadan biz olunamayacağını bilenlerin işidir.
3 Mayıs Türkçülük Günü’ne Not
Bugün, 3 Mayıs Türkçülük Günü.
Bu anlamlı günde, milletimizi yaşatan değerleri ve kökleri hatırlarken, aynı zamanda evrensel sorumluluğumuzu da unutmuyoruz.
Kısa ve öz, açık ve net:
Kökü mazide, yönü istikbale olan bir millet hem kendiyle barışık hem insanlıkla omuz omuzadır.
Dr. Oğuz POYRAZOĞLU, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi