Ciddi ve nitelikli soru sormayı başarmak alınacak cevaptan daha değerlidir.
Benimki de hayal işte....
Uykusuz gecelerde, rüyasız kalıyorum... Rüya görmek güzeldir... Hayal etmek de öyle...Hayal ederek, hayal kurarak geçen zaman içinde ciddi bir fikri olgunluk yaşamak da mümkündür. Ham hayal değildir elbette bizim aklımızdan geçenler... Okurken, yazarken, çalışırken, gezerken, dinlenip uyurken bile düşünmek birşeyler yapmak için hazırlıktır hayal kurmak. Bizimkisi bir edebî eser, ilmi bir makale yazmak yahut okudukça açılan pencerelerden bakıp daha çok şey görme arzusundan, meraktan ve tazelenmekten başka bir şey değildir...
Bütün keşifler, icatlar/buluşlar hayal ile başlayıp düşünerek ve yalnızca çalışarak gerçekleşmiştir. Yan gelip yatarken yalnızca daldan elma düşer... Onu da "Newton niye aşağı düşüyor bu elma?" dedi.... Dalından kopunca yan tarafa, yukarı değil de neden yere düşüyor sorusunu sorabilmek ve daha önemlisi cevabını bulmak ayrı bir zekâ, marifet, ilim gerektirir. Biri de çıkıp yer çekimi değil, "gök itimi" var diyebilir. Haksız da sayılmaz belki de. Aksi ispat edilene kadar Newton haklı.
Herşeyin temelinde doğru soruyu sorabilmekte yatıyor. Keşfin, icadın/buluşun temelinde doğru soruya doğru cevap bulabilmek vardır...
Mesleğimiz gereği binlerce soru sorduk öğrencimize, bir o kadar da soruya muhatap olduk. Öncelikle biz sorularımızı öğrenciyi sınamak, terletmek, otorite sağlamak için değil; kendimizi ölçmek için sorarız. "Neleri öğretebilmişim, neleri yeterince anlatamamışım acaba?" demeden olmaz bu iş. Sorgu hâkimi ya da savcı bile mevzu dışında soru sormaz, buna hakkı olmadığını bilir işinin ehli olanlar.
Mevzu dışına doğru ilerlerken aklıma geldi de anlatmadan edemedim....
Kendi milletinin milli, manevi ve insanî değerlerine yabancı kalan, her şeye Fransız olan, câhiller için mizahla dahi izah edilemez bazı durumlar gündemde çokça yer alıyor.
Her işi ehlinden öğrenmek esastır değil mi?
Meselâ, "Hocam, bahsettiğiniz hadis-i şerifler Kur'an'ın neresinde var?"
Bu soru çok cahilce ama maalesef sözde aydın(!) birine aittir...
"Dünyada saat kaç acaba?" sorusu dilbilgisi açısından doğru ama mantık olarak yanlış bir soru olduğundan cevabı imkansızdır. Sanki Mars'ta sohbet ediyoruz. O halde dahi soru mantıklı sayılmaz.
Başka bir yerde tanışma ve sohbet esnasında:
-Bişkek Türkmenistan'ın başkentiydi yanılmıyorsam, değil mi Muhittin Bey?
- Hayır Beyefendi!...
-O Kazakistan'ındı tabii...
- Değil, Beyefendi... Bişkek, Kırgızistan'ın başkentidir...
- Şey... Kafam karıştı yahu... Pekin'den dönerken gitmiştim şeye...Adını sen söyle... Taşkent'te bir kez bulundum. Semerkand'a da gittim... Uluğ Bey'in Rasathanesi'ne iyi bakmış Türkistanlılar...
Allah'tan Lenin, Stalin veya Ruslar demedi...
.....
Yukarıdaki diyalog 1999 yılında Ankara'da bir kurumun başındaki üst düzey bürokratla geçti aramızda. Zoraki bir ziyaretten kalan hatıra(!) bu. Hangi kurum olduğunu öğrenseniz küçük dilinizi yutarsınız.
Sorsa öğrenecek ama illa bildiğini de gösterecek ya hani...
Zürich, Cenevre ve Paris'teki gezdiği restoranları da pek iyi biliyordu... Fransızcasının da çok iyi olduğunu çaktırmadan hissettirdi bize.... Sohbetinden anladığım kadarıyla Anadolu'da Ankara'nın doğusuna pek de gitmişliği yok(muş)... Çünkü yönü Batı'ya dönüktü yüce (!) bürokratımızın... Öyle büyük ilim irfan sahibi olması gerekmiyordu... Hukuk ve kanunlar çerçevesinde değil de özel militarist talimatlara uygun olarak emirleri yerine getirmek yeterliydi... Aklı ve iradesi vesayet altında iken düşünmeye, hayâl etmeye hatta üretmeye ne gerek vardı ki?... Hâlinden memnun bir halde piposunu balkonda tüttürmeye devam ediyordu biz ayrılırken...
Tanrı Dağları'ndan selamlar
14.01.2025
Muhittin Gümüş