O MAKAMLARA “DERMANINI BİLEN GELSİN” Kİ…NAZLI ÜÇ HİLAL MAHSUN KALMASIN…
TEŞKİLATLAR…MESTAN HAMAMI’NIN “DEDİKODU YAPILAN GÖBEK TAŞI BÖLÜMÜ” DEĞİLDİR!
YANGIN VARKEN…”TÜRBE ÖNÜNDE FATİHA OKUYAN TULUMBACILARA”
NE ÇOK BENZİYORSUNUZ EFENDİLER!
Osmanlı’nın itfaiye görevlileri olan TULUMBACILAR, yangınlarıyla meşhur İstanbul’un yangın söndürme umuduydu.
III. Ahmed zamanında kurulan tulumbacılar, sırtlarında tulumbalarıyla naralar atarak yangına koşardı.
Evlerin umumiyetle ahşap olduğu İstanbul’da bir evde çıkan yangın, bir mahalleyi kısa zamanda yok edebilirdi.
Yangınlardan anında haberdar olabilmek için, o vakitler İstanbul’un en yüksek iki binası olan Galata Kulesi ve Beyazıt Yangın Kulesi kullanılırdı.
İşin trajikomik yanı ise, gözetleme kulesi olarak kullanılan Galata Kulesi’nin bile defalarca yanmasıdır…
Yangına en çabuk şekilde müdahale etmek tulumbacıların bacaklarındaki kuvvete bağlı olduğundan, çoğu zaman onlar yangın yerine ulaşana kadar iş işten geçmiş olurdu.
Fotoğrafta paçalarının sıvalı olması dikkat çekici. Bunun sebebi basit: yangında paçaları tutuşmaması için, “BALDIRI ÇIPLAK” dolaşırlardı.
TULUMBACILAR…
Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasıyla bu ocak da lağvedildi. Yerine yarı askeri bir İtfaiye Teşkilatı kuruldu.
Tulumbacılık mesleğinde asıl olan söz dili değil, hal dilidir.! Konuşmaktan çok yaşamaktır.
Bu yüzden deriz ki;
Beheyy Tulumbacı Ağalar..
Üsküdar’da yangına giderken her türbe önünde durup FATİHA OKUNMAZ!
Çünkü Üsküdar’ın her tarafı türbe/tekke…Önce mahallede ki yangını söndürün!
Hz.Pir’de Mesnevi’sinde der ki;
“Ey Can...Önce farenin şerrini def’et,
Sonra buğday biriktirmeğe çalış, çabala.!”
Ve Hz. Pir devam eder;
“Su geminin içine girerse onu batırır,
Altında bulunursa onu yüzdürür.”
Bizde deriz ki;
-Sadık kullar geminin içini su ile doldurmaz,
-Camdan yapılan evini taşlamaz,
-Ambara musallat olan fareleri def eder.
Çünkü VEFA;
-Yangın varken seçtiğindir...
-Söndükten sonra seçsen ne yazar, vazgeçsen ne yazar...
SADAKAT…Sevginin muhabbetin mayasıdır. Fikri mayası bozuk olanın sevgisi şaibelidir, çökmüştür.
Bazı at hırsızı tipli medya maymunları tarafından lidere, şühedalı kutlu davaya bağlı has evlatlara, değerlerimize DIRAR Mescidi’nin fitne, münafık cemaatinin bile aklına gelmeyen her türlü iğrenç iftira hakaret ediliyor Devlet Bey’in yanında poz verenlerden ses-seda yok.
Mahallede yangın varken türbe önünde fatiha okuyan tulumbacılara ne çok benziyorsunuz efendiler.
Ancak… İmanın en zayıf davranışı olan “kalben buğz” etmeyi tercih ediyorlar.
Vah ki vah.!
Bu kutlu hareket artık “içe dönük” tartışmalardan bıktı. Bir duruşu olmalı insanın.! Bir bakışı, bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı.
Hz. Pir Mesnevi’de der ki;
“İKİ ŞEY MÜHİMDİR…
*Birincisi Okyanus gibi bol
HAYSİYET,
*İkincisi elif gibi dimdik
ŞAHSİYET.!”
MHP her zaman devletin bekasını, milletin birliğini hep esas almış bir siyasi parti olmuştur. Bu amaçla milli değerleri benimsemiş bir gençlik yetiştirmeyi hep ön planda tutmuştur. Bunda da başarılı olunmuştur.
Teşkilatlar... Küçük Saat’taki MESTAN HAMAMI’nın “dedikodu yapılan göbektaşı bölümü” değildir.! Yani “dedikodu üretme merkezi” değil.!
Turan Coğrafyasının yegane ümidi olan Üç Hilalli MHP ve Devlet Bey bizim için sadece siyasi bir parti ve genel başkan değildir.! Onun çoook ötesinde bir anlamı ve vazgeçilmezlik ruhu vardır.
Çünkü bu kutlu hareket Türk Milletinin sigortası ve erken uyarı sistemidir. Yarım asırdır hep HAKLI çıkan kutlu harekettir.
DEVLET BEY’E “sadakat naraları” arkasına sığınarak Sevgili Peygamberimizin “Ebu Fasık” adını verdiği fitne, münafık EBU AMİR rolüne soyunanlarıda Ülkü Ocakları’nda yetişen ve Aziz Türk Milletinin “erken uyarı” sistemi olan ülküdaşlarımla birlikte üzülerek izliyoruz.
Bunlardan dava adamı olmaz.
Çünkü dava adamı;
“SOFRAYA YÜRÜR GİBİ SEHPAYA YÜRÜR”
Her zaman dediğimiz gibi; ucuz insanların üzerine kurulan hayaller kişiye-kuruma-teşkilata ve devlete pahalıya patlar.!
Yine deriz ki…Değer yargısı olmayanlara değer yüklemenin suçlusu bizleriz.
Üç Hilal sevdalısı olarak bu durumdan BİZÂREM…ŞİKAYETÇİYEM.
Olaylar karşısında evinin camını taşlayanlara “kalben buğz” eden imanın en zayıf noktasını tercih etmiyeceksin!
Taşıyorsan bir sıfat, oturuyorsan bir koltukta ölümüne mücadele edeceksin.
Çünkü içinde bulunduğunuz kutlu hareketin adı üstünde Milliyetçi Hareket.
Konya’da tarihi Üçler ve Musalla mezarlıkları “BEN GİDERSEM BURASI BATAR.!” diyerek…Bolkepçe Arapoğlu lokantasının caddeye bakan vitrinindeki PİŞMİŞ KELLELER gibi sırıtmıyacaksın!
Derdini anlatmaya gelen vatandaşa SAKYATAN TANASI GİBİ BÖN-BÖN BAKMAYACAKSIN!
Derdine derman olacaksın!
O MAKAMLARA DERMANINI BİLEN GELSİN.!
Yoksaaa…BİR MOLLA KASIM GELİR HESAP SORAR!
Kibir, gurur abidesi olursa “ferasetine” candan inandığım bu aziz millet sizi “alaşağı” eder ve bir dalışta paçandan tutar bereketli topraklarda yere vurur!
Bedestende dükkan açacaksan yüzün gülecek…Gülmüyorsa gülen bir ortak bulacaksın!
Yıllar önce Ocak ve Partiden verilen isim listesiyle asistan olarak girdiğin fakültede Doçent-Profesör-Dekan-Rektör olduğunda ZANGOÇ RUHLU VATANSIZ FETÖ’CÜ GENÇLERİ kendine asistan almayacaksın!
KARAYAĞIZ Anadolu çocuğu olan ülkücü gençlere de fırsat eşitliği tanıyacaksın ve….
-Yattığı toprağı bilen,
-Tuttuğu bayrağı bilen,
-Döndüğü kıbleyi bilen,
-Ülkenin “erken uyarı” sistemi olan çalışkan ülkücü gençleri seçeceksin efendi!
Yoksa o makama gelmiyeceksin!
Öyle Diyanet takviminin arkasını okumakla…Ülema, hoca, Şeyhül-İslam Ebu Suud Efendi olunmaz.!
Her sene Konya’ya Şeb-i Arus törenlerine gelmekle Mevlana uzmanı olduğunu iddaa etmiyeceksin!
Yoksa…”Dondurucu” iklim şartlarından dolayı pamuğun yetişmediği Sivas’da “Hallaç” dükkanından aldığı bir kilo pamuğu paketleyip Bab-ı Ali’ye gönderen ve takdirname alan Sivas Valisi: YALANCI İZZET PAŞA’ya benzemiş olursunuz!
Rahmetli Karakoç’un dediği gibi;
Onlar "dâvâ" derler, dâvâyı satarlar,
Toprak tükenirse havayı satarlar,
Mecnun hâllerine bakıp aldanmayın,
Menfaat görünce Leyla'yı satarlar!
Biz rahmetli Karakoç gibi “şair-yazar” değiliz.Biz sadece yaşadıklarımızı ve tecrübemizi kaleme alırız.
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurulan milli şairimiz M.Akif ERSOY der ki;
“Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim,
İnan ki her ne demişsem görüpte söylemişim.!”
Yaşanmışlıklarımı, içimden geleni “duygusal” bir şekilde dökmeye çalışıyorum.
Ankara’daki kadim ülküdaşlarımın uzun telefon sohbetlerinde söyledikleri gibi biz öyle usta bir yazar filan değiliz..
Biz...
Duygu düşüncelerimizi, diğer insanların fikrini değiştirecek diye paylaşmayız.
Biz...
Duygu ve düşüncelerimizi, bizim gibi düşünen insanlarla yalnız olmadıklarını bilmeleri için paylaşırız.
Yazıyı şiir diliyle yazmak muradımızdır. Ancak edebi yazmak kolay değil…Kolay olsa herkes yazardı. Gıpta ettiğimiz onca kâmil insan, sadece sohbetle yetindiler, milleti onca bilgiden mahrum edip gittiler.
Bu tavır, genellikle tevazudan kaynaklansa da, kanaatimce yazma alışkanlığının kazanılmamış olmasına da bağlıdır.
Yazmak küçük yaşta öğrenilen ve yazarak geliştirilen bir durumdur.
-Kalemi gönlüne bandırarak,
-Beynine batırarak bilgiyi damıtmak sancılı bir süreçtir.
Zamanla kalemle gönül birbirine öylesine yakınlaşır ki, ikisini birbirinden ayırmak mümkün olmaz. "Üslûb-ı beyan ayniyle insan" sözü bunun için söylemiştir.
Kalemi ile beyni arasında uçurum olanların söylediklerinde insicam/
“dilde akıcılık” olmaz!
-Okurken sıkılırsınız.
-Sanki yokuş çıkmakta zorlanır gibi, ıkınır gibi olursunuz,
-Kendinizi, nadasa bırakılmış dikenli tarlada yürürken bulursunuz.
Olgun insanlar;
-Yazarken şov yapmazlar,
-Bilgiçlik taslamazlar, bize göz hizamızdan bakarlar, tepeden bakmazlar.
-Yazmıyormuş gibi yazarlar, söylemiyormuş gibi söylerler.
-Kulağımıza mı söylerler, yoksa içimizin içinden, sanki bildiğimiz şeyleri hatırlatır gibi mi yaparlar bilemeyiz.
-Onları öylesine yakınımızda hissederiz.
Belki de sehl-i mümteni dedikleri budur/özlü söz söyleme sanatı. Bu tür sözler, derin anlamlıdır. Ne eksik, ne fazla. Dere suyu gibi arı duru, şırıl şırıl. Her şey yerli yerince.
Kutlu bir mücadele esnasında, nefesi kesilenler, nefsine esir düşenler, dünyevi menfaatlere yenilenler çıkmıştır, bundan sonra da çıkmaları muhtemeldir.
Hesap yapanlarla hasbi davrananları, davanın omuzuna basanlarla davayı omuzlayanları tarif ve tefrik etmek zorunludur, mümkündür, elbette tecrübeyle sabittir.
-Büyük işler cesaret ve kararlılık ister. Yüce düşünenler büyük davalara ve ülküdaşlarına liderlik ederler.
-Mıymıntı, korkak, pısırık insanlar bu kutlu davanın adamı olamazlar.
-Bu şühedalı mübarek dava yürekli cesur insanlarla büyür ve yürür.
Dava ve ülkü arkadaşlarımıza karşı bitmeyecek bir vefamız, eksilmeyecek bir muhabbetimiz vardır.
Meram Bağları’ndan;
SEVGİLER
28 Haziran 2025
Taş Medreseli
Tarih Öğretmeni
Ali KUZENCİK