Muhittin GÜMÜŞ / TANRI DAĞLARI'NDAN

Tarih: 27.12.2024 10:16

Okuma aşkı

Facebook Twitter Linked-in

Yıl 1971
Okumak ve anlamak... 

Okuduğunu anlamak... 

Anlamak için okumak... 

Anlayabilecek kadar okumayı becermek... 

Okuma anlama... 

Ne derseniz deyin... Netice itibariyle Allah'ın ilk emri "Oku!". Yaratan Rabbinin adıyla oku! diye emretmiş O.

Okumak küçük yaşlardan başlar tabii. İlim tahsil etmek manasındaki okumak her kadın ve erkeğe farz iken o tahsil edilecek ilmin temeli de okuma yazmayı öğrenmeyle başlar. 

Çocuklar eskiden ilkokulda okumayı öğrenince ailesi ve çevresi tarafından takdir edilir ve "Okumayı söktün, aferin sana " derlerdi. Bugünkü gibi abartılı ödüller de verilmezdi, öğrenci çocuk da öyle bir beklenti içinde olmazdı.  

Okulda öğretmenden övgü/ takdir gören çocuk okudukça anlama, anladıkça okuma hazzına ulaşırdı. Hâlâ öyle midir, bilmiyorum. Okumayı öğrenen çocuk için artık, gözünün iliştiği her yazıyı okumaya gayreti vardır. Okumayı beceren çocuk için daha güzel yazılar, okudukça haz duyulacak kitaplar gereklidir. 

İlk okumayı öğrendiğimi/becerdiğimi bugünkü gibi hatırlıyorum. 1971 yılının Kasım ayının sonlarındaydı galiba. Kurban Bayramında hastalanmıştım.

Bir kaç gün okula gidememiştim. kendimi iyi hissettiğim bir anda hasta yatağımdan kalkıp okul önlüğümü giydim, çantamı aldım ve okula gitmek için evden çıktım. Fakat bir kaç komşunun penceresinden gaz lambalarının yandığını gördüm ama bir anlam veremedim. Ben  vaktin sabah olduğunu zannederken aslında akşam olduğunu, havanın karardığını, çevrede okula gitmek için yola çıkan hiç bir çocuğun olmaması da umurumda değildi sanki. 

Okula gidememek, okuldan uzak kalmak hiç de hoş bir şey değildi benim için. Okul yoluna çıktığımda inekleri sağmış, elinde süt bakracı ile gelen annemin " Yavrum bugün cumartesi okul yok ve aynı zamanda akşam oldu. Nereye gidiyorsun?" demesiyle  birlikte hemen anneme cevaben - Öğretmene gitsem, evinde bana ders verse olmaz mı? dediğimde annemin gülümseyerek elindeki süt bakracını bırakıp beni sımsıkı kucaklaması hâlâ özlediğim bir andır ve ömür boyu özleyeceğimi hissediyorum. 

Oğlum, öğretmen Amasya'ya maaşını almaya gitti, belki yarın gelir, öbür gün de zaten pazartesi okula gidersin dedi ve hüzünlü bir halde  eve döndüm. Pazartesi günü erkenden okula gittiğimde henüz okula gelen olmamıştı. Bana her gün eşlik eden sınıf arkadaşım Şükrü ile bizi her zaman koruyan kollayan ve o yıl 5.sınıf öğrencisi amcaoğlu Ahmet Efendi Gümüş ağabeyimiz de de yoktu yanımda. 

Okulun önünde uzun bekleyişten sonra soğuk kış günü elinde eldiveni, ayağında çorabı olmayan lastik ayakkabılı çocuklar ağlayarak geliyordu okula İstiklal marşını okuyup içeri girdik ve sınıfta andımızı okuduktan sonra öğretmenimiz bayramın nasıl geçtiğini ve neler yaptığımızı sordu. Konuşmalar, cevaplar vs... derken Bayramdan önce kendi kendime okumayı başardığımın farkında olduğum için bunu öğretmenim de bilsin diye istiyordum, ama bunu nasıl söyleyecektim. Tam da duvardaki okuma fişlerini tekrar etmek üzere olan öğretmenim bana dönerek "Sen ne yaptın bayramda? diye sorunca, heyecanla " 5 gün hasta yattım, sonra "Kaşağı adlı hikâyeyi okudum öğretmenim" dedim. "Gel bakalım, şu kitaptan da oku da göreyim" dedi.

Yerimden kalktığımda dizlerimin bağı çözülmüştü âdeta. Öğretmenimin masasındaki kitaptaki metni hece hece okumaya başladım, kısık bir sesle utanarak okuduğum metni doğru okudukça sesim yükseliyor, kalbim daha hızlı atıyordu. 

 

Öğretmenim İrfan Güler'in mesleğinin ilk yılında okumayı ilk beceren öğrencisi olmam onu da heyecanlandırmış olmalı ki, "Aferin oğlum, aferin oğlum!" dedikçe hedefe ulaşmak üzere olan tay gibiydim. Bittiğinde şakaklarımdan akan terleri silmekle meşguldüm. O motivasyonla birleştirilmiş sınıfımızda 2. sınıf öğrencilerinin elinde bulunan kitapları okuma arzusu belirdi bende.  Bir kaç hafta içinde Aralık ayının sonuna kadar okumayı beceren çocukların sayısı artıyordu, aralarında da yarış bile başlamıştı. 
Sınıfın duvarındaki Saatli Maarif Takviminin sayfaları artık bitmişti ve geriye kartonu kalmıştı. Öğretmenimiz,  üzerinde III. Ahmet Çeşmesinin renkli fotoğrafının bulunduğu takvim kartonunu aldı ve "bunu Muhittin'e ödül olarak veriyorum" demesiyle içimde oluşan çocuksu derin hissiyatı anlatmaya kelimeler yetmez. 80 haneli ve elektriği olmayan, okulu henüz bir yıl önce inşa edilmiş, yolları kışın bir kaç kapalı kalan bir Anadolu köyünün ilkokulunda öğretmeninden renkli takvim kartonunu hediye olarak almak ayrıcalıktı, hem de çok büyük ayrıcalıktı. Şimdiki çocukları çok pahalı hediyelerle bile memnun edemediğimizi düşündüğümüzde beni anlamak kolay mı, zor mu bilemiyorum. Takdir sizin.
Bendeki okuma sevgisi yavaş yavaş okuma aşkına dönüştü. Önce öğrenmeye ardından, beceri ve başarı kazanmaya başlayınca 15 tatil diye bildiğimiz yarı yıl tatilinde şehirden gelecek Hasan ağabeyimin ve dayılarımın kitaplarını okuma hayaliyle gün saymaya başladım. Okulumuzda ders kitapları dışında okuyabileceğim sadece kilitli dolapta kilitli halde korunan yalnızca 4 ve 5 sınıflar için hazırlanmış  çok kalın Fen ve Tabiat Ansiklopedisi vardı. Ondan daha kalın kitap görmemiştik zaten. 
Beklediğimiz tatil geldi çattı, kış ortasında ilk karnelerimizi aldık. 1 lira olan karne parasını zar zor ödeyenler de vardı tabii, belki ödeyemeyen çocuklar bile vardı desem yalan olmaz.  Karneyle birlikte sevinçle eve döndüğümde annem bir sini börek pişirerek beni ödüllendiriyordu. (Şimdikiler lüks restorana, hamburgerciye, pizzacıya götür beni babaaa derler. Güzelim zengin Türk mutfağının yemeklerini, kebapları, pideleri beğenmezler) Tatilin ikinci günü Amasya'da okuyan Hasan ağabeyim ve dayılarım her zamanki gibi kış günü yollar kapalı olduğu için yürüyerek geldiler. Şehirden gelen herkesten beklenenler genellikle boyalı şeker iken, benim beklediğim ise kitaplardı.  Ortaokul ve lise kitaplarını okuyup okuyamadığımı, okuduğumda anlayıp anlayamayacağımı denemek istiyordum.  Fen ve Tabiat Bilgisi kitabındaki hayvan resimleri, dayımın Tarih kitabındaki padişah resimleri pek etkileyici gelmişti bana. Resimlere olan ilgiden sonra artık kitapları okumaya geçmeliydim.  Babam da her zaman olduğu gibi tatillerde bizimle birlikte olmaya gayret ederdi. İnşaatlarda kışın çalışmak zaten zor olduğu için eve gelir, uzun süre kalırdı, diğer zamanlarda böyle bir imkanı ve fırsatı olmazdı. Akşamları bize hikâyeler, masallar, fıkralar anlatırdı. Kimi zaman gece yarısına kadar bulmaca çözer, komşu ve akraba çocuklar arasında  okuma ve bilgi yarışmaları yaptırırdı, o yarışmalara artık ben de dahil edilmiştim. Benim en mutlu günlerimdi o günler... O günlerde okuduklarımı çok iyi anlardım. Anlamak için okurdum. Öğrenmek, bilmek ve başkalarına da anlatmak için heyecanla okurdum. Akşam olunca haznesinde gazyağı ve 16 numara lamba camıyla aydınlanan evimizde okumayı sevdim. genellikle misafir geldiğinde yakılan büyük "Löküs" yanarsa evdeki aydınlık güneş gibi gelirdi bize... Okudukça öğrendim, öğrendikçe anladım dünyanın ve insanlığın ne olduğunu... Okutan anama babama ve öğreten öğretmenlerime canım feda... Onların hepsinden iki cihanda Allah razı olsun...

Muhittin Gümüş 
27.12.2024


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —