İnsan, doğarken ne bir ülkenin yurttaşıdır ne de bir ideolojinin taşıyıcısı. Ne bir sistemin dişlisi ne de bir ekonominin girdisidir.
O, sadece bir candır; toprağa yeni düşmüş bir çiğ damlası kadar berrak, bir kuş tüyü kadar hafif ve savunmasızdır.
Teni, nefesi ve yüreğiyle sadece varoluşa aittir. Fakat ne yazık ki bu sade varoluş hali pek de uzun sürmez. Henüz ilk çığlığını atmadan çok önce, içine düşeceği düzen çoktan kurulmuştur onun için ve büyük bir sabırsızlıkla onu beklemektedir.
İçine doğduğu aile, beslendiği çevre, dinlediği ilk ninniler, yediği ilk lokmalar, beş taş, kör ebe ve saklambaç gibi oynadığı çocukluk oyunları... Bunların hepsi hâlâ bir tür saflığın, temizliğin, iyilik duygusunun izlerini taşır. İnsan hâlâ insandır ya da insan yavrusudur o vakitler ve hâlâ el değmemiş bir orman gibidir. Fakat zamanla ormanın içine yollar döşenir, çitler çekilir, sınırlar çizilir, tabelalar dikilir: “Buradan sonrası yasaklı bölgedir.”
Okul yılları başlar ve heyhat, sistem, bu noktadan sonra çocuğu kendi şekline sokmaya başlar. Büyük bir hızla ama hissettirmeden, dev bir anafor gibi ama lodos yumuşaklığında içine çekmeye ve kendi planyasından geçirmeye başlamış bir hızardır burası. Merak eden değil, ezberleyen; hisseden değil, hesaplayan biri olmaya zorlanır.
Başarısı değil, saçı sorun edilir, zekasına bakılmaz çok konuşma otur yerine der sistem. Bir arkadaşına yardım edene sana ne sana mı kaldı der sistem. Çünkü kalpler değil karneler ölçülür artık. Soruların tek bir doğru cevabı vardır: Sistemin cevabıdır o cevap. Sistem ne derse o, kaç kere kaç ederse o eder bundan böyle. Her bir çocuk aynı kalıba dökülür; farklı düşünen, farklı hisseden öğütülmeye başlanır.
Sonra iş hayatı gelir; yeni model tek tip insan, sistemin çarkları arasında yerini almalıdır. Bedeniyle, zihniyle, zamanıyla bir makinenin vidası olur. Sabah kaçta kalkacağı, akşam ne zaman dinleneceği, ne kadar tüketeceği belirlenmiştir. Tüm ilişkiler verimlilik odaklıdır. Sevgi bile verimliliğe kurban edilir; eğer birlikte mutluysanız, üretkensinizdir. Değilseniz, ayrılın ve daha iyi bir “partner” bulun.
Sistem, doğallığı günah sayar. Çocuk doğurmak bile planlı olmalı, annelik-babalık bile kurallara tabi. Size ne benim kaç çocuk yapacağımdan. Sevdiklerinle geçireceğin vakit sistemin iznine bağlıdır. İzinli gün, hastalık raporu, emeklilik yaşı… Eğer hastalanırsanız bir an önce iyileşip işinize dönmelisiniz. Canınız sıkkın, ruhunuz daralıyor, moraliniz bozuk öyle mi? At bir antidepresan birşeyin kalmaz hadi şimdi doğru işinin başına. Her şey ölçülmüş, biçilmiş, hesaplanmıştır.
Ve en acısı da insanlar bu düzene razı edilir. İkibinli yılların başında okuduğum bir makalede öyle tarif ediyordu "Rıza Yönetim Sanatı".
Yanı insanların rızaları yönetilir, algıları şekillendirilir. Reklamlar, kişisel gelişim kitapları, hızlı çözümler, ödüllü diyetler, başarılı kariyer yolculukları... Her şey “iyi yaşamak” adı altında pazarlanır. Ama gerçekte yaşanmaz, sadece “tüketilir”. Bir gün nefes almak kaç dolara sahiden ve sisteme maliyeti nedir?
Bu düzen sürdürülebilir değildir. Dünyayı ve doğayı mahveden bu sistemin sonu da gelmeyecek mi? Çünkü doğa gibi insan da bu sisteme daha fazla dayanamaz. Kaygı bozuklukları, yalnızlık salgınları, sahte mutluluklar ve plastik ilişkiler… Bunlar sistemin yan ürünü değil, bu sistemin ta kendisidir.
Artık durup düşünmenin zamanı gelmedi mi? Doğal olana, yavaş olana, hakiki olana dönmenin vakti geçmedi mi?
İnsan kendi doğasına yabancılaştıkça, sadece mutsuzlaşmaz; anlamını da yitirir. Oysa doğa hâlâ bekliyor. Toprak hâlâ bereketli, rüzgâr hâlâ özgür, su hâlâ temizlenmeyi biliyor; yer altı su kaynakları her geçen gün tükenmeye yüz tutsa da.
İnsan da öğrenebilir yeniden, sistemin unutturduklarını sanal olanı değil, doğanın ritmine uyarak, gerçek olanı. Daha az ama daha gerçek yaşayarak, sadeleşerek, yavaşlayarak ve alabildiğine derinleşerek...
Çünkü kurtuluş, sistemin içinde değil, onun dışında kalan yalın, küçük, samimi ve sahici olanlarda gizlidir.
Bir dost sohbetinde örneğin, bir ağacın gölgesinde, toprağa çıplak ayakla basmakta, bir çocukla göz göze gülebilmekte…
İnsan, insanlığını ancak sistemden çıkınca hatırlar.
Hasan Gezer
1 Temmuz 2025