Şakir DENİZ

Tarih: 19.04.2025 13:17

Selanik Tren istasyonu, Göç Yolu..

Facebook Twitter Linked-in

Sabahın ayazı içimize işlerken, istasyonun kalabalığına karışmıştık. Annem, başındaki yazmayı iyice sıkarak bana sarıldı. Gözleri doluydu ama ağlamıyordu. Babam, elindeki küçük bavulu sıkıca tutuyor, arada bir etrafa bakıyordu. Sanki o topraklara son kez bakar gibi…

Ben o zamanlar on yaşındaydım. Selanik bizim yuvamızdı. Sokağımızı, komşularımızı, yaz akşamları oynadığımız taş sokakları… Hepsini geride bırakıp bilinmeyen bir diyara doğru gidiyorduk. Mübadele dediler adına. Anlamını bilmiyordum ama içimde bir şeylerin sonsuza kadar değiştiğini hissediyordum.

 

Trenin sesi geldi uzaktan. “Selanik Treni” dediler adına. O tren, sadece bizi değil; tarihimizi, alışkanlıklarımızı, evimizin kokusunu, ocakta tüten çorbanın buğusunu da alıp götürecekti. Vagonlar kalabalıktı, herkes suskundu. Kimi dua ediyor, kimi eski bir mendili kokluyordu. Belki annesinin, belki bir sevgilinin yadigârıydı…

Yol uzun sürdü. Günler geçti. Kimi zaman camdan dışarı baktım; dağlar, ovalar, yabancı köyler… Her durakta biraz daha uzaklaştık Selanik’ten. Annem bir gün sessizce cebinden eski bir anahtar çıkardı. "Evimizin anahtarı," dedi. "Belki bir gün geri döneriz diye aldım." O gün ilk kez ağladığını gördüm.

Anadolu’ya vardığımızda, bir kasabaya yerleştirdiler bizi. Evin duvarları yabancıydı, sokaklar sessiz, insanlar temkinli… Ama zamanla annem yine tarhana yaptı, babam duvara dedemin fotoğrafını astı. Ben de başka çocuklarla oynamaya başladım. Yeni bir hayat kurduk. Eski bir hikâyenin devamı gibi…

Ama her sabah, annem o anahtarı yanına alarak uyanırdı. Ve her gece, babam sofrada bir kişilik yeri hep boş bırakırdı. Belki Selanik’e, belki kaybettiklerimize bir saygıydı bu…

Şimdi ben büyüdüm. O günlerin çocuğu, bugünün dedesi oldum. Ve torunuma anlatıyorum bu hikâyeyi: Selanik Trenine binmeden önce evimizin kapısını üç kez öptü annen… Çünkü bazı ayrılıklar, kapıyı kapatmakla bitmez oğlum, içimizde taşırız hep.
Aylar geçmişti Anadolu'ya yerleşeli. Yeni kasabamızın taş sokaklarına alışmak zaman aldı. Her adımda, Selanik'in gölgeleri yürürdü bizimle. Bahçedeki incir ağacı, Selanik’teki evimizin önündekiyle aynı değildi ama annem ona da konuşur gibi su verir, dallarına eski şarkılar mırıldanırdı.

Babam, yerleştiğimiz evin bahçesine küçük bir bağ kurdu. “Toprak her yerde topraktır,” dedi. Ama ben bilirdim, o üzüm asmalarının her birine memleketten bir parça taşımıştı. Akşamları gökyüzüne baktığında gözleri uzaklara dalardı, belli ki Selanik’in yıldızlarını arardı burada.

Kardeşim yeni komşu çocuklarıyla oynarken bazen şivemizle dalga geçtiklerini anlatırdı. Küçük kalbi kırılırdı, ama annem onu sarıp sarmalar, “Unutma kızım,” derdi, “biz nereye gidersek gidelim, geçmişimiz boynumuzun kolyesi gibi, hep bizimle gelir.” O zaman gururlanırdı kardeşim. Gülümsediğinde gözlerinin içi parlar, her şeye yeniden alışmaya çalışırdı.

Yıllar geçti. Yeni hayatımıza kök saldık. Ama Selanik’te bıraktığımız anılar hâlâ bizleydi. Her bayram sabahı, annem sofraya bir tabak fazla koymayı sürdürdü. “Misafir gelir,” derdi. Biz bilirdik, o misafir ne uzaktandı, ne yakından... O misafir geçmişti, hatıralardı, belki de içinden hiç çıkaramadığı memleketin ta kendisiydi.

Ben büyüdüm, okudum, sonra babamın yanında toprağı öğrendim. Bir gün, yıllar sonra babam bağda çalışırken durdu ve bana döndü. "Oğlum," dedi, "biliyor musun, biz göç ettik sanıyorduk ama aslında köklerimiz sadece toprağını değiştirdi. Aynı ağacız biz, yapraklarımız başka başka topraklarda da olsa, gövdemiz hep bir..."

O sözler bana çok şey öğretti. Ve şimdi ben de torunlarıma bu hikâyeyi anlatıyorum. Belki onlar Selanik’i görmeyecekler. Belki o arabaya hiç binmeyecekler. Ama bir evi, bir geçmişi, bir kimliği yüreklerinde taşımayı öğrenecekler…

Şakir DENİZ


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —