Teknolojinin bu kadar gelişmediği, beton ve demir yığınlarının kullanılmadığı dönemlerde, her türlü yapının temeline sağlam ve de dayanıklı taşlar yerleştirilirdi.
Bu taşlar, iklim şartlarına, sel ve deprem gibi doğa olaylarına dayanıklılığı tecrübe ile test edilmiş, kolay işlenip, şekillendirilebilen taşlardan seçilirdi.
Bu taşlar üzerine bina edilen yapılar da yıllara meydan okur, asırlarca ayakta kalırdı.
Günümüzde incelendiğinde asırlar önce yapılmış olan hanlar, hamamlar, kervansaraylar ve kalelerin hepsinin sapasağlam ayakta durduğunu görürüz.
Devletler de kültürler de değerler de bunun gibidir.
Temel taşları, milletin her ferdi ve her kesimi tarafından ortaklaşa oluşturulan değerler silsilesinden meydana gelen medeniyetler de böyledir.
Bir de aynı dönemlerde binek taşları vardır.
Bunlar da köy ve şehir meydanlarında, evlerin avlularında bulunurdu.
Bu binek taşları, dönemin taşıma vasıtası olan at, eşek, deve gibi binek hayvanlarına insanların rahatlıkla binebilmeleri veya yolculuk sonunda inebilmeleri için kullanılan taşlardı.
Öyle dönemler oldu ki bazı insanlar insan olduklarını da, tüm insanlık değerlerini kaybettiler.
Binek taşlarını kıskanıp, sahiplerine daha güzel hizmet olacağını düşünerek kendileri binek taşı olmayı, onlara yaranmak, daha şirin görünmek adına eğilerek sırtlarından bineklere binip, inmelerini sağladılar.
Günümüze geldiğimizde de bu çizginin mirasçıları, kapı kapı dolaşıp yeni sahiplerine günümüz şartlarında yine binek taşı olma yarışına devam ediyorlar.
Kısacık siyasi ömürlerine birçok siyasi fikir ve parti sığdıranlar dönüp büyük Türk milletine “Bize güvenin, bizi destekleyin, dertlerinize derman olalım” diyorlar da dediklerine kendileri de inanmıyorlar!
Sahi, bu asil millet sizin hangi halinize güvensin?
Hangi duruşunuza, hangi davranışınıza, hangi sözünüze güvensin?
Bir gün önce söylediklerini, verdiği sözleri unutan, sizlere nasıl güveneceğiz?
Vardığınız her yeni kapıda, geldiğiniz kapıyı horlayan, kötüleyen, sizler nasıl bu milletin derdine çare olabilirsiniz ki?
Hangi söylediğiniz doğru, yutkunmadan cevap verin!
Sığındığın limana gelmezden önceki yerde söylediğiniz güzellemeler mi doğru? Yoksa yenisi olduğunuz yerde geldiğiniz yere sövmeleriniz mi doğru?
Şimdiki bulunduğunuz yerde ne kadar kalıcısınız?
Buradan da yeni bir yolculuğa ne zaman başlayacaksınız?
Vardığınız yerde neler söyleyeceksiniz, nasıl bileceğiz?
Seçimler öncesi uçuk kaçık vaatleri hepimiz bilir, geçmişten hatırlarız. Onları geçtik, içi boş sloganlara alıştık da…
Biri çıkıyor belediye seçimleri öncesi, belediyede çalışan bütün işçilere “Namus şeref sözü veriyorum, belediye başkanlığını kazandığımız takdirde haksız yere hiçbir çalışan işten atılmayacak” diyor. Ama namus ve şeref sözünü unutup seçimlerden sonra kazandıkları bütün belediyelerden işçiler ekmeklerinden ediyor hem kendileri hem çoluk çocuklarını perişan ediyorlar.
Bir başkası, ”Bize güvenin, biz milletin değerlerini biliyor, görüyor ve ona göre hazırlanıyoruz” diye yol alıyor ama yaptıkları ortada…
Şehit bacısına küfür ettikleri vakit “Tahrik vardı” diye geçiştiriyorlar. Başkalarının söylemediği sözleri, niyet okuyarak “Bu dil zararlı bir dil” diyorlar.
Geçmişte ekonominin en kıymetli kurumunun başında bulunan kişinin peşine takılarak, “Bu gece yarısı önemli şeyler olacak” balonuna inanarak gece nöbetleri tutacaksın, sonra özür dilenerek geçiştireceksin. Yok öyle şey…
Yine aynı zat, döviz kurlarının paraşütsüz yere çakıldığı gece çıkıp “Bu fırsat alımları için bir şans, sabah kaldığımız yerden tavana devam” diyecek, sonra çıkıp öyle demedim, yok bunu söylemek istemedim diye kıvıracak… Sen de onun aklıyla politika belirleyip millete faydalı olacaksın öyle mi? Aslında senin de ondan hiçbir farkının olmadığını cümle alem biliyor ya!
Şimdi bu millet ne yapsın? Hangi sözünüze inansın?
Biriniz bulunduğunuz yere gelmeden önceki kapıda, uyandırıldığınız zamandan bugüne kadar, neredeyse her senenin, her ayında erken seçim olacağını söylediniz. Her senenin her ayında, başbakan olacağınızı söylediniz. Yıllar geçmesine rağmen ne erken seçim oldu ne de siz olmayan başbakanlık makamına geldiniz.
Bir diğeriniz, dün başkaları helalleşmeden bahsedince ne helalleşmesi devlet yönetiminde helalleşme olur mu diye yeri göğü inletecek, sonra kendin helalleşmeden bahsedeceksin.
Sizlerin bu binek taşı olma yolundaki yarışınızı, temel taşları ile oynamanızı, Türk milleti esefle ve nefretle takip ediyor bilesiniz!
Günü ve zamanı geldiğinde de bu asil milletin sandıkta gereken cevabı en ağır şekilde vereceğinden hiç şüpheniz olmasın.
Rahmetli Ömer Seyfettin’in dediği gibi “Bu millet âlim değildir ama ariftir. Bu irfanı sayesinde pek çok şeyi okumuşlardan daha iyi sezer, fark eder ve bilir.”
Ve gereken cevabı da usulüne uygun bir şekilde yeri zamanı gelince en güzel şekli ile verir.