“Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?”
Böyle sesleniyor milli şairimiz Mehmet Akif mısralarında.
Her milletin kendine özgü bir medeniyet anlayışı ve bu medeniyetlerin milli bir karakter ve hüviyeti vardır. Eğer öyle olmasaydı bugün Türk medeniyetinden söz edilemezdi.
Medeniyetleri meydana getiren bir hammadde bulunmaktadır ve bu hammadde milletlerin belli zaman ve mekânlar içinden geçerken geliştirdiği, kazandığı ve elde ettiği milli kültür malzemeleridir.
Her millet kendi medeniyetini kurarken ve geliştirirken işte bu hammaddelerini işlemeye çalışır.
Türk medeniyetinin hammaddesi de maddi ve manevi bütün unsurları ile Türk kültürüdür ve Türk medeniyeti bir bütündür.
Türk milletinin tarih sahnesine çıkışı ile başlar ve zaman içerisinde güçlenerek ve ilerleyerek gelir.
Bugün zamanımızdan en az 4500 yıl öncesine uzanan ve Asya bozkırlarında atı terbiye eden, demiri döven ve yoğuran, kendine ait yurdu, aile ve cemiyet yapısı, töresi ve teşkilatı bulunan ve “Allah’tan (c.c.) başka ilah yoktur” diyerek İslâm’a sarılan Türk milleti çok eski ve köklü bir medeniyetin sahibidir.
Peki, “medenileşme” nedir?
Medenileşme bir yabancılaşma değil, muasırlaşma, uygar ve çağdaş olmadır. Ezelden ebede yani var oluştan sonsuza olan yolculukta milli kimliğini ve şahsiyetini kaybetmeden yerini almaktır.
Bu tarihin derinliklerinde iz bırakan bütün toplumlar için böyledir.
Bir millet kendini, kendi şahsiyet ve üslubunu koruyarak ve asla yabancılaşmadan en ince ölçü ve tekniklerle geliştiriyorsa ileri ve güçlü bir medeniyete sahip olmuş demektir.
İşte asıl mesele budur.
Üzerinde yaşanılan “vatan” olan coğrafyanın taşlarını bir Mimar Sinan gibi yontarak onlardan bir “Selimiye” çıkarabilme hünerini gösterebilmektir medeniyet.
Dede Korkut masallarından, Oğuz destanlarından, milli ve dini menkıbelerimizden, milli melodi ve oyunlarımızdan asrın hayran kaldığı eserleri ortaya koymaktır medeniyet.
Toprağımızı, taşımızı, bitkilerimizi ve insanlarımızı kendi milli kimlik ve üslubumuz içinde işleyerek yüceltmektir medeniyet.
Önce kendine inanmak, mensup olma duygusuna sahip olarak, geçmişe saygıyı unutmadan teknoloji ve bilgiyi en iyi şekilde kullanarak eserler ortaya koymak, özünü kaybetmeden yenilenerek gelişmek ve bunu paylaşmaktır medeniyet.
Her şeyiyle kendine ait bütün değerlere sahip çıkmaktır.
Yoksa medeniyet ve medenileşme, kendi milli ve manevi değerlerine asla yabancılaşmak ya da bir millete ve milletler zümresine kapılmak değildir.
Ulu önder Atatürk’ün şu sözünü asla unutmayalım;
“Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar ve Türk milletinin istidâdı ve kâti kararı medeniyet yolunda durmadan ilerlemektir.”
Tarih boyunca tevhide bağlı kalarak İslâm güneşi altında gelişen Türk milleti bu aydınlığı ebediyyen kaybetmemek azmi ve imanı içindedir.
Bu inançla damarlarında sahip olduğu asil kanı pompalayan Türk yüreklerin kuracağı Türk medeniyetine selam olsun…