Her canlının bir rüyası vardır dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız herhalde.
Mesela; Afrika’nın kızgın topraklarında hayat süren bir aslanın rüyası kanaatimce gündüz sıcakta sere serpe uzanıp uyumak, akşam karanlık çöktüğünde ise genç bir ceylanı afiyetle yemektir. Veya tersten bakarsak bir ceylanın rüyası ise Afrika’nın geniş düzlüklerinde özgürce koşup dolaşmak ve yeşil çayırlarla karnını doyurmaktır.
Örneklerimize devam edelim. Bir sarmaşığın rüyası ağaca sarılıp göğe uzanmaktır. Bir ağaçkakanın rüyası ağaç gövdesinde kendisine yuva olacak bir kovuk açmaktır. Bir göçmen kuşun rüyası ağacın dallarında biraz soluklanmaktır. Bir leoparın rüyası ağacın üzerinde avını yemektir. Bir karıncanın rüyası ağacın yapraklarını kış hazırlıkları için yuvasına taşımaktır. Bir maymunun rüyası ağaçta daldan dala atlamaktır. Bir ağacın rüyası ise serpilmek, büyümek, yeni filizler vermek ve meyveye durmaktır.
Ortak canlıların rüyaları da doğal olarak ortaktır. Ben artık vejeteryan takılacağım diyen sırtlan olmaz mesela. Benzer şekilde ben artık soğuktan bıktım sıcak denizlere ineyim diyen kutup ayısı da bulamazsınız doğada. Ben artık balina yavrularını katletmeyi bırakıyorum bundan sonra yosunlarla besleneceğim diyen katil balinaya da rastlayamazsınız okyanuslarda. Velhasıl kelam her canlı grubu tabiatının gereği olarak ortak rüya görür ve buna uygun bir yaşam sürer.
Bu ortak rüya görme olayından milletler katiyyen azade değildir. Her milletin kendi özelliklerini, istek ve arzularını, hayallerini, amaçlarını yansıtan rüyaları vardır. Rusların da rüyaları ortaktır, Japonların da. Almanların da rüyaları birdir, Hintlilerin de. İspanyolların da rüyaları yeksenaktır, Farsların da. Bu durum milli kimliğin bir gereğidir, sonucudur.
Tabii ki her milletin rüyası olduğu gibi Türklerin de rüyası vardır ve ortaktır. Kızılelma kavramı ile ifade edilen bu ülküler sonsuz rüyaların birleşimi gibidir. Tarihin akışında bir gün rüyamızda Kürşad olup Çin sarayını basmışız, öbür gün ise Çinlilere duvar ördürmüşüz. Bir gün rüyalarımızı Malazgirt süslemiştir, öbür gün ise İstanbul. Bir gün rüyamızda Hazar da atlarımızı sulamışız, öbür gün ise Tuna’da. Bir gün rüyamıza Üsküp girmiştir, öbür gün ise Kosova. Bir gün rüyamızda Papa’ya diz çöktürmüşüz, öbür gün ise Romen Diyojen’e.
Milletler de tüm canlılar gibi rüyalarıyla ayakta kalırlar. Ülküleri, milli idealleri, ulusal çıkarları, hedefleri milletleri hayatta tutar. Çok şükür ki rüyalarını hayata geçirmeyi bilen bir millet kategorisindeyiz ve milli ülkülerine ulaşma konusunda milletler liginin zirvesindeyiz. Bunu tarihte çokça başarmışız. Muhakkak ki bundan sonra da böyle olacaktır…