Muhittin GÜMÜŞ / TANRI DAĞLARI'NDAN


Yüzsüzün teki!

Yüzsüzün teki!


Asap bozan edepsizliklerden kim nefret etmez ki?

Vatandaş ülkemizin mahrumiyet bölgesinde zor da olsa bir vazifeye atanmış... Aslında bir lütuf ile taltif edilmiştir; liyâkatinden ya da marifetinden değil... 

Böyle tipler zaten her şeyi kendinden menkul sanırlar…

Tıpkı yedi kazan sütü deviren deve "Çok şükür bu işten de yüzümüzün akıyla çıktık!" der ya hani... Bizimki(!) de o türdendir…

Gün gelir kader(!) onu yine hak etmediği bir makama çıkarır ama bu işi yılın yarısına kadar devam eder. Hangi usulle geldiyse aynı usulle gitmek zorunda kalır... 

İçindeki ateş sönmemiş ve illaki aynı kuruma dönmek arzusuyla yanar tutuşur... 

Son denediği yol ise dil uzmanlığıdır. Türkçe konuşmaktan başka bir özelliği yoktur. Dil uzmanı değildir…

Yöneticiyi ziyaret ederim de belki kıymetimizi bilir diyerek çıkar huzura.

Efendim... Zat-ı âlilerinin de bildiği üzre bendeniz sınıra yakın bir kütüphanede bilumum yazma eserleri muhafaza etmeye yıllarımı adadım. Kimsenin el sürmesine müsaade etmedim... 

-Yani okumaya da mı izin vermediniz?

-Okunacak kitap yoktu ki... Aldım maaşımı, yangelip yattım, yıllar sonra aldığım gibi halefime teslim ettim…

-80'li yıllarda bozulup da başıma bela olmasın diye okula hediye edilen fotokopi makinesini depoda saklayan okul müdürü gibi yani....

-Bizden isteğiniz nedir beyefendi?

- Türkçe öğretmek arzusuyla yanar tutuşurum uzun zamandır. Mecburi emeklilik keyfimi kaçırdı. Hanım evden kovuyor... Ah ah....Nerden başlasam ki?
-Ama sizin uzmanlığınız Türkçeyle ilgili değil. En azından dilbilimci, filoloji mezunu olsaydınız, bu alanda tecrübeniz de olsaydı belki sizi değerlendirirdi kurum.

Vatandaş durumu sezmiş ve hafiften ukalalaşmaya başlar... Karşısındakinin bunu anladığının farkında değildir…

- Türkçe konuşuyorum, Türkçe biliyorum ben beyefendi! 

-Ben de size bunları Türkçe anlatıyorum, daha iyi anlarsınız diye.

Meselâ ben hergün tıraş oluyorum ama berber değilim. Eşim hergün yemek pişirir ama aşçı değildir. Ekin ekmeyi bilirim ama çiftçi değilim. Yazı yazarım ama yazar değilim birader.

Her Türkçe konuşan Türkçe uzmanı olsaydı bülbüller musikişinas, böcekler saz heyetini oluştururlardı, maymunlar davulcu, penguenler orkestra şefi olurdu…

Yüzsüz vatandaş, kendisine ikram edilen çayın üstüne bir de "Zahmet olmazsa orta şekerli bir kahve içebilir miyim?" der...

Yönetici, "Tövbe estağfurullah. Nereden çattık bu adama?... Hasbinallâhu ve ni'mel vekîl" der ama "Neyse  hadi üç beş dakika daha sabredeyim" der içinden...

Ağzı kalabalık olan zat, susmak bilmez... Ağaçkakan gibi muhatabının kafatasını delercesine konuşur durur...
Sonunda hiç bir olumlu yaklaşım görmeyince "Bana müsaade et Hoca! Sana rağmen bu vazifeye geleceğim! Aslında haber vermek için gelmiştim. Ben işleri daha yukardan hallederim bilirsin!..."derken edep ve hayâdan uzak yahut halk arasında bilinen sıfatla ifade edecek olursak"terbiyeden tezikme" bir tip olduğunu böylece daha aşikâr hâle getirmişti.

Aradan geçen zamanda kendi memleketine dönmemiştir... Borç almadığı kimse kalmamış olup müflis halde ortalıkta dolaşır. Bizim yöneticiye utanmadan uğrar ve uzunca bir yağ kokan sözlerin ardından sadede gelir ve borç ister... Nazikçe "Olsaydı verirdim ama sana borç vermek de pek hayra alamet değil" dediğinde "Sen şimdi 150 kâğıt veremeyecek adam mısın yaav?"  der...

Buna yönetici çok sinirlenir ve ağzının payını verir. Yüzüne tükürsen "Ya Rabbi şükür!" diyecek bir tipin şerrine de düçar olacak kadar iler gitmek istemez.. Nazikçe postalar oradan...

Üç beş yıl sonra bir dergi bürosunda başkasını ararken tesadüfen bu zat çıkar karşısına... Hoş geldiniz bile demeden: 
-Hâlâ unutamadım... Beni aşağıladınız...Hesap sormaya daha vakit var Hoca! dediğinde ise bizim yönetici sağ eliyle yakasından sımsıkı tutup sarsarken sol eliyle de ensesini çekerek:
- Hadi şimdi sor... Hemen sor da görelim! Hadi!... Delikanlı olduğunu göster pespâye herif!
-Aman Efendim... Öldüreceksiniz beni! Beni öldürmeye teşebbüs ediyorsunuz şu an! Çok özür dilerim. Bütün sözlerimi geri aldım. İstirham ederim sayın Hocam!  Aman duymasın kimseler... Ne kadar da acı kuvvetiniz varmış efendim! 
Büroda aranan kişi üç beş dakika sonra gelir...

Malûm pespaye: 
- Çok kıymetli bir insan sizi ziyarete geldiler efendim. Bizim de dostluğumuz eskiye dayanır... Ta Orta Asya'ya kadar uzanır..

-Ama ben Hocamızın seninle dost olduğunu sanmam. Git odana da biz de işimize bakalım, der.

Birkaç ay sonra bir televizyon kanalında emekli bilmem kim az sonra canlı yayında diye anons spikeri tekrar edip dururken bizim yönetici ise "Eyvah eyvah...Kim bilir neler yumurtlayacak acaba diye de merak eder.
Yanıldığı da söylenemez... Olmadık işleri aslı astarı olmayan pek çok şeyi sayın yönetici ve dergi editörüyle işbirliği hâlinde yaptığını anlatır....Anlatır ama anlattıkları çok güzel olsa da  gerçek dışıdır...

Ertesi gün dergideki görevine de son verilir. Hiç bir yerde bir baltaya sap olamaz...

Edepsiz, görgüsüz, liyâkatsiz olanlar nihayetinde pespâye olurlar...
Edepten, âdaptan, görgüden  kimseyi uzak tutmasın Allah.

Muhittin Gümüş
Tanrı Dağları'ndan
24.09.2024

YAZARLAR