Yıldıray ÇİÇEK / TÜRKGÜN'DEN

Tarih: 23.10.2025 12:26

Arkamızda sadece insanlığımız kalır

Facebook Twitter Linked-in

“Makam, mevki, rütbe, unvan… Bunların hepsi ceket gibidir. Ceketi asar, bir yere gideriz. Arkamızda sadece insanlığımız kalır ve öldüğümüzde bu dünyadan yalnızca çıplaklığımızı götürebiliriz.”
— Doğan Cüceloğlu

Bizden öncekiler makamlarını nasıl bırakıp gittiyse, biz de öyle bırakıp gideceğiz; bizden sonra gelenler de öyle…
Herkese, Doğan Cüceloğlu’nun dediği gibi, “insanlığımız kalır” ölçüsünde anılmak nasip olsun.

Topluma hizmet eden makamlardaki insanlar, Yusuf Has Hacib’in nasihatinde belirtildiği gibi:

“Kendisini gözetmeli, aşırılığa gitmemeli; kötü ve çirkin işlere yaklaşmamalıdır.” (Beyit: 704)
“Ey bey, işi işin ehline, işe yarayana, hareketi doğru ve dürüst olana ver.” (Beyit: 1759)

Bu nasihatlere uygun davranılırsa, nitelikli insan sayısı artar; toplumun kalitesi de aynı oranda yükselir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu sözleri ise hâlâ yol göstericidir:

“Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.”

Tanpınar’ın işaret ettiği tehlike, insanın ve onun kalitesinin bozulmasıdır.
Bir kişi gücünü makamdan alıp, kalitesizliğini makamına yansıtırsa, çürüme artık bireysel değil sistematik hâle gelir.

Öğretmen okulda, doktor hastanede, polis emniyette, siyasetçi mecliste, sporcu sahada, taraftar tribünde, savcı, hâkim ve avukat adliyede, esnaf işyerinde, gazeteci medyada, asker kışlada, anne ve baba evde bozulursa — o toplumda adalet, huzur, ahlak, kalite, birlik ve beraberlik sağlanabilir mi?

Bir kadın “yılın annesi” seçiliyor ama kısa süre sonra fuhuştan yakalanıyorsa…
Bir polis, validen “uyuşturucuyla mücadele ödülü” alıyor ama kısa süre sonra aracında uyuşturucuyla yakalanıyorsa…
Eşine şiddet uygulayan bir siyasetçi, Konya’da “Nüfus ve Aile Güvenliği” konulu konferans veriyorsa…
Merkez Bankası’nda paranın namusunu ve değerini koruması gerekenler yolsuzluk yapıyorsa…
Hastanede doktor, tedavi etmesi gereken hastasına tecavüz ediyorsa…
Bakıcı, huzurevinde yaşlıya; kreşte çocuğa; hastanede hastaya şiddet uyguluyorsa…
Okulda öğrenci, Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözünü unutarak öğretmenini bıçaklıyorsa…
Milli güvenliğimizi sağlamak için yemin eden asker, darbeye kalkışıyorsa…

Her alanda tezatlıklar, tuhaflıklar, çelişkiler ve hayretler…

Tarık Buğra bir romanında şöyle der:

“İyi yetişmemiş insanların ülkesinde düzen bir bozuldu mu, mağara devri, taş devri hortluyor Minas Efendi.”

İşte tehlike tam da budur.

Bu yüzden her kurumda, her makamda, her sıfatta “Arkamızda sadece insanlığımız kalır” inancı hâkim olmalıdır.
Bu da ancak iyi yetişmiş, karakterli insanların başarabileceği bir şeydir. Çünkü bu, insanın karakterinde oluşan bir nasip meselesidir.
Zaten karakterinde yoksa, nasibinde de olmaz.

Herkes etrafında, bulunduğu alanda bir şeyler yaşıyor ve bireysel tecrübeler ediniyor. Kaliteli insanların beklentisi de Peyami Safa’nın "Yaşamak, yaralamak ve yaralanmaktır; fakat insanca..." dediği şeklinde…

Bizler de her zaman “Arkamızda sadece insanlığımız kalır” ölçüsünde makam ve sıfat peşinde koşmadan mütevazı davranırken, öteden beri hesabı ve karakteri deşifre olmuş bazı nasipsizlere yazılarımızla ve duruşumuzla verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı şahsımıza yönelik “maaşlı personel” seslenişleri duyuyoruz.

Aynı yolda yürürken, aynı teklif size de bana da gelirken; benim kabul etmediğim makamlar ve sıfatlar nasıl benim zafiyetim, yahut sizin nasıl üstünlüğünüz olabiliyor ki?

Çok şey söylenir bunlara…
Söylendiğinde de bir daha yerlerinden kalkamazlar da…
Bizim dudaklarımızdan yine de “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” dökülsün…

İşte o yüzden boşuna demiyorlar:
Bu toplumda bazen faziletler zafiyet, zafiyetler ise fazilet görülüyor.

Rütbeli sıfatlara kavuştuktan sonra yatlara, katlara, hanlara, hamamlara ulaşınca mı kendinizi yücelmiş sayıyorsunuz?
Şatafatın sisine kapılınca mı büyüdünüz sandınız?
Yoksa ne kadar küçüldüğünüzü fark etmediniz mi?

Dün nerede olduğunuzu mu hatırlamıyorsunuz, yoksa bugün neler yaptığınızı mı?
“Maaşlı personel” demek, sıkıştığı köşeden çıkış yolu arayanların değişmez navigasyonu mu oldu?

Hayatını para, makam ve unvan penceresinden okuyan; dünyasını da o dar çerçeveden şekillendirenler için, ne geçmişlerinin ne de bugünkü eylemlerinin bir önemi vardır.
Zaten onlar, utanma duygusunu çoktan kaybetmişlerdir.
Oysa utanan, aynı zamanda dışarıdan nasıl göründüğünü bilen ve hissedendir.

Madem “maaşlı personeliz”, o hâlde “rütbeli kepçecilere” Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasını ironi düzeyinde hatırlatmakta fayda var:

“Sıcak bir yaz günü Nasreddin Hoca’yı iftara çağırmışlar. Ortaya önce bir tencere soğuk hoşaf gelmiş. Muzip ev sahibi eline bir kepçe almış, misafirlere ise birer tatlı kaşığı vermiş.
Ev sahibi her kepçeyle içişinde ‘Oohhh, öldüm!’ diyormuş.
Hoca ve diğer davetliler, ellerindeki küçücük kaşıklarla hoşafı içmeye çalışıyor ama ne susuzlukları geçiyor ne de hoşafın tadını alabiliyorlar.
Derken tencere bitmek üzereyken Hoca dayanamayıp ev sahibine seslenmiş:
‘Efendi,’ demiş, ‘Senin sürekli ölüp dirilmen bizleri çok üzüyor. Şu kepçeyi ver de senin yerine biraz da biz ölelim!’”

***

Siz kepçeyle hoşafınızı içmeye ve “Oohhh, öldüm!” demeye devam edin…
Biz hâlimizden memnunuz. Önceden olduğu gibi, bundan sonra da hiçbir talebimiz ve beklentimiz olmaksızın…

Biz, sizin zafiyet sandığınız faziletlerimizle; azımızla özümüzü koruyalım.
Allah, sadakatimize; fedakârlığımıza, edebimize ve âdâbımıza zeval getirmesin.

Çünkü biz, inandığımıza; izinden ve yolundan gittiğimize “nefesin nefesimiz” diyerek yemin ettik.
Biz son nefesimize kadar, siz son nefsinize kadar…
Bu arada siz yine nefes saymaya devam edin.

“Allah büyüktür.”

Çünkü biz, zamanı geldiğinde “Arkamızda sadece insanlığımız kalır.” diyerek çekip gideceğiz.

Peki siz, kalsanız da gitseniz de geride ne bırakacağınızı biliyor musunuz?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —