Hasan GEZER / UZLUK

Tarih: 15.10.2025 19:04

Dürüstlük Balyozu ve Nezaket Riyası Aforizmasına Bakış

Facebook Twitter Linked-in

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada dolaşımda olan bir video, Dücane Cündioğlu'na ait bir aforizma, üzerinde düşünülmesi gereken bir tartışma başlattı. Özet olarak, "Dürüst insanlar kabadır, çok kolay incitebilirler, karşısındakinin kusurunu söyleyebilirler. Nezaket riyakarlıktır." şeklindeki saçma manzume.

İlk bakışta sert, belki de bir kesim tarafından "hakikatli" bulunabilecek bu söz, üzerine biraz daha eğildiğimizde, içinde barındırdığı toplumsal ve ahlaki sıkıntılar nedeniyle adeta bir zihniyet tuzağına dönüşüyor. Bu düşünce, bireyleri, insani ilişkilerimizin en temel harcı olan nezaketten vazgeçmeye ve kabalığı bir erdem gibi kuşanmaya davet ediyor.

Peki, bu iddia neden bu kadar problemli? Öncelikle, bu aforizma dürüstlük ile kabalığı kasıtlı olarak eşitlemekte, böylece kırıcı olmanın önündeki en büyük ahlaki engeli ortadan kaldırmaktadır. Oysa gerçek dürüstlük, hakikati olduğu gibi söylemekten ibaret değildir. Asıl marifet ve olgunluk, o hakikati, karşımızdakini yıkmadan, incitmeden, yapıcı bir şekilde iletebilmektir. "Doğruyu söylüyorum, gerisi önemli değil" yaklaşımı, bir erdem değil, iletişim beceriksizliği ve empati yoksunluğunun ilanıdır. Bu, kişinin kendi "doğrusunun", diğer insanların duygusal bütünlüğünden daha değerli olduğunu varsayar ki bu da çok derin bir bencilliktir.

İkinci ve daha vahim hata ise, nezaketi "riyakarlık" olarak damgalamasıdır. Bu, toplumu bir arada tutan sosyal sözleşmeye yöneltilmiş ağır bir ithamdır. Nezaket, çoğu zaman samimiyetsizlik değil, karşımızdaki bireye saygımızın ve onun varlığına verdiğimiz değerin bir göstergesidir. Gündelik hayatta bir kapıyı tutmak, incitici bir eleştiriyi yumuşak bir dille yapmaya çalışmak, "lütfen" ve "teşekkür ederim" demek... Bunlar, uygarlığımızı inşa eden küçük ama anlamlı tavizler ve jestlerdir. Bunları "riya" olarak nitelendirmek, insanı sadece ilkel dürtüleriyle hareket eden bir varlık olarak görmektir ve binlerce yıllık sosyal evrimimizi hiçe saymaktır.

Cündioğlu'nun bu sözü, özellikle yakın ilişkilerde yıkıcı bir etkiye sahiptir. Kişiye, eşine, çocuklarına, arkadaşına veya mesai arkadaşına "Ben dürüstüm" diyerek her türlü kırıcı sözü söyleme lisansı verir. Sağlıklı ve sürdürülebilir hiçbir ilişki, bu tür bir "duygusal balyoz" üzerine inşa edilemez. İlişkiler, karşılıklı anlayış, hassasiyet ve nezaket üzerine kuruludur. Hatta doğal olan da budur ve yaratılıştan insanın içinde barındırdığı sevgi bunu gerektirir.

Lafın özü bu aforizma kendi içinde büyük bir çelişki barındırıyor. Eğer nezaket riyakarlık ise, bu fikri savunan bir kişi neden onu nazik, yapıcı bir üslupla ifade etme ihtiyacı duymaz? Cevap basittir, çünkü mesajının, o mesajı iletme biçiminden daha önemli olduğuna inanır. İşte tam da bu, nezaketin özünü oluşturur. İletmek istediğimiz şeyin değerini, onu sunuş biçimimizin kalitesiyle harmanlamak.

Ezcümle bu tür aforizmalar, derin bir felsefi gerçeklikten ziyade, kibrin ve duygusal tembelliğin süslü bir kılıfa bürünmüş halidir. Bize, incitmeyi bir "dürüstlük nişanı", incitmemek için gösterdiğimiz çabayı ise bir "zayıflık belgesi" olarak sunar. Oysa gerçek güç ve olgunluk, hakikatle nezaketi aynı potada eritebilmektir. Toplum olarak, hakikati söylemenin, insan onurunu incitmekle eş anlamlı olmadığı bir iletişim kültürünü yeşertmek zorundayız. Aksi takdirde, herkesin birbirini "dürüstlük" balyozuyla ezmeye çalıştığı, iletişimden yoksun bir topluma dönüşmemiz kaçınılmazdır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —