Mitolojik kültürde birçok dağ çeşitli özellikleri ile kendine yer bulmaktadır. Özellikle yeryüzü ile uhrevî âlemi birbirine bağladığına inanılan Kâf Dağı; kutsal kitaplarda yer tutan Cudi Dağı, Tûr Dağı, Hira Dağı; Türk mitolojisinde rastlanan Demir Dağ, Ötüken Dağı, Tanrı Dağı; Anadolu kültüründe karşımıza çıkan İda(Kaz) Dağı, edebiyatta sıkça yer alan Bîsütûn Dağı mitolojik hususiyet kazanmış dağlardandır.
Dağların tepesinden havanın yönlendirilmesi, yağmur yağdırılması, dağların yüceliği ve Tanrı’ya en yakın varlıklar olarak düşünülmesi, yağmurun ve karın da öncelikle buralarda görülmesi dağları insanların zihninde önemli kılmıştır. Yine dağın tepesinde çileci zahitlerin, dervişlerin yaşaması ve bunlar üzerine çeşitli hikâyelerin anlatılması da dağları kutsal hâle getirmiştir. Zirveleri gökyüzünü deler gibi yükselen ve başları bulutlar içinde kaybolan dağlar, insanlara sanki Tanrı ile konuşur ve ilgi kurar gibi görünmüşlerdir. Göğün direği dağ, yeri bastıran dağ ve Tanrı’ya giden en yakın yol da yine dağdır. Bu sebeple Asya'daki dağların çoğu Türk, Çin, Hint, İran mitolojisinde Tanrı ile ilgili adlar almışlardır (Ögel 1971, s.283).
Halkımız yerleri adlandırmada çok başarılıdır. “Toponimi” dediğimiz veya “yer adı bilimi” bilimsel araştırma alanında çalışanların çok güzel eserler ortaya çıkarmalarında bizim insanımızın katkısını göz ardı edemeyiz; Türklerin harika bir ad verme anlayışına sahip oldukları anlaşılmaktadır.
Mesela, çok ıssız yerlere halk dilinde “kargasekmez” denir. Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yerlere de “Kuş uçmaz kervan geçmez” bir yer derler. Issız, sessiz olmak, bir yerde hiçbir canlı yaratığın bulunmadığı ortamları tasvir ederken “ in cin top atıyor” dediğimizde bazen ürperti veren sessizlikten de çekinir insan.
Dağlar kimi zaman da sürgün yeridir. Bazen de kalabalıklardan, şehrin gürültüsünden, kirlilikten az da olsa uzak durmak isteyenlerin inzivaya çekildiği yerlerdir dağlar. Sessizlikten çok ısısız yeri tercih etmek dinlendirici, huzura erme yerini aramak da bir tercih meselesidir. Bunun için çok münasip yerler vardır. Kimi zamanda cezalandırmak için, korkutmak için “Haddini bil! Yoksa seni İt Ulumaz Dağı’na gönderirim!” dendiğini yeni öğrendik. Kimden?
Değerli insan, Matematik ilminin üstadı, Üniversitemizin Rektör Yardımcılığına yeni atanan Prof. Dr. İsmet Altıntaş hocamızı Serdar Dağıstan ve Döölötbek Eshken ile birlikte tebrik ziyaretimizde kendisinden dinlediğimiz bir hatıradan ilham alarak yazdık bu satırları.
İnsan ilişkilerinde konumuna, durumuna uygun davranmayan, ölçü bilmeyenlere “had bilmez” denir ya hani… İşte o tiplere haddini bildirmek için de tehdit, korkutma vb. eylemlerinde “İt Ulumaz Dağı’na sürerim seni… İt Ulumaz Dağı’na götürüp bağlar bırakırım!” denirmiş. İsmet Hoca’nın yufka yüreğinin derinliklerinde şefkat eksik olmazken, zihninde çelikten sert bir tepki sözleri hep hazırdır. Had bildirmenin usullerini bilir, ahlâk ve edep çerçevesinde tepki göstermenin ne güzel meziyet olduğunun idrakindedir o güzel insan.
Gelelim “İt Ulumaz Dağı nerededir?” sorusuna… Ben bu yaşıma kadar bilmezdim ama öğrendim. Niğde’de 2167 metre yüksekliğinde itin bile uluyamadığı bir yer…Daha fazla açıklamaya gerek yok. Adı üstünde işte "itin ulumadığı" bir yer... Her derde deva ilaç bulan Türk milleti, had bilmeyenleri korkutmak ya da terbiye etmek için öyle bir ad seçmiş ki adını duyan ıslah oluyor…
Kültürümüzde mitolojik dağ kültünün kullanılması Türk Dünyasının hemen her yerinde var. Ömrümüzün yarısını geçirdiğimiz Tanrı Dağları bizim zaman zaman huzur bulduğumuz; düşmana uzak, Allah’a yakın olduğumuz paha biçilmez yerlerdir. Ayda bir iki kez Tanrı Dağlarının eteklerinde dört mevsimde ayrı yerlerinde nefes almak, suyundan içmek her kula nasip olmaz. Hele de bin bir renkle süslenmiş tabiatın sakin bir tepesine oturup kuş seslerinden, kartal seslerinden, zirvelerden eriyip de o kocaman vadiden çağıl çağıl akan suyun sesiyle birlikte oluşan hiç bitmeyen senfonik nağmelerin şefi olmak ister insan… Ardından alkışlayacak kimse olmasa bile mutluluk kaynağıdır dağlardan gelen sesler…
Yalnızlık ihtiyacını gidermek için düşünürken birden aklıma gelse ve A. Karakoç’tan şu şiiri okusam:
“Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam/Bir dost bulsam, irfanında beslensem/Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam/Yalnızlığım biter mi ola, bilmem ki?”
Ardından Hüseyin Nihal Atsız’dan gür bir sesle Tanrı Dağlarını çınlatarak şu şiiri okusam:
“Sevda gibi bir gizli emel ruhuna sinmiş;
Bir haz ki hayalden bile üstün ve derinmiş.
Gökten gelerek gönlüne rüzgâr gibi inmiş,
Bir sır ki bu, ölsen bile açamazsın...
Anlatması imkânsız olan öyle bir an ki,
Hülyadaki ses varlığının gayesi sanki...
Bak emrediyor: Daldığın âlemden uyan ki,
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder...
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Râm ol bana, rûhun yeni bir âleme girsin...
Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin!
Aklınla, şuurunla, hayâlinle bilirsin.
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Hüseyin Nihal Atsız
Dağlar tarihin tanıklarıdır. Dağlar, bizim dayanağımız. Çöl dağdan su bekler ama dağ çölden ne bekler… Dağ cömerttir, hep verir, dağıtır. Dağları sevmek lazım…Aşkımız Tanrı Dağları, Altay Dağları ve daha niceleri… Mutlaka… İt Ulumaz Dağı da gerekli; yerinde ve zamanında…
Tanrı Dağlarından
Muhittin GÜMÜŞ
11.10.2025