Hasan GEZER / UZLUK

Tarih: 13.10.2025 14:33

Onay, Otorite ve Desteklere Yüz Çevirme Basiretsizliği

Facebook Twitter Linked-in

Ekrem İmamoğlu'nun Le Monde gazetesine yazdığı mektupta, ceza almasına gerekçe olarak gösterdiği "2024’te İstanbul’daki belediye listelerime Kürt adaylar koymaya cesaret ettim" ifadesi, gerçekten de üzerinde düşünülmesi gereken talihsiz ve çok katmanlı bir meseledir.

Bu ifade, Türkiye'deki siyasi ve hukuki tartışmaların merkezinde yer alan bir isim tarafından, yabancı bir mecrada söylenmiştir. Taraftarları ve hukukun siyasallaştığını düşünenler için bu, "yargının baskı aracı" olduğunun uluslararası arenada dillendirilmesi gibi görünebilir. Ancak, bu savunma hattının böylesine stratejik bir hamleyle yurtdışına taşınması, içerideki tartışmanın doğasını ve "mağduriyet" siyasetinin sınırlarını da sorgulatıyor.

İçeride, "hukuksuzluk ve siyasi baskı" iddialarının yanında durmak isteyen, bu uğurda mücadele eden geniş bir kesim varken, savunma zemininin bir anda "küresel onay" arayışına evrilmesi, o içerideki meşru mücadele zeminini zayıflatmıyor mu? Bu tavır hemen hemen her fırsatta bu konuyu gündemde tutanların elinden haklı olabilecek gerekçelerini elinden almış olmuyor mu? Adeta, "içerideki yargıya değil, dışarıdaki kamuoyuna ve küresel kamuoyu yapıcılara hesap veriyorum, onay arıyorum" izlenimi doğurmuyor mu? Bu da, siyasi mücadelenin odağını içeriden dışarıya kaydırarak, yerel siyasetin dilini ve ruhunu değiştiriyor. İktidara yanlışlarını söyleyecekleri frenleyen bir takoz niteliği taşıyor.

Bu durum, maalesef bize çok tanıdık bir sahneyi yeniden hatırlatıyor sanki. Egemen siyasilerin yaptığı gibi, muhtemel egemenler de küresel güç merkezlerinden onay alma, orada "makbul" görülme çabası içine giriyor. Bu çaba, kısa vadeli bir diplomatik kazanım veya prestij gibi görünebilir. Ancak uzun vadede, ülkenin kendi dinamikleri içinde çözülmesi gereken meselelerin dış müdahale ve söylemlere bağımlı hale gelmesine yol açar. Her siyasi aktör, içerideki meşruiyetini pekiştirmek yerine, dışarıdaki "efendilerin" rızasını aramaya başlarsa, o ülkenin bağımsız iradesi ve özgüveni aşınır.

Tam da bu noktada, egemen siyasilerin yaptığı gibi muhtemel egemen olmaya aday olanlar da küresel egemen güçlerden onay alma çabasında gibi durmuyor mu?

Bu durum geçmişten bu yana sadece bir partinin veya bir siyasetçinin değil, Türkiye siyasetinin genel bir eğiliminin, bir handikapının tezahürüdür. Bir taraftan "milli irade" vurgusu yapılırken, diğer taraftan bu iradenin küresel merkezlerce tasdik edilmesi bekleniyor. Bu ikilem, siyaseti sağlıklı bir zeminde yürütmeyi neredeyse imkansız hale getiriyor. Ki Türkiye eskisi gibi yalnız, zayıf ve çaresiz deği; Türk devletleri, Macaristan'ın duruşu, Pakistan'ın aleni meydan okuyan desteği, Avrupa'nın çaresizliği, Amerika, Rusya, Çin mücadelesindeki denge unsuru olma gerçekliğimiz gibi bir çok konu artık emperyal güçlere boyun eğmememiz için önemli gelişmeler.

Özetle çeride çözülmesi, konuşulması, yüzleşilmesi gereken gerçek meseleler gölgeleniyor. Hukuk, siyaset, adalet, eşitlik gibi temel kavramlarımız, küresel bir söylem savaşının piyonları haline geliyor. İşte asıl "yazık" olan budur.

Çok yazık oluyor güzel ülkemize, çok yazık... Çünkü bu toprakların çocukları, kendi aralarındaki sorunları kendi akıl, vicdan ve hukuklarıyla çözmek yerine, sürekli bir dış gözün, dış onayın veya dış tepkinin gölgesinde hareket etmeye mahkum ediliyor. Bu, bir güven ve özgüven kaybıdır. Ve bir ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu şey, tam da kaybettiği bu güven ve özgüvendir.

Umudumuz, bir gün siyasetin, hem içerideki vatandaşa hem de dışarıdaki dünyaya aynı anda ve aynı samimiyetle hesap verebilen, "onay" değil "adalet" arayan bir dil ve akıl üzerine inşa edilmesidir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —