 
        Sabahın erken saatleri…
Üsküdar meydanı henüz tam uyanmamış, deniz kokusu hafif hafif esiyor. Metroya iniyorum, adımlarım yankılanıyor merdivenlerde. O eski İstanbul telaşından bir parça bile kalmamış sanki. İnsan kalabalığı var ama insanlık azalmış gibi.
Vagona oturuyorum. Yanımda bir teyze var, ellerinde poşet, belki pazara gidiyor. Karşıda genç bir delikanlı, kulaklık takmış, dünyayla arasına duvar örmüş. Birkaç metre ötede öğrenciler var, her biri başını eğmiş, telefon ekranına gömülmüş. Kimse kimseye bakmıyor, kimse kimseyle konuşmuyor.
Eskiden yolculuklar kısa da olsa, bir selamla, bir tebessümle geçerdi. “Günaydın komşu”, “Kolay gelsin evladım” derdi biri. Bir muhabbet başlar, belki iki duraklık dostluklar kurulurdu. Şimdi ise herkes sessiz. Parmaklar konuşuyor, dudaklar susmuş.

Teknoloji, sanki bizi birbirimize bağlaması gerekirken koparmış. Aynı vagonda, farklı dünyalarda gidiyoruz. Bir zamanlar göz göze geldiğimizde bile bir sıcaklık olurdu; şimdi o bakışların yerini soğuk ekran ışıkları almış.
Üsküdar durağı anons ediliyor. İnsanlar birden canlanıyor, ama o da sadece refleks… Kimse kimseye “buyur geç” demiyor, kimse kimseye omuz vermiyor. Herkes kendi dünyasında, kendi sessizliğinde.
Oysa Üsküdar, yüzyıllardır selamın, sohbetin, insanlığın durağıydı. Camiden çıkanın simitçiye “bereket versin” dediği, yaşlının vapura binmeden önce gençle hal hatır ettiği bir yerdi.
Şimdi ise metro çıkışında bile herkesin gözleri hâlâ telefonda.
Belki de biz artık birbirimize değil, sadece sinyallere bağlıyız.
Yine de içimden bir umut geçiyor…
Belki bir gün, Üsküdar sokaklarında bir çocuk “Günaydın abla!” der de, o ses yankılanır yeniden kaldırımlarda.
Belki bir gün, bir “merhaba”nın sıcaklığı Wi-Fi’dan daha güçlü olur.
Şakir DENİZ