Yıldıray ÇİÇEK / TÜRKGÜN'DEN

Tarih: 30.12.2025 11:35

Vefanın duası, vedanın selası: Yazmasam deli olacaktım

Facebook Twitter Linked-in

 

Vefanın duası, vedanın selası: Yazmasam deli olacaktım

Merhum Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı’nda, “Durmanın ve beklemenin, ileri atılmadan daha müthiş bir kuvvet oldukları anları bilirim.” der ya…

Bazen öyle zamanlar olur ki, gerçeğin görünmesi ve karakter çözümlerinin anlaşılması için durmak ve beklemek, en doğru davranış hâline gelir. Artık ileriye atılacak bir hâl kalmamıştır. Zaten tavsiye edilen de sabırdır. Çünkü herkesin herkesi tanıdığı ve bildiği bir “açık büfe” ortamı oluşmuştur. Karakteri çürüyenlerin kokusu, leşe benzer bir koku yayarken, o kokuyu bastıracak hiçbir parfüm, hiçbir esans, hiçbir bahane de üretilememektedir.

Bazen toplumdaki sosyal çürümeye; şevkle inandığımız, aşkla bağlandığımız ve hesapsız ömrümüzü yoluna feda ettiğimiz davamızı istismar edenlere yönelik yazılar yazıyorum. Elbette bu yazılardan, tarife uyduğu için rahatsız olanlar var. Zaten rahatsız olmaları için yazıyorum. Çünkü birini rahatsız edemiyorsanız, yazmanın pek de bir anlamı yoktur.

O yazılar, benim vicdan duyarlılığıyla kaleme aldığım yazılardır. Toplum içindeki sorumlu bir yazar olma çabamın ve yüksek karakterli bir davaya mensubiyet duygumun ürünüdür. Yıllar sonra oğlum Efebey, kızım Güntülü büyüdüğünde, “Baba, bu yazıları kime, neden yazmıştın?” diye soracak olurlarsa, vicdan rahatlığı içinde cevabımı vereceğim.

Karakteri ve omurgası vefa ile sadakat üzerine kurulu kalemimizin de dilimizin de vicdan sınavında üzerine düşeni yaptığı kanaatindeyim. Dost da düşman da bunu teyit edecektir. Yazılardan rahatsız olanların arka plan yorum ve değerlendirmeleri de bunun en güçlü delilidir.

Hele, kendilerini çok iyi tanıyan ve bilen bir kişiyi “bilge makamına” gönderip, “psikolojimiz” üzerine yorumlar yaptıranların hâli, başlı başına bir garabettir. Gidenin de ayıbıdır bu… Hem de öyle bir giden ki, hep hakkını ve hukukunu koruduğumuz…

Vicdan yazılarımızda vefa, sadakat, dürüstlük, doğruluk, ahlak ve adamlık çağrısını yapan biziz; buna rağmen psikolojimizi olumsuz kodlayanlar, anlaşılan yazılarımızın ve duruşumuzun şifresini tam olarak çözememiştir.

Mesela psikolojimizin iyi olması yahut sizin gibiler tarafından iyi gösterilmesi için; vefasız, sadakatsiz, nefes sayan, kalp ritmi ölçen, ahlaksız, sıfat istismarcısı, rüşvetçi, iş takipçisi ve davanın genetiğini bozan karaktersizleri maskeleyen biri mi olmak gerekiyor?
Bu hâlden tiksinmek mi psikolojisi bozuk olmak, yoksa böylesi bozuk bir karakteri hayatta güçlendirmek mi?

Tehlike kapımızın önündedir. Hâl, gerçekten kapımızın önüne bakma hâlidir. Çünkü menfaat dünyasında doku, ruh ve beden çürümesi her alanda kendini gösteriyor. Kötülük sıradanlaşıyor, çürüme meşrulaştırılıyor.

Necip Fazıl Kısakürek diyor ya:

“İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?”

***

Aylar önce yazdığım “BENİ SİZ DELİRTTİNİZ!” başlıklı yazımda, enlemesine, boylamasına ve derinlemesine şu değerlendirmede bulunmuştum:

“Eğer biri ‘Beni siz delirttiniz!’ diye haykırıyorsa, bu sözdeki gerçek şudur:
‘Her şeyinizi görüyorum ve biliyorum.’
Zaten sizler de bizim gördüğümüzü ve bildiğimizi fark ettiğiniz için ‘delirdi’ demiyor musunuz?
Körler ve sağırlar çarşısında bir ‘deli’ arıyorsanız, o bizde yok!

Yüzümüze başka, arkamızdan başka davrananlar…
Faziletlerimizi ve erdemlerimizi zaaf sayanlar…
Makamın ve paranın açtığı alanda güç zehirlenmesi yaşayanlar…
Her sözü ve davranışıyla hesap peşinde koşanlar…
Nereden geldiğini unutan, nereye gittiğini bilmeyenler…
Yaşanan gerçekleri inkâr edip kibir kuyusunda debelenenler…
Bizimle güçlenip gücünü bize yetirenler…
Gözümüzle gördüğümüzü, kulağımızla duyduğumuzu ve ortaya koyduğumuz iradeyi yok sayanlar…
En ufak hakkını ve emeğini gökyüzüne çıkardığımız hâlde her fırsatta nankörlük edenler…

Deli divane olduğumuz dostlar, ne oldu size?

Evet, evet… Beni siz delirttiniz!
Gördüğüm, duyduğum, hissettiğim ve fark ettiğim için delirdim.
Keşke siz de benim gibi delirseydiniz!

Bir gün karşıma geçip nasıl delirdiğime dair bir sorgulamaya girerseniz, işte o gün sizi çok utandıracağım.

Peki biz böyle bir deliyiz de, size nasıl bir teşhis koyalım?
Tıp çaresiz kalıyor, değil mi?” 

(29 Ağustos 2025)

***

Sanırım ya bu cümleleri anlamadınız ya da anladınız ama yine işinize gelmedi. Sait Faik Abasıyanık’ın dediği gibi, asıl bu tür yazılar için söylenmiştir:
“Yazmasam deli olacaktım.”

Hiçbir hesabı ve beklentisi olmayan adamların deliliği farklıdır. Doğruyu söylerken çekinmez, gerçeği haykırırken korkmazlar. O yüzden hesabı ve beklentisi olanlarla, olmayanları birbirine karıştırmamak gerekir.

Dürüstlüğün, haklılığın ve doğruluğun yükünü taşımak gerçekten zordur. Çünkü karşısına çoğu zaman itibarsızlaştırma, küçümseme ve iftira kolonları dikilir.

Bazı ailelerde, hayatı yalnızca maddi çıkarlar üzerinden okuyan kurnaz ve fırsatçı tipler vardır. Bu kişiler, özellikle miras gibi hassas konularda devreye girerek aile bağlarını ve duygusal ilişkileri hiçe sayan stratejiler geliştirirler. Miras meselesi gündeme geldiğinde, annelerinin, babalarının ya da kardeşlerinin akıl sağlığını sorgulatmaya çalışırlar. Bunu da yalancı şahitler tutarak, resmî raporlar aldırarak ya da mahkemelerde ehliyetsizlik iddiasıyla vasiyetnamenin iptalini talep ederek yaparlar. Amaçları nettir: Mirastan daha fazla pay kapmak.

Vefa, sadakat, dürüstlük, doğruluk, ahlak ve adamlık çağrısı yapan yazılarımızı; yalancı şahitlerle “psikoloji bozukluğu” kılıfına sokmaya çalışanların hâli de bundan farklı değildir.

Merhum Peyami Safa’nın dediği gibi:
“Ahlakımız, faziletimiz işgal altındadır.”

“Durmak ve beklemek” kuvveti, tüm yaşananların deşifre olması karşısında elbet hakkını alacaktır. O hak ise, her söylediğinde haklı çıkmanın hüzün ve acı yüklü gururudur.

Bir şair, mücadele yolundaki çürüme atmosferine işaret ederek,
“Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!” diye seslense de;
başka bir şair de, “Saatler ya geri, ya hep ileri,
Kıran yok hileli terazileri, Umutlar ırakta… bırakın kalsın” dese de, biz kendimize bir zaman ölçüsü biçtik. 

O zamanın her saniyesinde, davanın namusu ve ahlak sembolü olarak bilinen “Bilge makamına” duamız hep “Ömrüne bereket” olacaktır. Bizim kimlik ve sıfat ömrümüz de, o bereket zamanı kadar olacaktır.

Ağzımdan çıkan söz odur; çünkü…
Ondan sonra siz, kendi psikolojinize, heveslerinize, ihtiraslarınıza ve kokuşmuş karakterinize uygun olanlarla, şimdi yaptığınız gibi keyif çatmaya devam edin…

Vicdanımız rahat bir şekilde kenara çekildiğimizde, çocuklarımıza miras olarak bırakacağımız şey; vefalı ve sadakatli yaşanmış bir ömrün izini taşıyan yazılarım ve kitaplarım olacaktır.
Rahat bir vicdandan daha büyük bir hazine var mı bu dünyada? 

Delilik gibi görülen ise belki de duyarsızlaşmış, körleşmiş vicdanları harekete geçirme çabasıdır.
Yaşasın böyle bir delilik…
Rahatsız olanlar, bizim yazılarımızda bu deliliği gördüğü ve işlerine gelmediği için psikoloji okumasını, çürümeyi meşrulaştırmak için tersinden yaparlar. Herkes herkesi A’dan Z’ye biliyor. O yüzden oyun oynamaya, rol yapmaya ve kasmaya gerek y


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —