-Cumhur İttifakının devamında Devletimiz ve milletimiz için hayır vardır.
-Allah bu beraberliği bozmak isteyenlere fırsat vermesin. Buna sadece Türkiye’nin değil, tüm Türk Dünyası’nın ihtiyacı var.
-Devletinin ve milletinin selameti için geceli gündüzlü çalışan, dertlenen ve birbirini seven, birbirini tamamlayan böyle iki fani için Şair ve devlet adamı Ziya Paşa der ki;
“Âsâf'ın mikdârını bilmez Süleyman olmayan,
Bilmez insan kadrini âlemde insan olmayan.
Zülfüne dil vermeyen bilmez gönül ahvâlini,
Anlamaz hal-i perişanı perişan olmayan.”

Mısır Seferine çıkacakları gün kayıkla Üsküdar’a geçerken Yavuz Sultan Selim Han nedimi-yakın arkadaşı Hasan Can’a takılarak;
“Hasan Can...Kahvaltı yaptın mı..?” Hasan Can “Beli (evet) Sultanım..” cevabını verir.
“Yumurta seversin değil mi.?”
diyen Sultan’a Hasan Can;
“BELİ SULTANIM” der.
Aradan 2 yıl 8 ay geçer…Yollar, yıllar, savaşlar ve zaferlerden sonra nihayet Mısır Seferinden dönerken İstanbul’da yine sandalla bu kez Sarayburnu’na dönerken Sultan Selim aniden Hasan Can’a döner;
“Nasıl bre..?” diye sorunca cevap
ışık hızıyla;
“RAFADAN SULTANIM..”
Bu da verdiğimiz seminerlerde,
Sultan Selim ile Hasan Can’ın;
“-Birlikte düşünmek, beraber hissetmek ve hemhâl olmak” özelliğinin en belirgin örneklerinden biri olarak anlatırdık…
LİDER pozisyonunda olanlar ve niyeti RIZA-İ İLÂHİ olan ve insana hizmeti gaye edinenler, özelinde “yakınen” bilirim ki (1975-80) YALNIZDIRLAR.
Onlara HASAN CAN olmak hiç de kolay değildir. Herkes kendisini en yakını zannederler. Konuşanlarda;
“-Ben yakınıydım, 40 yıllık yol arkadaşıydım “ diye konuşurlar.
Onlar kimi yakınlarına almıştır
o bilinmez.
HESABÎ…Kendi menfaatini düşünerek başkasının sırtından geçinmeye çalışır.
HASBÎ ise sadece Allah-u Tealanın “rızası” için hareket eder. Neticesini düşünmez bile zira gaye Allah rızasıdır.
Bu kutlu dava…”İstemezmisin ya Ömer! Bu dünya onların olsun ahiret bizim” davasıdır.
Bu dava başkanlık, vekillik davası değil, ALLAH DAVASININ DAVACISI OLABİLMEK DAVASISIDIR.
Hiçbir zafere kolay yollardan varılmaz. Muzaffer bir ruhun ortaya çıkması da tesadüfi olamaz.
Her zafer bedel ister, sabır ister, akıl ister, gönül ister, mücadele ve fedakârlık bekler.
Kutlu bir mücadele esnasında, nefesi kesilenler, nefsine esir düşenler, dünyevi menfaatlere yenilenler çıkmıştır, bundan sonra da çıkmaları muhtemeldir.
İnsanoğlu çiğ süt emmiştir, yanılması, yozlaşma akıntısına kapılıp yanlış istikametlere sürüklenmesi beklenmelidir.
Geçmişin kuytu köşelerine şuurumuzun merceğiyle baktığımızda buna dair hazin ve hüzünle perçinlenmiş pek çok ibretlik misal verilebilecektir.
Hesap yapanlarla hasbi davrananları, davanın omuzuna basanlarla davayı omuzlayanları tarif ve tefrik etmek zorunludur, mümkündür, elbette tecrübeyle sabittir.
Ben diyen, bencilliğe gömülen, dünyanın kendi çevresinde döndüğü zehabına aldanan, ben merkezli ve çıkar odaklı tutuma savrulan nice insan bu dünyadan gelip geçmiştir.
Merhum Ahmet Arvasi isabet ve ihtimamla şunu ifade etmişti:
‘BEN’ sayısız parçacıkları birlik prensibinde tutmaya muvaffak oldukça yaşar.
Bir olmayı amaçlamayan, birlik ruhuna aidiyet duymayan, ‘BİZ’ duvarında harç olmayı önceliğine almayan ‘ben’ anlayış ve algısı her zaman fitneyi körüklemiş, fesadı kamçılamıştır.
Yapılanı yıkmak, olanı yok saymak, cahilce tribünlere oynamak bunların sonucundan da müftehir/övünen olmak asla marifet değildir.
Kendini tanımak, atasını tanımak, davasını tanımak, değerlerini tanımak, geçmişini tanıyıp geleceğiyle ilgili inisiyatif üstlenmek gerçek manada marifetlerin marifetidir.
Dava adamı dediğimiz insan da böyle olandır.
Kendini aşma iradesi olmayandan, uzak hedefleri ruh ve akıl potasında eritmeyenden dava adamı olmaz, gerçek anlamda davaya sadakat görülmez.
Hiç kimse davadan daha önemli değildir.
Hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Ne yaptığımızı, neyi amaçladığımızı, nereye varmak istediğimizi dar ufkuyla, güdük aklıyla, çürük ahlakıyla sorgulayıp demagoji ve dedikodu çarkında dönenler yoldan çıkıp yolunu şaşıranlardır.
Şunu bilmenizi isterim ki, yoldan çıkan davanın önünde engeldir.
Ben diyenler, sinsi plan ve tasarım yapanlar samimiyetsizliğin emir eridir.
Dava insanı akıldan önce adanmış bir yüreğe ihtiyaç duyacaktır.
Milli şairimiz M.Akif ERSOY ne de güzel söylemiş;
“-Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete ram ol,
Yol varsa budur, bilmiyorum
başka yol.”
Yeri gelmişken her daim söylediğimiz gibi:
VEFA;
Yangın varken seçtiğindir. Söndükten sonra seçsen ne yazar, vazgeçsen ne yazar.
Her seher vaktinde duamız odur ki;
Hak etmeyeni sevdirme bize Yarabbi..!
Hz.Pir Mesnevi’de der ki:
“Köpeği köpeklikten çıkartıp insana dost yapan ‘sadakat ve vefa’ dır. İnsanı insanlıktan çıkartıp köpekten daha aşağı yapanda sadakatsizlik ve vefasızlıktır.”
Vefa, bizim için yalnızca İstanbul’daki bir semtin veya bir faninin adı değildir.
Vefa adam olmaktır, ahlaklı olmaktır, mertliktir, iman ve vicdan alametidir.
Dava ve ülkü arkadaşlarımıza karşı bitmeyecek bir vefamız, eksilmeyecek bir muhabbetimiz vardır.
Meram Bağları’nda “davudi sesli” müezzinler sabah ezanını okuyorlar..
Sizi başka alemlere götürüyor…
Böyle güzel bir dinin mensubu olduğunuza şükredersiniz.
1977’deki seçimlerde bizimle beraber MHP mitinglerine katılan bir grup Dil-Tarih’li, Yüksek Öğretmenli ülküdaşımızla yanında bulunduğumuz üstad Necip Fazıl KISAKÜREK der ki;
“Denildi mi bir yerin adına TÜRK Beldesi,
Gözüm Albayrak arar, kulağım Ezan Sesi…”
BUGÜN CUMA…
Cumanın hayrı, bereketi, mutluluğu ülkemizin, milletimizin, bütün Türk-İslam Âleminin, üzerine olsun inşallah.
Meram Bağları’ndan;
SEVGİ ve MUHABBETLE